ANKARA – Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçim yenilgisinin ardından yaptığı değerlendirme toplantıları sonrası yönetim kademelerinde dikkat çeken değişimler gerçekleşti. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin kurultay sürecini de başlattı.
CHP Grup Başkanı Özgür Özel, Genel Başkan seçimi de yapılacak kurultaya ilişkin yaptığı “Sorumluluk almaktan kaçınmayacağım, fedakarlıktan da geri durmayacağım” açıklamasıyla dikkatleri üzerine çekti.
Özel’in bu açıklamasını Genel Başkan adaylığı ilanı olarak değerlendirenler olduğu gibi açıklamanın arkasında bir “niyet”, bir “plan” olduğu yorumunu yapanlar, “Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na saygısızlık ettiğini söyleyenler de oldu.
Kendisi hakkındaki tüm bu yorumlara açıklık getiren Özel, CHP’nin önündeki kritik sürece ilişkin de kapsamlı değerlendirmeler yaptı. Özel’in sorularımıza yanıtları şöyle oldu:
‘BU, HERHANGİ BİR SEÇİM YENİLGİSİ DEĞİL’
Seçim sonrası parti kurulları toplandı. Seçimin kaybedilmesinin nedenlerine dair hangi sonuçlara ulaştınız?
Cumhuriyet’in yüzüncü yılındaki bu seçime çok büyük önem atfettik. Bizlerde ve seçmenimizde yıkım yaratmasının sebebi de hak ettiği şekilde bu seçime büyük bir anlam yüklememiz ve önem atfetmemizdi. O yüzden de herhangi bir seçim yenilgisi değil.
‘BİR BÜYÜK YALANIN BİZİ NERELERE SÜRÜKLEYECEĞİNİ GÖREMEDİK’
Seçimin ertesi gününden itibaren parti kurullarında çeşitli toplantılara katıldım. Bunun yanında Türkiye’nin dört bir tarafında temas ettiğimiz örgütümüzden il başkanları, ilçe başkanları, partinin büyükleri, gençleri fikirlerini söylüyorlar. Birbirinden değerli birkaç tane tespit var. Çağın gereği olan ve rakiplerimizin çok etkili şekilde kullandıkları anlık ölçme ve değerlendirme meselesine gerekli önemi vermediğimiz anlaşılıyor. Meseleye ilişkin kendi okumalarınızı, kendi değerlendirmelerimizi, kendi stratejilerimizi belirledik ama karşımızdaki kamu gücü ve teknoloji kullanılarak yürütülen devasa kampanyanın, dezenformasyonun, ithamların, iftiraların nasıl sonuç doğurabileceğini kestiremedik. O sonuçlar doğduğu sıralarda da ölçüm yaparak durumu fark edemedik. Buna karşı alternatif yöntemleri, iletişim stratejilerini de yeterince geliştirememişiz. Bir büyük yalanın bizi nerelere sürükleyeceğini göremedik.
‘BİZ UMUDU ÖRGÜTLEMEKTE YETERLİ KALAMADIK AMA ONLAR KORKUYU ÖRGÜTLEMEYİ BAŞARDILAR’
Biz insanlara pozitif kampanya, umut, değişim ve bunun sonucunda kazanmayı vaat ettik. Oysa karşı taraf hiç çekinmeden ve şimdi anlaşılıyor ki hesaplayarak, ölçerek negatif bir kampanyayı örgütledi. Pozitif kampanyanın negatif kampanyayı yeneceğini düşünmüştük ancak işin içine, kamu televizyonları, Anadolu Ajansı, devletin büyük paraları ve teknolojik olarak büyük bütçeler girince başaramadık. Biz umudu örgütlemekte yeterli kalamadık ama onlar korkuyu örgütlemeyi başardılar. Bunların hiçbirisini mazeret olarak görmüyorum. Bu boyuttaki bir riski, bir hamleyi görüp halledememiş olmak önemli bir sorun.
Bunun yanında birçok sebep sayılabilir. Örgütlenme modelimizde, iletişim stratejilerimizde eksiklik var. Adayın açıklanmasındaki gecikme, zaman zaman ittifak içinde yaşadığımız türbülanslar da etkili oldu.
