Önce Maliye Bakanı Berat Albayrak istifa etti. İstifa nedeni anlaşılamadığı gibi bugüne kadar kendisinden ne bir açıklama geldi ne de kendisinin nerede olduğunu bilen var.
Adeta bir gelenek haline gelen gece yarısı operasyonlarıyla Merkez Bankası Başkanları görevden alınmaya ve göreve atanmaya başlandı. Özerk bir kurumun başkanlarının neden görevden alındığı ya da neden göreve getirildikleri konusunda da kamuoyuna yapılan hiçbir açıklama yok.
İşin ilginç yanı da MB Başkanları her görevden alındığında da dolar tavan borsa taban yapmaya devam etmesidir. Vatandaşın daha da fakirleşip ülkenin ise dış borçlarının artmaya devam etmesidir. Bir gecede tepe yapan doların alış ve satışından bankalar aracılığıyla vurgun yapanların olduğu iddiası ise arşı alayı sarmaya devam etmesidir.
Bir gecede bir dolar bir lira artınca doğal olarak yalnız muhalefetin değil vatandaşın da nevri dönüyor ve dönmeye devam ediyor. Vatandaş “ne oluyor?” sorusunu sormaya devam ediyor.
İşin ilginç yanı yirmi ayda üç merkez Bankası Başkanı değişiyor ve üçünde de aynı para hareketi devam ediyor. Vatandaş yönünden söz konusu olan MB başkanının kim olduğu ya da olmadığı değil parasının değerinin azalmasıydı.
Özellikle son zamanlarda vatandaş bankadaki parasının, borsadaki hissenin değerinin erozyona uğramasını izlediğinde MB ve uygulanan günübirlik mali politikalarla karşı karşıya kalıyor.
MB başkanlarının değişmesiyle birlikte harekete geçen bazı firmaların dövizdeki dalgalanma satışlardan yararlanarak zenginliklerine zenginlik katması da işin diğer bir boyutunu ortaya koyuyor.
Bütün bunlar bilindiği gibi Merkez Bankası ile Hazine arasındaki “Protokol”de 26 Kasım 2018’de bir değişiklik yapılmasıyla başlamıştı. Bu protokol gereği Merkez Bankası’nı da “muhabir banka” sıfatıyla devreye sokulmasının bankanın “128 milyar dolar” olan rezervini tükettiği iddialarını gündeme taşıdı.
Geleneksel usule uygun “ihale” açılmadı ve milyarlarca dolar Hazine ve Maliye’den dolaştırılarak, Ziraat Bankası’nda da ihale açılmadan dövizler satıldı. Dövizler denetlenemeyen bir alana çıkarılıp orada satış işlemleri gerçekleştirildi.
Burada temel sorun iktidarın işini şeffaflık, açıklık ve hesap verebilirlik ilkeleri bağlamında değil denetim dışı yöntemlerle milyarlarca dolarlık işlemler yapmasıdır.
Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan “kasım ayından beri bu yöntemi uygulamıyoruz” deyince de uygulanan yöntemin bir anlamda şaibeli ve yanlış olduğunu ortaya koymuş oluyor.
Muhalefet Merkez Bankası rezervlerindeki 128 milyar doların birkaç yıl içinde nasıl eridiği, nereye ve kime gittiğini sorguluyor. Daha doğrusu görevini yapıyor. Kamuoyunun dikkatini çekmek için afişler asıyor, iktidar ise demokrasi dışı yöntemlerle bunları topluyor.
Merkez Bankası yetkilileri yalnızca yaptığı işlemleri açıklıyor ve “hiçbir şey kaybolmadı” diyor. İktidar ucuz dövizin Merkez Bankasından hangi bankalar tarafından kimler için satın alındığı sorusuna cevap vermiyor.
“Görevi kötüye kullanma, usulsüz satış, haksız kazanç, peşkeş, yolsuzluk, vurgun var mı?” sorusunu muhalefet soruyor. Her iktidar yetkilisinden başka bir açıklama geliyor. Bu işi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Bu soruları sormak muhalefetin, cevabını halka karşı vermek de iktidarın görevidir.
Bakınız! Türkiye’de hala siyasi etik yasası yoktur. Bir bakan kendi firmasından ucuz diye kendi bakanlığına malzeme alabiliyor. Bunun doğal bir işlem olduğunu sanıyor.
İktidar işini sağlam tutup iddiaları susturmak yerine muhalefeti suçlayıp, pankartları indirerek işin içinden sıyrılmak yolunu tercih ediyor.
Muhalefet ise tam da işin sağlam bir yerinden tutmuşken “Menderes’e benzemesin” söylemleriyle dikkatlerin “darbe-kefen” noktasına taşınmasına neden oldu.
Muhalefet darbeyi kefeni bırakıp parayı takip ederse faili bulacaktır!