Bu hafta içinde önce Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER, arkasından da Başbakan Tayyip ERDOĞAN Kürtçenin okullarda seçmeli ders olarak okutulacağını açıkladılar. Hükümet, eskiden beri bu konuyu yapmayı planlıyor, ancak uygun zamanı bekliyordu. Kılıçdaroğlu’nun “Kürt Sorunu’nu çözelim.” söylemiyle ortaya çıkarak Başbakan ile görüşmesi herhalde Hükümete cesaret vermiş olacak ki, bu adımı attılar.
Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulacağının açıklanması Hükümet tarafından önemli bir demokratikleşme adımı olarak propaganda ediliyor. Hükümet, bu tür propagandalarla güya, ülkenin daha da demokratikleşeceğini, böylece terörün de önüne geçileceğini iddia ediyor. Hükümetin bu iddiaları gerçeklerden tamamıyla uzak, salt propagandaya dayalı sözlerdir. Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulmasının kesinlikle demokratikleşme ile bir ilgisi yoktur. Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulmasının ülke ve millet aleyhine çok zararlı sonuçları olacaktır.
Şöyle ki;
1-Bu uygulama, Anayasamızın Devletin dilinin Türkçe olduğunu belirten 2. Maddesi ile eğitim-öğretim kurumlarında Türkçeden başka hiçbir dilin ana dil olarak öğretilemeyeceğine dair 42. Maddesinin açıkça ihlal edilmesi demektir.
Hükümet, bu uygulamayı 2923 sayılı Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkında Kanun kapsamında, yaşayan diller ve lehçeler adı altında gerçekleştirmeyi planlıyor. Bu kanun, Türkiye’de konuşulan farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi için özel öğretim kurumları bünyesinde özel kurslar açılabileceğini düzenliyor. 2923 sayılı kanun bu yönüyle Anayasaya aykırı. Çünkü Anayasamızın 42. Maddesine göre eğitim-öğretim kurumlarında Türkçeden başka diller ana dil olarak öğretilemez. Anayasada ifade edilen eğitim-öğretim kurumlarının kapsamına özel eğitim-öğretim kurumları da dahildir.
Yukarıda belirttiğimiz 2923 sayılı kanun sadece Kürtçe ve başka dillerin öğretilmesi için özel eğitim-öğretim kurumlarının kurslar açabilmesine izin vermektedir. Bu kanun devlet okulları veya özel okullarda Kürtçe veya başka dillerin seçmeli ders olarak okutulmasına izin vermiyor. Hükümetin Kürtçeyi seçmeli ders olarak okutmak istemesi Anayasaya aykırı olduğu gibi Anayasaya aykırı olan bu kanuna da aykırı olmaktadır.
Hükümet, bu uygulamasıyla açıkça hukuk ihlali yapmaktadır. Bu, çok tehlikeli bir gelişmedir. Hukuku üstün tutmakla öncelikle yükümlü olan yürütme organının en üst hukuk kuralı olan anayasayı pervasızca ihlal etmesi herkese kötü örnek olacaktır. Artık, bundan böyle kendisini güçlü hisseden herkes beğenmediği hukuk kurallarını rahatlıkla çiğneyebilecektir. Bu durumun varacağı yer anarşi ve kaostur. Artık, bundan böyle hiç kimse Türkiye’nin hukuk devleti olduğundan bahsedemez. Acil önlem alınmazsa bu aşamadan sonra hiç kimsenin can, mal, ırz güvenliği olmayacaktır. Bir ülkede hukuku korumakla yükümlü olanlar kendileri hukuku ihlal ediyorsa ve buna hiç kimse engel olmuyorsa kim canını, malını, ırzını güvencede görebilecektir.
2-Şimdilik Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulacağı iddia edilse de bunun varacağı yer Kürtçe ile eğitimdir. Bu nedenle bu uygulama PKK’nın taleplerinden birisinin daha gerçekleştirilmesidir. Hiç kimse, ne kendisini ne de vatandaşları demokratikleşme masallarıyla kandırmasın. Kürtçe ile eğitim PKK’nın 80’li, 90’lı yıllarda dillendirmeye başladığı ve ısrarla devam ettirdiği olmazsa olmaz taleplerinden birisidir. Bu uygulama ile Devlet, yenilgiyi kabul edip PKK’nın talep ettiği düzenlemeleri yapmak durumuna düşürülmüştür.