‘ÖLÇME DEĞERLENDİRME YERİNE MÜZAKERE YÖNTEMİNİN BENİMSENMESİ SEÇMENİN İTİRAZINA SEBEP OLDU’
Bazı şeyleri seçmenimize iyi anlatamadık. Mesela yaptığımız ittifak aslında stratejik ve sayısal bir ittifak. Seçim kanunu değişince yapılması gereken listelerde ortaklaşmaktı. Siz aslında listenizin örneğin dördüncü sırasını kesip öbür partiye yolluyorsunuz. Listenin o sırasının o partiye ait olduğunu, yapılan işin stratejik ve aritmetiksel bir ittifak olduğunu, bir siyasal ittifak olmadığını anlatamadık. Belki onlar ilan etmeliydi. Listeler bizim ağzımızdan duyulunca seçmen “Bana buna niye oy verdirtirsiniz” gibi bir reflekse girdi. Seçmen bu refleksi gösteriyorsa biz bunu doğru anlatamadık demektir.
Demek ki ne olmalıydı? İttifakın bir iç hukuku olmalıydı. Bu iç hukuk çok önceden ilan edilmeli ve herkes biliyor olmalıydı. “Seçimden önce belirli aralıklarla üç firmanın yapacağı toplam altı anketin aritmetik ortalamasını alacağız buna göre milletvekili dağılımına karar vereceğiz” diyebilirdik. Ölçme değerlendirme yerine müzakere yöntemini benimsemiş olmamız hem seçmenin itirazına hem de seçimin sonuçlarıyla uyumsuz bir dağılıma sebebiyet verdi.
‘SEÇİMDEN SONRA TATMİN EDİCİ BİR AÇIKLAMAYI ORTAYA KOYMA NOKTASINDA EKSİK KALDIK’
Az önce net bir şekilde ortaya koyduğunuz tespitleri, makul bir süre içinde seçmeninize aktarmakta geç kaldığınız ve seçmende ayrıca bir kırgınlık yarattığı yönündeki yorumlara katılır mısınız?
Aslında ilk üç gün büyük bir yas evi gibi tam bir sessizlik vardı. Bu sessizlik, tabanımızın makul bir süre bekleyip artık ayrıntılı değerlendirmeler duymak istediğini gösteriyordu. Toplantıları yaptık, orada bir sıkıntı yok. Ama seçmenin beklediği şeffaflıkta, tatmin edici bir açıklamayı ortaya koyma noktasında geciktiğimizi, eksik kaldığımızı kabul etmek gerekiyor. Ama henüz geç değil. Sonrasında bu konuda peşi sıra gelen açıklamalarla bir bekleme dönemine girildi. Pozitif bir duyguya bürünüldüğünü söyleyemem. Negatif duyguların bertaraf edildiğini de söyleyemem. Ama sağlıklı bir seçim değerlendirmesi ve yol haritası konusunda izleme ve en doğrusunun yapılacağını ümit eden bir kredi açma süresi içerisindeyiz diye düşünüyorum.
‘BİZ SEÇİMDE 100 ÜZERİNDEN 48 ALDIK’
Cumhur İttifakı’nın negatif kampanyayı, korkuyu başarılı bir şekilde örgütlediğini ama sizin pozitif kampanyayı, umudu örgütlemekte yetersiz kaldığınızı ifade ettiniz. Öte yandan ilk turdaki pozitif kampanya dilinin ikinci tura geçildiğinde keskin bir dönüşüme uğradığını gözlemlediğimiz bir süreç yaşadık. İkinci tur kampanya dilindeki bu dönüşümü nasıl açıklıyorsunuz?
Pozitif kampanyanın örgütlenmesiyle ilgili yapılması gereken yapıldı ama onlar sonuç aldı, biz alamadık. Daha doğrusu biz 100 üzerinden 48 aldık. İşin bazı kısımlarını 80’lik yaptık, bazı kısımlarını 30’luk yaptık. Ortalaması 48 oldu. Yani her yaptığımız yanlış değildi ama bir sürü yanlış yaptık.
