PKK terörü ayaklanma aşamasına doğru ilerliyor; 1992’de olduğu gibi. Kent merkezlerine silah ve cephane yığınağı yapıldığı haberleri geliyor. Dışarıdan kent merkezlerine sızan PKK’lılar, kentteki milisler ile birleşecek. Çatışmalarda evlere sızan milis ve teröristler, halkın arkasına saklanacak. Terör örgütü, TSK’yı meskûn mahalde yani kent içinde çatışmaya zorlayacak. Dünyaya Kürt baharı “sunulacak”.
Bunun böyle göstere göstere olmayacağını düşünebilirsiniz. Oysa 1992 ilkbaharında Şırnak’ın İdil ilçesinde PKK’nın kaymakamlığa ve tabura saldıracağı, İdil’e dışarından sızacak olan PKK’lıların milisler ve halkın arkasına saklanarak güvenlik güçlerine ateş açacağı, askerleri halka ateş açmaya zorlayacağı bilinmekteydi. Nitekim PKK’lılar İdil’e sızdılar, milisler halkın arkasına saklanarak askere ateş açtılar. Asker kaymakam tarafından uyarılmış olmasına rağmen çatışmanın doğası gereği ve meskûn mahal çatışması için eğitilmediğinden kontrolsüz ateş açtı. Olayların hemen bitiminde Orhan Doğan, Selim Sadak ve Leyla Zana, halkı “T.C. halka saldırıyor. Bu ülkede yaşanmaz” diyerek örgütlenmeye ve K. Irak’a göç etmeye zorladı. Bunun için İdil’de toplanan 1000 kişi minibüslerle İdil’in köylerine gitmeyi denedi. Ancak İdil kaymakamı, minibüslerin anahtarlarını toplattığı için kalabalık yürüyerek köy yollarına saptı. Şırnak’ta Tugay Komutanı olan Tuğgeneral Mete Sayar, helikopter ile kalabalığı yukarıdan gördü ve kalabalık köylere gitmeden dağıtıldı.
Olaylardan bir süre sonra gelen duyum üzerine İdil Kaymakamlığı, Ağustos 1992’de PKK’nın İdil’de denediği ayaklanmayı Şırnak’ta da deneyeceğini yazılı olarak Şırnak Valiliğine yazılı olarak bildirmiştir. Bildirmiş de ne olmuştur? Henüz alan hâkimiyeti konseptine geçilmemiş olduğu için Ağustos 1992’de PKK Şırnak’ı basmıştır. Milisler, evlerden askeri birliklerin, polisin, valiliğin, diğer devlet kurumlarının ve devlet yanlısı insanların üzerine ateş açmıştır. Çatışmalar günlerce sürmüştür. Kentin terör örgütünün eline geçmesi tehdidinin yükseldiği saatler olmuştur. Türkiye’nin şansı o günlerde Şırnak Tugay Komutanının Tuğgeneral Mete Sayar olması olmuştur.
2012 yazında aradan 20 sene geçtikten sonra aynı tehdit yaklaşıyor ve yine alan hâkimiyeti konsepti yok. Asker, polis, jandarma karakollara, kışlalara çekilmiş durumda. Önlem, PKK saldırısını beklemek olarak anlaşılıyor. Bölgeye giden bir akademisyen arkadaşım, bir komando birlik komutanının “PKK’nın gelip bizi vurmasını bekliyoruz” mealli bir ifadesini bana nakletti.
Bütün bunlar olurken, Davutoğlu’nun Bağdat yönetimine karşı izlediği politika Barzani’nin desteklenmesinden ibaret. Türkiye, Bağdat yönetiminin onayı olmadan Türk ve yabancı petrol şirketlerinin K. Irak’ta petrol aramasını teşvik ediyor. Bu Irak Anayasasına aykırı. Cengiz Çandar, “Davutoğlu Maliki’den o kadar nefret ediyor ki, Kerkük’ü Barzani’ye vermeye razı” diye yazıyor. Birkaç günden bu yana AKP’lileştirilmek için çok çalışılan Irak Türkmen Cephesinin bir yetkilisinin seçimlere Kürtler ile ittifak yaparak girebileceklerini açıkladığına şahit olduk. Bu açıklamanın Türk Dışişleri Bakanlığının onayı olmadan yapılması mümkün değil. Türkmenleri, kendilerini ezen, yok eden Barzani ile ittifaka zorlamak, Kerkük’ü Barzani’ye vermek demektir. Demek ki, Cengiz Çandar haklıymış.
Öte yandan Davutoğlu’nun Suriye politikası, PKK’ya Suriye’nin kuzeyinde bir bölge hediye etti. Bunu gözden kaçırmak isteyen Davutoğlu, bir açıklamasında Suriye’deki Demokratik Birlik Partisi’nden (PYD) bahsederken, PKK ile ilişkilerinin felsefi yakınlaşmayı aştığını ifade etti. Davutoğlu acaba bu partinin 2003’te doğrudan doğruya PKK tarafından kurulduğunu bilmiyor mu?
Özetle, PKK Türkiye’de ayaklanmaya hazırlanırken, Barzani’yi Bağdat’tan kopmaya teşvik eden, Suriye’de PKK’ya alan açan bir politikamız var. 150 sene sonra bugünleri tarih olarak okuyacak olan torunlarımızın torunları, biz bugün 1800’lerin ikinci yarısının yöneticileri için ne hissediyor isek bugünün yöneticileri için benzer duyguları taşıyacaklar.