PKK, bunu bir zafer olarak telakki edecektir. Nitekim bundan önce de böyle olmuştu. Hükümet, 24 saat Kürtçe televizyon yayınlarının başlamasını önemli bir demokratikleşme adımı olarak nitelendirip kendisine önemli bir başarı payı çıkarmaya çalışırken PKK ve BDP yetkilileri bunun Kürt Halkı’nın silahlı mücadelesi sonunda kazandığı çok önemli başarı olduğunu açıklamışlardı. Çok acı da olsa PKK ve BDP’lilerin iddiası doğrudur. PKK, yıllardır yarattığı terör sayesinde bu aciz ve korkak politikacılara istediklerini kabul ettirmiştir. PKK terörü olmasaydı, Kürtçe televizyon yayını, Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulması vs. herhalde bu politikacıların akıllarına gelmeyecekti.
PKK’nın terör sayesinde istediklerini yaptırır hale gelmesi, ülkemizin bütünlüğü aleyhine çok tehlikeli bir gelişmedir. Çünkü PKK bunlarla yetinmeyecektir. PKK’nın duracağı nokta Bağımsız Kürdistan’dır. PKK, o hedefe varıncaya kadar taleplerini sürdürecek, kabul edilmediği durumlarda terörü tırmandıracaktır. Peki, PKK terörü her tırmandırdığında istediklerini kısım kısım da olsa kabul edecek miyiz? PKK, terörü her tırmandırdığında taleplerini kabul etmek akılla, mantıkla, vatanseverlikle izah edilebilecek bir iş değildir. Bunu kabul etmek en hafif tabiriyle korkaklıktır, acizliktir. Daha ilerisini söylemeye dilim varmıyor. Ancak, siz sayın okuyucularımın ne demek istediğimi anladığınızı düşünüyorum.
Hükümetin, PKK’nın talebini kabul etmek demek olan bu uygulamasına karşı öncelikle Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün insiyatifi ele alarak “DUR” demesi gerekmektedir. Çünkü Anayasanın 104. maddesinin 1. fıkrasında “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarını düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” denilmektedir. Anayasa, bu hükümle Cumhurbaşkanına Devletin ve milletin birlik ve bütünlüğünün korunması, Anayasanın uygulanması, Anayasa ihlallerinin önlenmesi görevi vermiştir. Cumhurbaşkanı, bu görevden kesinlikle kaçamaz. Zira Cumhurbaşkanı’nın en öncelikli görevi budur. Ancak, ne hazindir ki, Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda en ufak bir ümit dahi vermiyor. Bilindiği üzere 2009 yılında “Tarihi Fırsat. Güzel şeyler olacak.” sözleriyle Kürt Açılımı’nın yolunu Cumhurbaşkanı Gül açmıştı. Akabinde tüm vatanseverleri derinden yaralayan Habur Rezaleti gündeme gelmişti.
Büyük Önder Atatürk, “Söz konusu vatansa gerisi teferrurattır.” demişti. Evet, şimdi söz konusu olan Vatan’dır. Günümüzün şartlarının 1919 şartlarından farkı yoktur. Ne acı ki, 100. kuruluş yıldönümüne yaklaştığımız şu günlerde Atatürk ve silah arkadaşları ile aziz şehitlerimizin emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü açık tehdit altındadır. Ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü korumak ve kollamakla yükümlü olanlar maalesef görevlerini yapmıyorlar. Peki, Türk Milliyetçileri olarak, vatanseverler olarak, Atatürkçüler olarak buna seyirci kalacak mıyız? Elbette, seyirci kalamayız. Vatanımızın ve milletimizin birliğini, bütünlüğünü korumak için meşru olan her şeyi yapmalıyız. Hükümetin bu çok tehlikeli uygulamalarını sadece kınamak, eleştirmek yeterli değildir. Asıl yapmamız gereken Hükümetin ve yeni ortağı CHP’nin vatanımızın ve milletimizin bütünlüğünü bozacak çok tehlikeli planları hakkında bütün vatandaşlarımızı aydınlatmaktır. Bu konuda göstereceğimiz en ufak ihmal ileride telafisi imkansız ağır sonuçlar doğurabilecektir. Bu sebeple hiç üşenmeden gecemizi gündüzümüze katarak bu aydınlatma görevini yerine getirmeliyiz. Bu görev, çok önemli bir vatan görevidir. Bütün milliyetçilerden, vatanseverlerden, Atatürkçüler’den dileğimiz bu görevin bilincinde olarak üstlerine düşeni yapmalarıdır.