İkinci turun kampanyasına gelince; birinci turda seçmenin nasıl manipüle edildiğini gören ve birinci turda da söylediklerini duyurabilmeyi ümit ettiği için biraz yüksek ses tonuyla söylenen bir kampanyaydı. Yoksa Suriyelileri göndereceğini, Anayasa’nın ilk dört maddesine sadakati, terörle herhangi bir iş birliğinin olamayacağını zaten söylüyordu CHP. Ama
yapılan hızlı değerlendirmelerde bu konudaki anti propagandaların seçmeni çok etkilediği söylenince, bu kısım ilk turdaki pozitif söylem kısmına göre daha ağır bastı. Sonuç verdi mi? Oylar arttığına göre bir miktar verdi. Ama oylar ihtiyacın yarısı kadar arttı.
‘SAKINCALI GÖRDÜĞÜM ŞEY DEĞİŞİMİ SADECE KİŞİLERE İNDİRGEMEK’
Partinizde seçimden sonra başlayan değişim tartışması ve kimilerine göre yetersiz olan değişim hamleleri var. MYK’da büyük oranda bir değişiklik oldu. Genel Başkan danışmanlarıyla yolları ayırdı. Meclis grup yönetiminde değişiklikler oldu. Bu adımlar yeterli mi? Siz Cumhuriyet Halk Partisi’nde nasıl bir değişim yaşanması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçmenin yazdığı mektubu iyi okuması gerektiğini düşünüyorum. Bizim şu mesajı almamız gerekiyor: Aynı şeyleri tekrar ederek aynı sonucu alamazsınız ve bunun için değişmeniz lazım. Burada sakıncalı gördüğüm şey değişimi sadece kişilere indirgemek. Partideki yapısal sorunlara, partinin siyasette nereye konumlandığına, kendini nasıl tarif ettiğine doğru bakmamız lazım.
‘CHP KİMİN YANINDA, KİMİN KARŞISINDA DURACAĞINA DEĞİL NEREDE DURACAĞINA KARAR VERMELİ’
Ben bu süreçte CHP’nin kiminle birlikte duracağını değil nerede duracağını tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. “Şununla yan yana mı olmalıyım? Bunun karşısında mı olmalıyım? Burada durursam bana laf eden olur mu?” CHP kiminle duracağına, nerede duracağına, kimin karşısında duracağına, kimin yanında duracağına değil; nerede duracağına karar vermeli. Kendini doğru tarif etmeli. Bence ilk düğme bu. Bu düğmeyi yanlış ilikleyince geri kalan tüm düğmeler yanlış ilikleniyor. Sona geldiğinde telafi edemiyorsun artık.
‘CHP’NİN SOL, SOSYAL DEMOKRAT KİMLİĞİNİ UNUTMAMASI VE GEREKİYOR’
Tabii 2018’den bu yana yürütülen ittifak siyasetini, buna verilen büyük emeği, Türkiye’nin neredeyse yarısını barıştırmış, kucaklaştırmış olmasının kazanımlarını önemsiyorum. Ama bunun yanında Cumhuriyet Halk Partisi’nin sol, sosyal demokrat kimliğini unutmaması ve bunu doğru tarif etmesi gerekiyor. Kendisinden daha solda olanlarla, kendisinin durduğu yer açısından da kıymetli olan yapılarla temastan kaçmaması gerekiyor. Toplumun ezilen kesimlerini, kimsenin sahip çıkmadığı kesimlerini, toplumun sadece oy almak için yönelilen ve sonra unutulan kesimlerini sahiplenmek gerekiyor. Buradan örgütlenmeye başlamak gerekiyor. Elbette tersane işçileri, elbette madenciler, elbette tarım işçileri önemli, bunları asla ihmal edemeyiz. Ama bunlarla birlikte motokuryeleri, beyaz yakalıları, mavi yakalıları, gri yakalıları, plazada emeği sömürülenleri görmek gerekiyor. Uzaktan çalıştırılan ve sürekli
çalıştırılan, emeği sömürülenleri görmek gerekiyor. CHP’nin görülmeyenleri görmesi gerekiyor. Bunun için çalıştayların, kurultayların yapılması, buna kafa yorulması, buna yönelik hazırlıkların yapılması gerekiyor.
