Türkiye denilen ülke “Libya, Tunus, Irak ya da Suriye değildir” diye hep yazdık. Türkiye imparatorluk bakiyesi bir ülkedir dedik. Söz konusu olan bin yılı aşkın bir süredir yalnız bugünkü siyasi coğrafyasını değil üç kıtanın en stratejik merkezlerini yönetmiş bir millettir. İçinde bulunduğu İslam jeopolitiğinde demokrasi ve sürdürülebilir bir rejimi olan neredeyse tek ülke de Türkiye’dir.
Bölücü fitne ve yanılgıları
Bugün itibarıyla Türkiye’nin birliğine ve bütünlüğünü hedef alan bir bölücü terör fitnesi var. Türkiye’de terör ve bölücülük faaliyetleri kurumsallaşmıştır da. Son yıllarda PKK’nınher türlü propagandasını, eylemini ve örgütlenmesi büyük bir özgürlük içinde gerçekleştirmesine göz de yumulmuştur.
Dış gelişmeler bölücü unsurlara büyük hareket alanları sağlamıştır. PKK-KCK-YDG-H Suriye’de ve Irak’ta elde edilen kazanımlarının da etkisiyle Türkiye’de harekete geçmiştir. Ne de olsa bölücü terör kent savaşının provasını Suriye’de yapmıştı. Benzer biçimde “özerk bölge” oluşturacak ve Türkiye’nin kentlerinde şimdiye kadar yaşanmayan bir sokak savaşı başlayacaktı. Süreçte yeteri kadar militan devşirilmiş, silah ve patlayıcı depolanmıştı. Örgüt bir kıvılcımın çıkarmakla bölgenin kontrol edilemez hale geleceği umuluyordu.
Diğer yandan PKK, Suriye’de DAEŞ’e karşı birlikte hareket ettikleri küresel güçlerin de Türkiye’deki kent savaşlarında kendi yanlarında olacağının hesabını yapmışlardı. Bölücüler ellerini her zamankinden çok daha güçlü hissediyordu.
Üç yılı aşkın süredir devam eden “çözüm süreci” adlı illüzyon oyununda PKK fiilen kanton tipi paralel devlet yapılanmasını tamamlamıştı. Sıra bunu resmileştirmeye gelmişti. Bunun için fiilen oluşturulan özerk yönetime resmi bir nitelik kazandırmak gerekiyordu.
Çözüm sürecinde AKP iktidarının PKK’yı ve liderini meşrulaştıran tavırları bölge halkını iki arada bir derede bırakmıştı. Kısacası ayaklanma için her şey hazırdı.
KCK-PKK önderliğinde HDP’nin teşvik, tahrikiyle gerçekleştirilen 6-8 Ekim olaylarından da bölücü cenah büyük tecrübe ve moral edinmişti. Örgüt bütün hesabını halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmek ve iç savaş çıkartmak üzerine kurmuştu.
Bölücü güruh Sur’a yerleşmiş olan silahlı terörist unsurların direnişine bütün Diyarbakır halkının destek vereceğini ya da Nur mahallesindeki PKK’lıların yanına destek için bütün Cizre halkının akacağını hesap etmişlerdi. Silopi’de İdil’de, Yüksekova’da silahlı teröristler ayaklanmanın fitilini ateşleyecekti halk da onlarla beraber devlete karşı harekete geçecekti.
Halksız devrimci Savaş!
Nitekim 6-7 Ekim olaylarında sonra HDP kurmayları bu defa Sur için harekete geçti. Türkiye’de 6-8 Ekim olaylarından daha büyük bir ayaklanma çıkarmak için Demirtaş Sur’u seçti. Sivil halk buraya çekilecek ve büyük bir kaos yaratılacaktı.
Bölücülerin hesaba katmadıkları bir şey vardır. O da Diyarbakır halkıydı. Halk kendilerini evlerinden kovan, sokaklarını hendek ve barikatlarla dolduran, camilerini yakan hainlere ve destekçilerine doğal olarak destek vermedi. Halk PKK-HDP ikilisine büyük bir şok yaşattı! HDP ve bölücülerin halka yaşattıkları, yaşatacaklarının en büyük alametiydi.
Ancak bölücüler için her şey bitmiş değildir. Terörist unsurlar bundan sonra da Türkiye’de her zaafı kaosa çevirmeye çalışacaklardır. Bu defa örgüt Nevruzu “devrimci hak savaşı” için ayaklanmaya çevirmeye çalışacaktır.
İnançları, gelenekleri ve yaşam biçimiyle bütünleşmiş Türkiye gibi bir ülkede etnik ya da mezhep hassasiyetleri kışkırtılarak bir iç savaş çıkartmak her yerdekinden çok daha zordur. Kısacası Türkiye, “Devrimci halk savaşı” yoluyla pembe devrimler ya da etnik Baharlar çıkarılacak bir ülke değildir. Ancak bu rehavete de sebep olmamalıdır. PKK Nevruz sürecinden bir “Kürt Baharı” çıkarmanın her yolunu deneyecektir. Herkes her duruma hazırlıklı olmalıdır.