Abdülkadir Çetin
Bugün son dönemlerde sıkça duyduğumuz ‘Kürtçe 2. bir eğitim dili olmalı mı?’ sorusuna cevap arayacağız. Konuya şu bilgiyi vererek başlamak istiyorum. Bu veya buna benzer bir konuyu tartışan, tartışabilen tek ülke Türkiye’dir.
Şimdi konuyu farklı yönlerden ele alalım. Bu ilk bakışta bazılarına göre normal ve vatandaşın bir kısmının isteği gibi gelen -yukarıda zikrettiğim- hain fikir yıllardır emperyal devletlerin küçük veya gelişmekte olan ülkeler üzerinde oynadığı klasik böl-parçala-yut taktiğinin bir uzantısıdır. Tam da bu noktada İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un bir sözünü hatırlatmak istiyorum: ‘Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu söylüyorlar, eğer ibret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi?’
Bu sözden hareketle, yaklaşık bir asır önceye gidelim. Osmanlı Devleti azınlıklara kendi dillerinde konuşma ve dilekçe hakkı vermiştir. Bu gelişmenin üzerinden çok geçmeden bu hakka sahip azınlıklar ya bağımsızlıklarını ilan etmişler ya da merkezden toprak kaybını önlemek adına özerklik kazanmışlardır. Bu süreç Osmanlı Devleti’nin parçalanması ile sonuçlanmıştır. Burada ibret alınması gereken nokta bir topluluğu veya bir azınlığı bağlı olduğu devletten koparmanın ayırmanın yolu önce bu topluluklar içinde küçük bir grubun kullandığı lehçeyi veya birkaç dilin karışımından tahsis edilmiş yapay bir dili bu azınlıkların tamamına mal etmek ardından bu yapay dille bu azınlıklara millet statüsü kazandırmaktır.
Şunu belirtmek isterim ki -her türlü yasakçı fikre karşı olan bir insan olarak- eğer böyle bir dil varsa -hatta dil olmaktan öte yapay bir dil olsa bile- bu konuşulabilir, özel teşebbüslerle öğretilebilir. Fakat resmileştirmek veya kanunlaştırmak yukarıda belirttiğim üzere önümüzdeki 20-30 yıllık süreçte ülkenin bölünmesine yol açabilir. O da olmazsa Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde nur topu gibi bir özerk bölgemiz olabilir.
Olayı uluslar arası yönüyle ele alalım inceleyelim: AB’deki azınlık haklarının korunması meselesi daha çok her ülkenin kendi pratikleri, kurumlarının siyasal düzenlemeleri ve bireysel politikalarıyla alakalıdır.
Birleşik Krallık, İtalya, Estonya, İrlanda, Almanya gibi ülkelerin yaptığı uygulamalar Türkiye deki uygulamalarla benzer niteliktedirler. Fransada 77 dil konuşulmasına rağmen Fransızca dan başka resmi dil ve eğitim dili yoktur.
Yunanistan birçok azınlık bulundurmasına rağmen tek resmi dil Yunancadır. Yalnız, Macaristanda sayıları çok fazla olan Türk, Sırp, Arnavutlara ana dilde eğitim hakkı verilmiştir. Buradan hareketle ‘ Bölgesel veya azınlık dilleri Avrupa Şartı’ sözleşmesini imzalamış olan, isimlerini andığım devletler uygulama yönünden Türkiye’nin çok üstünde değillerdir.
ABD’de nasıl? Bu konuyu tek bir örnekle açıklayalım: ABD’nin %33’ünde İspanyolca konuşulmaktadır. Bazı eyaletlerde İspanyolca resmi dildir. Bu İspanyolca konuşanlar İspanyolca’yı ABD’de yaymak için bazı uygulamalar yapmışlardır. Bunu fark eden ABD yönetimi resmi dili İspanyolca olan eyaletlerin gelişmediği gibi sudan bir sebeple ülkede “Dil Birliği Kanunu” çıkardı ve İspanyolca hareketinin önüne geçmeye çalıştı.
Peki, dünyadaki örnekler ortada iken, bu Kürtçe meselesinin bu kadar gündeme gelmesinin sebebi nedir?
Yüksek müsadenizle olaya birde şu açıdan bakalım: Diyelim ki; Kürtçe eğitim dili olarak kabul edildi. Daha sonra bu okullarda okuyan öğrenciler tahsil hayatlarının sonunda muhtemelen Kürtçe konuşacak, yazacak ve okuyacaklardır. Sonra bu insanlar devlet çatısı altında işe alınmak istenecek veya isteyeceklerdir. Buraya dikkat; bu insanlar devletin resmi dili Türkçe olduğu için devlette çalışamayacaklar ve Kürtçenin konuşulduğu yerler hariç bir yerde rahat bir yaşam süremeyeceklerdir.
Burada iki durum hasıl olabilir: Birincisi, Kürtçe konuşan, okuyan, yazan insanların tamamen Güneydoğu Anadolu Bölgesinde toplanmasıdır. Bakın gelinen nokta yine aynı. Ya bağımsız ya da özerk bir devlet.
İkincisi, bu gitgide büyüyen Kürtçe potansiyeli karşısında devlet çaresiz kalacak ve Türkiye’nin üniter yapısına aykırı olarak ana yasamızdaki “Devletin dili Türkçe’dir.” ibaresinin yanında artık Kürtçede bir dil, resmi dil olarak anılmaya başlanacaktır ki bu da toplumdaki milliyetçi normları etkileyecektir. Sonrası kavga, kıyamet, iç savaş…
Yalnız yazımı bitirmeden şu noktayı es geçmemek istiyorum. Yukarıda bahsettiğim olası senaryolardan herhangi biri gerçekleşirse veya gerçekleşmeye başlarsa Malazgirt Savaşında, Kurtuluş Savaşı’nda, terörle mücadelede verdiğimiz şehitlerin döktükleri kanlar ne olacak? Onlar bu işin sebebi olanlardan ahirette hesap sormayacaklar mı?