Birinci genel başkanımız “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyor. Böyle bir Cumhuriyet’i hedefleyelim. Bunu yapabilmek için de kendimizi doğru anlatalım.
Siyasal konumlanma açısından isimleri tartışmak önemli ve elbette siyasetin kaçınılmaz bir gerekliliği. Ama hem o isimlerin iktidara geldiğinde ne yapacağını doğru tarif etmesi lazım hem de bundan sonraki yöneticilerin partiyi nerede konumlandıracaklarını çok doğru tartışması lazım. Bu karar ilk düğmedir.
‘CUMHURİYET HALK PARTİSİ’Nİ HALKA ARZ ETMELİYİZ’
Biz 100 üzerinden 48 aldık, olmadı. Umutları yerle yeksan edip de “olmuyor” demek yerine bir yöntem önermek lazım. Yıllarca bir şekilde yönetilmiş ve bir yere gelmiş şirketler bazen büyümek için bir “sermayeye”, soluğa ihtiyaç duyarlar. Bizim de siyasal sermayeye ihtiyacımız var. Bir desteğe, gönülden bize yatırım yapacak birilerine ihtiyacımız var. Bunun için de Cumhuriyet’in yüzüncü yılında Cumhuriyet Halk Partisi’ni halka arz etmeliyiz. Ve sonra da “Kararı biz vermeyeceğiz, kararı hep birlikte vereceğiz. Gelin birlikte olalım” deyip onlardan talep toplamamız lazım. Çünkü halka arz aşamasındaki önemli ikinci adım talep toplamadır. Kendimizi halka arz edip, talebi toplayalım ve ondan sonra ilerleyelim. Bizim bu ülkenin gerçek sahiplerine, o beşeri sermayeye ihtiyacımız var. Siyasi bir sermayeye ihtiyacımız var. Hem bize oy veren 25 buçuk milyon desteğini sürdürerek bu büyük siyasi sermayeye katkı sağlayabilir hem de oy alamadığımız 27 buçuk milyonun içinde bizi hızla büyütecek bir siyasal ve beşeri sermaye var ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelmek için an kolladıklarını düşünüyorum.
‘CHP’NİN GERÇEK SOSYAL DEMOKRAT BİR ÇİZGİSİ OLMALI’
CHP’nin kiminle birlikte duracağını değil nerede duracağını tartışması gerektiğini söylediniz. CHP’nin politik ve ideolojik konumlanışının net olmadığına, siyasi yelpazenin en sağından en soluna söylemler üretildiğine dair eleştiriler de var. CHP’nin sosyal demokrat kimliğini unutmaması gerektiğine dair ifadeleriniz oldu ama biraz daha netleştirmek adına size göre Cumhuriyet Halk Partisi’nin politik, ideolojik hattı nedir, ne olmalı?
Gerçek sosyal demokrat bir çizgi olmalıdır. Bu sosyal demokrasi, Alman sosyal demokratların yaşadığı değişim ve dönüşümü doğru okuyan, İngiliz İşçi Partisi’nin yaşadığı savrulmayı da yaşamayacak, bundan endişe eden bir çizgide olmalı. Nasıl bir dönüşüm dersek; Alman sosyal demokratların yaşadığı, yaşattığı gibi bir dönüşüm. Parti yönetimi açısından, kendi tüzükleri açısından, parti içi demokrasileri açısından, üyeyle temasları, üyeyi yönetime dahil etmeleri açısından ve ülkenin önüne koydukları vizyon açısından böyle olmalı. Seçim kazanmak uğruna İngiltere’de Tony Blair’in yaptığı gibi İşçi Partisi’ni kimliğinden koparan bir savrulmadan da sakınmak lazım.
