Başbakanlığın kaldırıldığı, TBMM’nin elinden güvenoyu, araştırma önergesi, bütçeyi denetleme yetkisi gibi iktidarı denetleyen araçların alındığı, süper yetkili bir Cumhurbaşkanlığı sistemi geliyor.
Yüksek yargı mensuplarını büyük oranda, bürokrasiyi ise tamamen atayan, kararname çıkarma yetkisi, siyasi parti genel başkanlığı ve yürütmenin başı olan bir sistemle Türkiye karşı karşıyadır.
Yolsuzluğa ve haksızlığa beş yıl tahammül et!
Tek etkilisi, tek yetkilisi, tek belirleyicisi, tek yürütücüsü Cumhurbaşkanı olan bir sistem getiriliyor. Söz konusu yapıyı denetleyecek bir fren-denge sistemi yoktur.
Getirilen sistem tek siyasi partinin, tek kişinin erki altında bir parti devleti öngörüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, beş senede bir halkın vereceği oyların güvenoyu anlamına geleceğini söylüyor.
Sözüm ona bu sistemde güvenoyunu ya da gensoruyu millet verecekmiş!
Bu sistemde diğer icraatları bir yana farzı misal birinci yılında bir iktidarın yaptığı bir yolsuzluğun, beceriksizliği ve maliyeti çok büyük olacak bir icraatın hesabını sormak için millet beş yıl bekleyecektir!
Bu mantık aslında vatandaşa “yolsuzluğa, çapsızlığa, beceriksizliğe ve haksızlığa beş yıl tahammül et” demektir.
Bu aklın ve mantığın kabul edeceği bir iş değildir.
Kandil’i referans alan “Evet”çiler!
Bu anayasa değişikliğine “evet” demek parti devletine evet demektir.
Bir siyasi partinin Cumhurbaşkanı olacak diğer siyasi partilerin olmayacak. Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir siyasi partinin de genel başkanı olacaktır.
Yargı, bürokrasi ve idare bir siyasi partinin mutlak hâkimiyeti altına girecektir.
Evet, propagandistleri önerilen sistemin Türkiye’yi parti devleti olmaktan neyin alıkoyacağını söyleyememektedirler.
Rektörün, imamın, bürokratın, savcının, kaymakamın, şarkıcının ya da türkücünün bugün evet propagandası yaptığı bir yerde yarın ne yapacağı meçhul olmasa gerek.
Dahası “evet”çiler vatandaşa ve kamuoyuna bu referandumla eşit, adil ve hakkaniyetli bir idarenin nasıl kurulacağını anlatmaları gerekirken “hayır” diyenleri terör örgütü üzerinden tehdit etmektedirler.
AKP ve işbirlikçileri getirdikleri anayasa değişikliğine “evet” demelerinin nedeni olarak PKK ve FETÖ’nün “hayır” demesini gösteriyorlar.
Bu tutum terör örgütlerini referans almak, terör örgütlerinin tavırlarına göre pozisyon takınmak anlamına gelmektedir.
Tek kişinin ve tek partinin devletine “Hayır”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “‘Hayır’ demek, eşittir çukur” diyor.
Başbakan Binali Yıldırım, “Terör örgütü ne diyor ‘evet’ çıkarsa biz biteriz. Evet çıkacak siz de biteceksiniz”.
İmam “hayır” demeyi şeytanla, Savcı ise “küsmece yok” diyerek “terör örgütü”yle ilgilendiriyor.
Terör örgütünün sayın başbakanın iddiasını doğrulayan ya da gören kimse ise orta yerde yoktur.
Belki de terör örgütleri tam aksine kandırılmaya, aldatılmaya müsaitlerin evetlerle yeniden iş başı etmelerini istiyordur.
Dünün hendekçileri kimlerdir?
İşin ilginç yanı bugün evet diyenler, başlattıkları “çözüm süreci”yle bölgedeki birçok ilçenin sokaklarının PKK’lılarca hendeklerle doldurulmasına neden olmuşlardı.
Akil adamlarla “çözüm sürecinden” sonuç almaya çalışanlar da onlardı.
Çözüm süreci için “baldıran zehri” içeceğini, elleriyle birlikte gövdelerini de bu sürecin altına koyduklarını ilan edenler de bugünün “Evet”cileriydi.
Bugün “Evet” diyenler dün diğer bir terör örgütü olan FETÖ’ye “ne istedin de vermedik?” sorusunu sormuşlardı.
Dün yalnız Ankara’yı değil bütün bir devleti -“parsel parsel” değil- bütünüyle FETÖ’ye teslim edenler de bugün onlardan yakınanlardır.
Aslında ““Evet” kazanacak terör kaybedecek”, formülünü kuranlar farkında olarak ya da olmayarak teröre destek verenlerdir.
Düşünür, “Bugünün sorunları, dünün çözümleridir” der. Dünün Türkiye’sinde açılan çukurlar da ondan önceki günün çözüm sürecinin ürünüydü!
Sorulması gereken gerçek soru şudur: Acaba bugünün evetleri yarının neyidir?