ÖZEL RÖPORTAJ – Dr. Fikret Bayır

featured
şükran kulakoğlu

Zafer Partisi Milli Güvenlik Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Emekli Kurmay Albay Dr. Fikret BAYIR, Haberiniz’e konuştu.

Fikret BAYIR; iç ve dış tehditler, sığınmacı ve kaçakların milli güvenliğe tehdidi, TSK’nin sınır ötesi operasyonları, İktidar ve muhalefetin Şeyh Sait yaklaşımını, Mavi Vatan’da verilen tavizler, 15 Temmuz kalkışmasından sonra Türk Ordusu’nun getirildiği durumu ve Zafer Partisi’nin bütün bu konulara karşı yaklaşımını ve çözümlerine dair planlarını editörümüz Şükran KULAKOĞLU’nun özel röportajında anlattı.

ŞÜKRAN KULAKOĞLU:


Sayın Bayır, öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Röportajımıza siyasetçi kimliğinizden ziyade kurmay subay ve güvenlik politikaları uzmanı kimliğiniz ile başlamak istiyorum.
Türk Askeri dağda zorlu şartlarda mücadele ederken ovada neler oluyor?

ŞEYH SAİT OLAYIN DA, HEM MUHALEFET HEM DE İKTİDAR KANADI BUNUN TARAFI OLDULAR ve TABİRİ CAİZ İSE BU İŞİ KIŞKIRTTILAR.

Dr. FİKRET BAYIR:

Ovada farklı bir yapı var. Seçime gidilen mevcut süreçte, siyasi gerginliğin ve kutuplaşmanın daha da artmasına bilinçli olarak zemin hazırlayan bir yapı var. Bu gerginlik ortamında dikkat ederseniz yapay bir şekilde yeniden Şeyh Sait konusu gündeme taşındı. Şeyh Sait tartışmasında, hem muhalefet hem de iktidar kanadı bunun tarafı oldular ve tabiri caiz ise bu işi kışkırttılar.

Bu gerginlik ortamında, Irak’ın kuzeyinde, Mart 2018 den bu yana devam eden Pençe serisi operasyonlardan Pençe-Kilit operasyonunda, PKK terör örgütünün iki gün içinde iki ayrı birliğe saldırı gerçekleştirdi ve ne yazık ki 12 şehit verdik. Şehitlerimiz ile birlikte ortam daha da gerildi.

Şehitlerimize elbette çok üzüldük, ciğerimiz yandı. Bu vesile ile Şehitlerimize rahmet diliyoruz ve ailelerine sabır diliyoruz. Milletimizin başı sağ olsun.

ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Terör örgütlerinin siyasi ayağı ile mücadele edildiğini düşünüyor musunuz?

CUMHURİYETİMİZİ HEDEF ALAN HER TÜRLÜ TERÖR YAPILANMASI VE TEHDİTLERE KARŞI TOPYEKÛN MÜCADELE EDİLMELİDİR!

Dr. FİKRET BAYIR:
Terörün siyasi ayağı veya adeta siyasi şubesi konumundaki yapılarla mücadele edilmediğini görüyoruz. Buna ilave olarak, Türkiye’de terörle mücadele alanında, siyasi alanda bir bütünlük olmadığını, hatta siyasetin belli bir kesimin terör üzerinden hatta bazı kesimlerin şehitler üzerinden siyaset yapmaya çalıştığını üzülerek izliyoruz!

Bazı değerler çok kutsaldır, siyaset üstüdür. Günlük siyasi çıkarlar için istismar edilmemelidir. Ama yine anlaşılan o ki, kimi siyasi kaynaklar için, bu temel değerleri istismar etmek adeta siyasi sermayeleri haline dönmüş. Oysa üniter devlet yapımızı, ulus devlet yapımızı ve bütünlüğümüzü koruyabilmek için, terörle mücadelede, önce siyasi alanda kararlı ve bütüncül bir yapı sergilemek gereklidir. Bu bütüncül yapı ve birlik beraberlik içinde, Cumhuriyetimizi hedef alan her türlü terör yapılanmalarına karşı topyekûn mücadele edilmelidir.

 

ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Muhalefet ve iktidarın Şeyh Sait konusunda sergilediği tavrın mahalli idareler seçimi ile bir bağı var mıdır?