‘8 YIL CHP’DE GRUP BAŞKANVEKİLLİĞİ YAPMIŞ BİRİSİ ONUN YARARINA, BUNUN YARARINA TUTUM ALMAZ’
Adaylıkla ilgili çokça tartışılan, pek çok tarafa da çekilen açıklamalarınız oldu. “Sorumluluk almaktan kaçınmayacağım, fedakarlıktan da geri durmayacağım” dediniz. Bu sözlerinizin ardından “Tavşan aday” olduğunuz yorumları yapıldı. “İmamoğlu’nun elini rahatlatmak için böyle bir açıklama yaptı” da dendi, “Kılıçdaroğlu’nun elini rahatlatmak için böyle bir açıklama yaptı” da. Doğrusu ne?
İkisi de doğru değil. Cumhuriyet Halk Partisi gibi bir partide grup başkanlığı yapan, 8 yıl grup başkan vekilliği yapmış birisi böylesine bir seçim yenilgisinden sonra bir tutum belirliyorsa o tutumu onun yararına, bunun yararına almaz. Sadece ve sadece partinin ve toplumun üstün yararına dayalı olarak belirler.
‘ÜYELER VE DELEGELER KİŞİLERİ DEĞİŞTİRMEK İSTİYORSA BUNA HİÇBİRİMİZ DİRENEMEYİZ’
Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçim sonuçlarını doğru okumasını, korkmadan tartışmasını ve seçmenin ve üyenin beklentilerine yönelik bir değişimi, dönüşümü yaşamasını kaçınılmaz buluyorum. Orada eksik gördüğüm hususlara yönelik kendi açımdan bir tanımlama yaptım: “Değişim kararlı ve vefalı olmalıdır” dedim. Seçimden çıkmışız, hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Bir değişim olmalı. Bu değişimde doğrudan kişileri tartışmıyorum. Ama elbette ki toplum kişileri tartışmak istiyor ve üyeler ve delegeler kişileri değiştirmek istiyorsa buna da hiçbirimiz direnemeyiz. Ama kişileri tartışmak yerine biraz önce yaptığımız tartışmaları da kıymetli buluyorum.
‘DEĞİŞİM VEFALI OLMALI, HEPİMİZDE VE ÜLKEDE EMEĞİ OLAN GENEL BAŞKAN YIPRATILMAMALI’
Değişimin vefalı olması gerektiğini de söyledim. 25 buçuk milyon oy almış, partide önemli bir dönüşümü 10 yıldır sağlamış, hepimizde emeği olan, partiye ve ülkeye emeği olan birisinin de haksız yere yıpratılmaması gerektiğini de düşündüm. “Kazandıysan baş tacısın, kazanmadıysan yer altısın”, böyle bakmamak gerekiyor. Bunu bazen iki tarafın, iki fikrin savunucuları da istismar ediyorlar. “Kazansaydık olacaktı, ne değişimi, ne dönüşümü” diyen de yanlış düşünüyor, “Kardeşim kaybetti işte. En sert şekilde bir değişime zorlanmalıdır” diyen de. Bizim sorumluluğumuz doğruyu yapmak. Geciktirmeden, doğru zamanda, doğru şekilde ve hiç kimseyi üzmeden, rencide etmeden. Sayın Genel Başkan’ın taşıdığı kimlikleri de görmek lazım. En önemli kimliği de Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olma kimliğidir. Yani Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunda oturuyor.
Benim açıklamamdan sonraki süreçte her şeyin altında bir şeyler arayanlar “danışıklı dövüş” dedi. Kimi de “Aslında aday olmayacak da şöyle yapacak, böyle yapacak” dedi. Bunların hiçbiri doğru değil. Sorumluluk almaktan da fedakarlık yapmaktan da kaçmayacak bir çizgideyim. Bunun için de partinin cesaretle tartışmasını, cesaretle ilerlemesi gerektiğini, kişilerin ve partinin kurumsal kimliğinin hukukuna da uygun şekilde davranması gerektiğini düşünüyorum.
‘ADAY OLMAM GEREKİYORSA OLACAĞIM, KENARDA DURMAM GEREKİYORSA DURACAĞIM, ORTAKLAŞMAM GEREKİYORSA ORTAKLAŞACAĞIM’
Hangi durumda sorumluluk alacaksınız? Partinizde yürütülen tartışmalar sonucunda isim düzeyinde bir değişiklik yapılması gerektiği sonucu çıkar, sizin isminizde bir uzlaşı sağlanır ve aday olmanız istenirse aday olacağınız sonucunu çıkarabilir miyiz?
