Murathan KARATAŞLI
Örtülü istilacı ‘neo-moğollar’ın medyayı da ele geçirmesinden sonra el değiştiren Star Gazetesi’nin, yazılı ve görsel medyadaki diğer kardeşleri gibi bugüne kadar yaptığı tetikçilik herkesin malûmu… Yeni medya düzenindeki bu görevine can havliyle devam eden bu gazetede, Bugünkü (20.01.2012) Star Gazetesi’nde, neredeyse ‘birbirini bütünleyen’ iki yazı yayınlandı. Bu yazılarda, Fransa’da kabul edilen ve yasalaşan Ermeni Soykırımı’nın reddini suç sayan kanuna, ‘güya’ muhalefet etme görüntüsü veren; lâkin alttan alta da bu tasarıya destek olan yaklaşım kendisini ele veriyor. Bununla da kalmayıp, bu anti-demokratik ve anti-liberal bir sonuç olan Fransa’daki kanuna karşı, suçu her zamanki gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk Devletine atan bir zihniyet beliriyor karşımızda. Yayınlanan yazıların ustaca yürütülen bir psikolojik operasyonun birer halkası oldukları çok açık…
Bu yazıların ilkinde Mustafa Akyol, Fransız ürünlerini boykot etmeyi arzulayan, milletini ve devletini seven insanlarımıza karşı; Fransız ürünlerini boykot etmenin fazla bir yarar sağlamayacağını; aksine bizi yıpratacağını vazeden bir entelektüel ve ahlaki acz içerisinde… Buradaki acz ile anlatmak istediğim, İbrahim’i yakacak ateşe karşı karıncanın onurlu meydan okuyuşuna entelektüel bir zıtlık oluşturan ‘yerli neo-con’ (yeni-muhafazakâr) Mustafa Akyol’un milletimize karşı sunduğu perspektiftir… Bir nevi “tok ülkenin esir aydınları” konumu, söz konusu olan…
İkincisinde ise Osman Can, hiç işin Fransa boyutuna dokunmadan, Akyol’un ortasına kendi çapınca sert, normalde ise cılız bir vole denemesine girişiyor. Gündemden pay alırcasına kaleme aldığı bu yazıda, gündeme hiç nüfuz etmeden kıt mantığıyla bir tarih felsefesi oturtmaya çalışıyor. Milliyetçilik hakkında pek bir şey bilmediği açıkça anlaşılan Osman Can’ın milliyetçilik hakkında bu kadar olumsuzlayıcı bir yazı kaleme alması aslında anlaşılır bir şey… Milliyetçiliği, Fanon’un tâbiriyle ‘yeryüzünün lanetlisi’ konumuna indirgeyen bir entelektüel çapa sahip olan yazar, ‘milliyetçiliğin bir Fransız icadı olduğu peşin hükmü’ne varacak kadar derin bir zeka, ülkemiz açısından bulunmaz bir nimet olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Osman Can, 2500 yıl önce yaşamış olan Platon’un “Yunanlılar bir soydur, akraba sayılırlar… Yunanlı oldukları için Yunan ülkesini yağma etmeyecekler, evlerini yakmayacaklar, zamanımızda Yunanlılar, Yunanlıların birbirine ettiğini yabancılara karşı yapmalıdırlar”[1] deyişinden habersiz olacak ki milliyetçiliğin Fransız icadı olduğu konusunda kesin inanca sahip. Ayrıca ünlü sofist ve bilinen ilk büyük demagoglardan olan Gorgias’ın Olimpiya Söylevi’nden ve Atinalıların Cenaze Töreni Söylevi yapıtlarından[2] da habersiz ki, bu kör inancını ‘cahil cesaretiyle’ imanî edayla sürdürüyor.
Tarih bilmediği açıkça anlaşılan Osman Can’ın 2500 yıl öncesinde Milliyetçiliğin bilinen evrimi bu şekilde ilerlerken, yaklaşık 1300 yıl önceki Türklüğün yazılı ilk siyasal manifestosu niteliğinde olan ve bunun bu şekilde olduğu, bütün dünya tarafından kabul edilen Orhun Yazıtlarından habersizliğiyse cahilliğinin ötesinde affedilemeyecek bir suçtur. Otto Bauer’in dediği gibi tarihsel anlamda bir ‘kader topluluğu’ olan milliyetçilik tamamen tarihin ürünüdür. Milliyetçiliğe bu şekilde karşı çıkmak ve yok etmeye kalkmak anlamsız ve boş bir çaba olduğu kadar, tarihin akışını tersine çevirmeye çalışmaktır ki; bu imkânsızdır…
Milliyetçiliğin Fransız icâdı bir melânet olduğunu kabul etsek bile, Osman Can ve Mustafa Akyol’un oluşturduğu bu mantık kurgusundan hareketle; orijinal bir Fransız icadı olan ve demokrasinin sloganı olarak bilinen; ‘Liberté, égalité, fraternité’ (Hürriyet, eşitlik, kardeşlik) ideallerine de karşı çıkmak gerekir. Egemenliğin halkın hakkı olduğu gerçeğine de karşı çıkmak gerekir. Yetmiyormuş gibi kendi familyasının diline pelesenk olan 1. ve 2. Cumhuriyet kavramlarına da karşı çıkmak gerekir. Ki bu örnekleri daha da uzatmak mümkün…
Bu örnekler bu familyanın ne denli tutarlı ve namuslu bir entelektüel arayış peşinde olduklarını da gözler önüne seriyor. Adalet peşinde olduklarını iddia eden bu zihniyet, yaşanan adaletsizlikte, oyunu zalimlerden yana kullanıyor… Kendi ülkesinin aleyhine gerçekleşen bir yasaya destek vermek ve hedef şaşırtmak; olsa olsa sömürge aydınlarına has bir davranış olur.
Rahmetli Nasreddin Hoca’nın, -yaşıyor olsaydı yaşanan bu trajikomediye karşı tekrar o can yakan sorusunu soracağından eminim; “Hırsızın hiç mi suçu yok?”
[1] Platon; Politeia, 470c-471b; Aktaran: Mehmet Ali Ağaoğulları, Kent Devletinden İmparatorluğa, İmge Kitapevi Yayınları, Eylül 2009 Ankara sf. 228
[2] Ağaoğulları, age. Sf.93