BUNUN İÇ VE DIŞ GÜVENLİK OLMAK ÜZERE İKİ BOYUTU OLDUĞUNU KONUŞMAK LAZIM. KISA VADEDE TERÖR VE ŞEHİTLERİMİZ ÜZERİNDEN BİR TAKIM SİYASİ KAZANIMLAR ELDE ETMEYE ÇALIŞTIKLARINI GÖRÜYORUZ!

Dr. FİKRET BAYIR:
Bugün hem iktidar kanadı hem de ana muhalefet kanadının, terörle mücadele konusunda net bir tutum sergileyemediklerini görüyoruz! Örneğin iktidar kanadı, anladığımız kadarı ile DEM Parti ile siyasi pazarlıklar yapmaktadır. Bu kapsamda, Diyarbakır’da bir caddeye; Cumhuriyet’in kuruluş döneminde bu vatana ihanet etmiş ve İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanarak asılmış olan bir vatan haininin ismini vermekte sakınca görmemektedir. Cumhur İttifakı içinde yer alan MHP ise DEM Partiyi eleştirirken, Hüda-Par’ı adeta görmezden gelmektedir. Oysa her iki parti de Kürdistan hedeflemektedir. Birinin Kızıl, diğerinin Yeşil Kürdistan hedeflemeleri, bunların her ikisini de bölücü tarafta konumlandırmaktadır.

Diğer tarafta, Ana Muhalefet Partisinin de Şeyh Sait’e karşı net bir tavır takınamadığını izliyoruz. Cumhuriyetin kurucu partisi olmasına rağmen CHP’nin DEM parti ile artan iş birliği talebi ve bu yöndeki girişimleri, tarihsel mirasına sahip çıkamayıp, başka bir yöne savrulduğunu göstermektedir.

Bunun Türkiye’ye yönelik iç ve dış tehditler olmak üzere iki konuda etkisi olduğunu konuşmak lazım. Bazı siyasi partilerin, kısa vadede, terör bağlantılı konular üzerinden ve şehitlerimiz üzerinden bir takım siyasi kazanımlar elde etmeye çalıştıklarını anlıyoruz. Fakat bir güvenlik bilimci olarak şunu ifade etmem gerekiyor: Güvenlik konularında kısa vadeli kazanımlar elde etmeye çalışırken, ulusal güvenliğinizi uzun vadede hesapsız risklere atabilirsiniz. Türkiye’nin, mevcut durumda, güvenlik haritasına baktığımızda, iç ve dış tehditler bağlamında yoğun olarak hedef alındığını görmemiz gerekiyor.

ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Biliyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti’ni bekleyen tehditler PKK ile sınırlı değil. Diğerleri hakkında ne söylenebilir?

TÜRKİYE’NİN KITA SAHANLIĞI/MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGESİNE YÖNELİK JEOPOLİTİK SALDIRI GİRİŞİMİNLERİNE MEVCUT HÜKÜMETİNİN BOYUN EĞDİĞİNİ GÖRÜYORUZ.

Dr. FİKRET BAYIR:
Güvenlik resminde ilk olarak, dış tehditlere bakmak lazım. Dikkat edilirse Türkiye’nin güneyinde Rusya ve ABD ile sınırdaş olduk. Bu bölgedeki enerji yapılarına sahip çıkmak isteyen bu emperyalist ülkeler, askeri olarak fiilen bölgeye yerleşmiş durumdalar.

Özellikle ABD’nin, Irak’ın kuzeyinden başlayan ve Akdeniz’e erişimi olan bir “Garnizon Terör Devletinin” kurulması için çalıştığını görüyoruz. Bu amaçla, PYD/YPG’ye yapılan askeri yardım ve eğitim desteği ile PKK’nın bu bölgede sözde “ordulaşmaya” başladığı dikkatle izlenmektedir. Bu girişimler, Türkiye’nin üniter ve egemen yapısına doğrudan bir tehdittir.

Benzer şekilde, Türkiye’nin bulunduğu jeopolitik arenada belirsizlik ve siyasi kargaşa devam etmektedir.  Karadeniz’in hem doğusunda hem batısında hala sıcak çatışmalar devam etmektedir. Ege’de 22 ada ve adacığın, fiilen Yunanistan tarafından işgal edildiğini görüyoruz. Ki bu konu 12 Adalardan farklıdır. 12 Adalar, askerden arındırılma şartı ile Yunanistan’a devredilmiştir. Ancak Yunanistan Lozan ve 1947 Paris Antlaşmalarına aykırı olarak, buralara askeri garnizonlar kurmuştur.