Hayır. Ben aksine şöyle bir şey söyleyeyim. Genel başkan adayı olmak için bir icazet, bir davet veya bir el verme gibi bir şeyi de doğru bulmam. Veya adaylığınız bir büyük uzlaşmayı, bir büyük birlikteliği, bir büyük yol yürümeyi, bir büyük arayışı tıkıyorsa burada ısrarı da doğru bulmam. Benim yaklaşımım şu; biraz önce bahsettiğimiz yapısal değişim ve dönüşüm ki bu böyle sadece benim tarif edeceğim bir şey değil, çok kolektif bir akılla doğru hat çizmemiz gerekiyor, ben bu tartışmayı yapmaya ve yaptırmaya adayım. Bunun sonucunda genel başkan adayı olmam gerekiyorsa olacağım, kenarda durmam gerekiyorsa duracağım veya ortaklaşmam gerekiyorsa ortaklaşacağım. Ne bir kişi ne bir taraf ne de kendimi dayatırım.
‘‘VEKALETİNİ YÜRÜTÜRKEN ADAY OLDU’ TARTIŞMALARI TEKNİK GERÇEKLİKTEN YOKSUN’
Bir başka tartışma da CHP’nin Meclis Grup Başkanı olarak genel başkan adaylığı ile ilgili açıklama yapmanızın etik olmadığına ilişkin. CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu’nun da bunu ima eden açıklamaları var. Siz de az önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun emeklerini hatırlattınız, oturduğu koltuk gereği yıpratılmaması gerektiğini de ifade ettiniz. Bu ‘etik’ tartışmasını nasıl yorumlarsınız?
Ben geçen sene grup başkanvekiliyken böyle bir şey olsaydı zaten adaylıkla ilgili böyle bir açıklama yapmazdım. Çünkü Grup Başkanvekiliydim, Genel Başkanımın Meclis’teki vekiliydim. Ben bugün grup başkanıyım ve ne Anayasa ne iç tüzük ne de parti tüzüğümüz Grup Başkanını Genel Başkanın vekili olarak tarif etmiyor. O, Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekili olmayan ilk Genel Başkanı, ben de Genel Başkan olmayan ilk Grup Başkanıyım. Vekaletini yürütürken aday oldu tartışmaları teknik gerçeklikten yoksun.
‘GENEL BAŞKAN’LA GÖRÜŞTÜM, KIRGINLIĞI DA YOK, ‘SAYGISIZLIK’ GİBİ BİR ÇIKARIMI DA’
Ancak meseleye “yıllarca vekaletini yürüttüğü, kendisine çok güvenen birisine karşı aday oluyor” diye bakıyorlarsa ben sadece şunu söylüyorum, Genel Başkan’la benim açıklamamdan sonra bir araya geldik ve geçmişte olduğu gibi son derece samimi, son derece yapıcı ve birbirine saygılı bir çerçevede geçti görüşme. Ne Genel Başkan’da bir kırgınlık var ne bende. Açıklamalarımın ertesi günü baş başa haftalık görüşmemizi yaptık. Bu meseleye ilişkin güvensizlik, saygısızlık, etik olmama gibi bir çıkarımı yok.
Ben Grup Başkanı olarak “Genel Başkan’dan bağımsızlığımı ilan ettim, Genel Başkan’a kafa tutuyorum, bayrak açıyorum” gibi bir şey söz konusu değil. Ben değişim sürecinin sağlıklı tartışılması gerektiğini, bunun kişilere indirgenmesinin Genel Başkan’a da haksızlık olacağını, günü geldiğinde sorumluluk almaktan da fedakarlık yapmaktan da kaçmayacağımı söyledim.
Partinin de değişim tartışmasının içinde herkesin pozitif katkı vermesine ihtiyacı var.
