Cumhuriyet gazetesinde 13 Mart 2013’te Bahadır Selim Dilek’in “Mahmur Planı Netleşiyor” başlıklı haberi gözlerden kaçtı belki ancak çok büyük bir önem taşıyor. Habere göre “PKK, siyasi partiler ve sivil toplum örgütlerinin gözetiminde” Türkiye’den Irak’a çekilecek. Ne demek bu? AKP, CHP, MHP’nin Güneydoğu Anadolu’daki il ve ilçe teşkilatları mı PKK’lıları dağlarda izleyecek? Tabii ki, hayır. BDP ve PKK yanlısı dernekler mi izleyecek? Diyelim ki PKK’lıların bir bölümü çekilmedi ve kaldı, bu parti ve derneklerin üyeleri bunu açıklar mı?
Öte yandan Kuzey Irak’ta PKK yanlılarının BM denetimindeki Mahmur Kampı’na yerleşmeleri öngörülüyor. Bunun için “ilk aşamada” Birleşmiş Milletler ile mutabakata varılır ise Türkiye ile Birleşmiş Milletler arasında üç aşamalı bir geri dönüş anlaşması imzalanacak. Bu noktada PKK’yı, uluslararası hukuk alanına üçüncü taraf olarak sokmanın ilk adımını atıyoruz. Türkiye bu adımı böyle yorumlamayacak, ancak PKK yorumlayacak.
Birleşmiş Milletler ile imzalanacak anlaşma çerçevesinde Irak ve Türk hükümetleri, geri dönecek PKK’lılara ilişkin bir hukuki çerçeve ilan edecekler. Bunun için Ankara ve Bağdat arasında görüşmeler yapılacak. Eğer Bağdat-Ankara ilişkilerinin gergin durumu göz önünde tutulur ise bu anlaşmanın kolay olmayacağı anlaşılır. Mahmur’a dönmek istemeyen PKK’lılar için Irak, yani Kuzey Irak’ta bir başka yer oluşturulacak.
İkinci aşamada Türkiye ile Birleşmiş Milletler arasında imzalanacak bir anlaşma ile PKK’lıların yerleşeceği Mahmur Kampı’nın BM kampı statüsüne son verilmesi planlanıyor. Kamp, Erbil yönetiminin denetimine girince PKK’lılar kampa alınmaya başlanacak. Kampa gelen PKK’lılar kayıt altına alınacaklar ve silahlarını teslim edecekler.
Şimdi biraz geri gidelim. PKK’lıların Türkiye’den çıkmasından hemen önce, TBMM’nin bu konuda karar alması gerektiğini Öcalan, İmralı tutanaklarında BDP’li milletvekillerine söylüyor. Böylece 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 3. Maddesi’ndeki taraf konumuna PKK’nın kendisini oturtmak istediği görülüyor. 3. Madde’nin girişi şöyle: “Yüksek Âkid Taraflardan birinin toprağında çıkacak fakat beynelmilel bir mahiyet arzetmeyecek olan silâhlı bir ihtilâf takdirinde, ihtilâf halinde bulunacak taraflardan her biri hiç değilse aşağıdaki hükümleri tatbik etmekle mükellef bulunacaktır:
1. Silâhlarını teslim eden silâhlı kuvvetler mensuplarıyla hastalık, mecruhiyet, mevkufiyet dolayısıyla veya diğer herhangi bir sebeple harb dışı olan kimseler de dâhil olmak üzere, muhasamata doğrudan doğruya iştirak etmeyen şahıslara, bilcümle ahvalde, ırk, renk, din veya itikat, cinsiyet, doğum, servet veya bunlara mümasil diğer herhangi bir kıstasa dayanan gayri müsait fark gözetilmeksizin, insani muamele yapılacaktır. Bu bapta, yukarıda zikredilen şahıslara karşı her ne zaman, her nerede olursa olsun, şu muamelelerde bulunmak memnudur:
a) Hayata, beden bütünlüğüne kasıtla bilhassa her şekilde katil yani uzvun parçalanması, zulüm azat ve işkenceler ve eziyet,
b) Rehine almak,’
İşte PKK’nın Kuzey Irak’ta uzun bir süreden beri zorla tuttuğu ve bölgesel güç AKP Türkiye’sinin sadece seyrettiği kaymakam ve askerlerimizi 13 Mart 2013’de Türk yetkililere teslim etmesini bir de bu çerçevede ele alıp incelemek gerekmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün PKK’yı “karşı taraf” diye nitelendirdiği göz önünde tutulur ise PKK’nın hızla devletler hukuku süjesi olmaya doğru hareket ettiği görülmektedir.
Bu noktada radikal bir öngörü olarak şu ortaya atılabilir: Kandil, AKP Hükümetinin Öcalan ile anlaşarak önerdiği mütareke sürecini teoride kabul eder gibi görünse de pratikte sabote edecek adımlar atacaktır. Ancak bu süreci kendisini Cenevre Sözleşmesi’nin tarafı haline getirmek için kullandıktan sonra, 2013 yazında çatışmaların başlaması üzerine Suriye’nin kuzeyinde, Hakkâri’yi de kapsayacak şekilde devletleşme sürecini başlatacaktır.