Kimsenin kimseye düşman olmasına veya kimsenin kimseye rakip olmasına gerek yok. Bizim Genel Başkanımız böyle yapmıyor. Yapmayacağını düşündüğümüz için Cumhurbaşkanı adayımızdı. Türkiye’yi kutuplaşmadan kurtarıp, kucaklaştıracak dediğimiz kişinin partiyi kutuplaştırmasını kimse beklemesin. Avrupa’da da birçok sosyal demokrat partide partilerin grup başkanları ve genel başkanlarının farklı çok ayrıntılı tartışmaları, zenginleştirerek sürdürdükleri pozisyonlar var. Ve bu sosyal demokrat partilerin zaafı değil gücüdür. Birisi kurultayca seçilen organ, birisi halkın seçtiği milletvekillerinin seçtiği grup başkanı. Birbiriyle dayanışan, tartışmaları farklı açılarda sağlıklı yürüten ve birbirlerine güç veren yapılardır. Bir hiyerarşi soruyorlarsa partinin genel başkanı bütün üyelerin üzerindedir. Ama partinin Grup Başkanı’na “Senin bu ifaden etik değil” teknik ve siyasi gerçeklikten de dünya örneklerinden de kopuktur. Dünya bakışı olarak da sağ bir bakış açısıdır.
‘AÇIKLAMALARIMIN ARDINDAN GENEL BAŞKANIN BENİ KOLLAYAN, YAPICI TAVSİYELERİ OLDU’
Adaylıkla ilgili açıklamalarınızın ardından Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığınız görüşmede bir kırgınlık olmadığını söylediniz. Bu görüşmeye ilişkin aktarabileceğiniz başka detay var mı?
Son derece yapıcıydı. Sitem eden bir noktada değildi. Ama beni koruyan ve kollayan bir tutumu vardı. Bu süreçte neleri yapmamın doğru, neleri yapmamın yanlış olabileceğine dair yapıcı uyarıları oldu. Bunun “adaylığımı destekliyor, akıl verdi” gibi anlaşılmasından korkarım. Herhangi bir başka arkadaşımız, benim gibi bir açıklama yapsa ondan da esirgemeyeceği, tecrübesine dayanan birtakım tavsiyeleri oldu.
Bahsettiğiniz çerçevede sorumluluk almanız gerekirse adaylığınızı resmen açıklayacağınız bir tarih aralığı öngörebiliyor musunuz?
Kimsenin sabrını taşırmadan ama aceleye de getirmeden, yeterince konuştuktan ve tartıştıktan sonra. Önce olgunlaşması gerekenin Cumhuriyet Halk Partisi’nin yol haritası olduğunu düşünüyorum. Buna katkı vermek istiyorum. Sonra adaylaşma meselesini olabilecek tüm aktörler gibi ben de değerlendireceğim. Dediğim gibi adaylaşabilirim, fedakarlık yapabilirim ya da ortaklaşabilirim. Bunların hepsi seçenek. Bir iddiaya sahip miyim? Doğrusunu yapma iddiasına sahibim. Kimseyi üzmeyeceğim, kırmayacağım, benden ümidi olan kimsenin ümitlerini boşa çıkarmayacağım, kimsenin aklıyla alay etmeyeceğim. Bu süreç tamamlandığında hiç kimse, “Gördünüz mü Özgür Özel aslında el almış, aslında tavşan adaymış, kendisini dayatıyormuş” demeyecek. Aday da olsam vaz da geçsem herkes, “Gördünüz mü Özgür Özel doğrusunu yaptı” diyecek.
Kurultay sürecinin takvimsel olarak nasıl işleyeceğine ilişkin bir bilinmezlik var. Sizce kurultay yerel seçimlerden önce mi olmalı, sonra mı?
Yerel seçimlerden önce kurultayı yapmak lazım. Milletvekili seçiminde aradığımızı bulamadığımız, Cumhurbaşkanı adayımızı seçtiremediğimiz bir süreç. Bundan tek başına kimse sorumlu değil, hepimiz sorumluyuz. Bunun bir hesap görmesinin olması lazım. Siyasette hesap görmenin meşru alanı sandıktır. Ertelenmiş bir kongremiz var. Kongremizi zaman geçirmeden yapıp üyemizle, delegemizle hesap görmenin ve onların hesap sormasının, karar vermesinin zamanıdır. Eğer bunu geciktirirsek üyemiz, seçmenimiz önüne gelen ilk sandıkta bizimle hesaplaşır. Hak ettiğimizin çok gerisinde bir sonuç alırız.
Çok adaylı bir kongre yarışı olur mu?
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Meclis’te grubu bulunan diğer partilere göre en önemli üstünlüğü Genel Başkanı çoklu yarışta seçebiliyor olmasıdır. Bu bir dezavantaj değil, avantaj. AKP’de durum ortada. MHP’de deneyenler farklı parti kurdular. İYİ Parti henüz böyle bir şey deneyimleyemedi. HDP’de dahi eş genel başkanlar belirlenmiş olarak salona geliyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu durumu bir eksiklik değil, olması gereken ve bu bir güç. O yüzden çoklu yarışı “CHP birbirine düşer mi” gibi görmemek lazım. Ama ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin önündeki süreçte “birleşe birleşe kazanacağız” sloganının üyelerin ve delegelerin de genel ruh hali olabileceğini ve en büyük mutabakatın aranabileceğini görüyorum. Ama bu bir mahkumiyet değil, bu bir öneri olabilir. Aksine tercihler, bir yarışma tercihi de son derece meşrudur.
‘İMAMOĞLU’YLA İLGİLİ RİSKLERİ SANKİ O GÖRMÜYORMUŞ GİBİ KONUŞMAK DOĞRU OLMAZ’
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun adı da CHP Genel Başkan adaylığı için sıklıkla geçiyor. Kendisinin adaylığı önünde İstanbul’un kaybedilmesi ve siyasi yasak gibi birtakım engeller olduğu da konuşuluyor. İmamoğlu’nun olası Genel Başkan adaylığına ilişkin ne söylersiniz?
İmamoğlu toplumda çok ciddi karşılığı olan, insanların çok sevdiği ve seçmenle de çok farklı bir ilişki kurabilen partimizin önemli bir değeri. Geleceğe yönelik olarak onun kendisini nerede görmek istediği de son derece önemli, insanların onu nerede görmek istediği de çok önemli bir mesaj. Bunu tabii kendisi değerlendirecek, benim onun adına değerlendirmem mümkün değil. Ayrıca İmamoğlu’yla ilgili riskleri sanki o görmüyormuş gibi konuşmak da doğru olmaz. Kendisi zaten en doğru şekilde tüm ihtimalleri analiz ediyordur ve kendi kararını verecektir.
Benim kendisi ile yaptığım bütün görüşmelerde de ortaklaştığımız noktanın partimizin ve ülkemizin çıkarı olduğunu görüyorum. Kemal Bey’in de Ekrem Bey’in de benim de partideki tüm politika üreticilerinin de bu noktada ortaklaşacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
‘ADAYLIK İLAN ETSEM ÖNCE EŞİM VE KIZIMIN SONRA KEMAL BEY’İN HABERİ OLUR’
Bu süreçte Ekrem İmamoğlu’yla adaylık tartışmalarına ilişkin bir görüşmeniz oldu mu?
Ben adaylık ilan etmedim. Edecek olsam önce eşim ve kızımın, sonra Kemal Bey’in haberi olurdu. Sonra da adı geçen diğer kişi olarak Ekrem Bey’in mutlaka haberi olurdu. Ondan sonra kamuoyunun haberi olur. Doğrusu budur. Ama ben adaylık ilan etmedim. Ben sadece doğru tartışmalar yapmamız gerektiğini söyledim. Bana sorulan soru, “Genel Başkan adaylığı da dahil mi” diye gelince “Genel başkan adayı olmak da dahil, fedakarlık yapmak da dahil” demiştim. Hala aynı çizgideyim.
Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Özel üçlü görüşmesi bekleyelim mi?
Hayır. Sayın Genel Başkan bu konuda adı geçenlerle birlikte konuşmak, değerlendirmek isterse olabilir ama “üçlü görüşme organizasyonu” gibi, üç kişinin bulunduğu bir müzakere ortamı, masa gibi bir şey olmaz. Çok daha samimi bir ortamda gelişir ihtiyaç olursa.