Buna ilave olarak aidiyetinin Türkiye’de olduğunu bildiğimiz bazı küçük ada ve adacıkların da Yunanistan tarafından 2004’ten günümüze kadar devam eden süreçte işgal edildiğini izledik. Mevcut AKP hükümetinin, AB müzakerelerinde Avrupa’nın blokaj koymaması için bu aleni işgale ses çıkarmadığı konusu açık kaynaklarda yer almaktadır. Benzer şekilde “Mavi Vatana” yönelik tehditler de devam etmektedir. Türkiye ve Yunanistan, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) konusunda anlaşamamaktadır. Yunanistan, hukuki ve siyasi geçerliği olmayan Sevilla Haritası ile Meis Adası’nın esas alarak, Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesine yönelik jeopolitik bir tecavüz girişiminde bulunmaktadır. Bu konuda AKP hükümetinin sessiz kaldığını, araştırma gemilerimizin uzun süredir, kendi karasularımızın; bakın kıta sahanlığı/MEB demiyorum, karasularımızın dahi dışına çıkamadığını üzülerek görüyoruz.

ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Ülkemizde terör yapılanması, sığınmacı ve kaçak akını dış tehditlerin elini güçlendiren dinamik yapılar mıdır?

TÜRKİYE’DE 15 TEMMUS SONRASI, GEREK ETNİK AYRIMCI, GEREKSE SİYASAL ÜMMETÇİ RADİKAL ÖRGÜTLERİN DE GENİŞLEDİĞİNİ GÖRÜYORUZ.

Dr. FİKRET BAYIR:
Güvenlik haritasının iki bölümü vardır. Bunlar dış ve iç kaledir. Esas olan iç kaledir. İç kalede Arap Baharını takip eden süreçte, Suriye’den başlayan bir kitlesel göç gerçekleşti. 12 yıllık bir süreçte, 7 milyon Suriyeli’nin Türkiye’ye geldiğini ve bu dönemde 5 milyon kadar da kaçağın Türkiye’ye göç ettiğini biliyoruz. Yakalandığı yerde Deport (sınır dışı) edilmesi gereken kaçaklar ile sığınmacılar (Geçici Koruma Altına Alınan Suriyeliler), doğrudan Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik açık bir tehdit ve işgal halini almıştır. Bu işgalin sadece demografik yapımıza değil, ekonomik yapımıza, Ulusal güvenlik yapımıza yönelik tehditler oluşturduğunu görmemiz gerekir. Bu süreçte Türkiye’de gerek etnik ayrımcılık üzerinden siyaset yapan Kürtçüler ve gerekse inanç istismarı yapan siyasal ümmetçi radikal örgütlerin de genişlediğini görüyoruz.

15 Temmuz 2016’ya gidilen süreçte, Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)’nün “Hizmet Hareketi” veya “cemaat” görüntüsü altında taban bulduğu ve genişlediğini ve Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) yönelik “asimetrik operasyonlarla” alan kazandığını izlemiştik. 15 Temmuz 2016’dan sonra sözüm ona FETÖ’ye karşı mücadele başlatıldı ama aradan geçen dönemde, biz şöyle bir resim izliyoruz: FETÖ’ye yönelik operasyonlar yeteri kadar başarılı olamadı. Bu örgütün siyasi ayağına hiç tedbir alınmadı. Mevcut durumda, bu örgütün yeniden aktif halde olduğunu düşünüyoruz.

Bu arada, sözüm ona FETÖ’ye karşı mücadele edilirken, diğer radikal örgütlerin de alan kazanmaya başladığını izledik. Burada kastettiğimiz sadece Menzil Tarikatı değildir. Diğer tarikatlar da zemin ve alan kazanmış ve devlette kendilerine kadro bulmuştur. Ayrıca buna paralel olarak, özellikle sığınmacı ve kaçaklarla birlikte, diğer terör örgütleri, başta IŞİD olmak üzere memleketimize girmiştir. IŞİD’in artık ana karargâhı Türkiye’dedir! Böyle bir tehdit coğrafyası oluşurken, özellikle yeni Milli Eğitim Bakanının tarikat ve cemaatleri STK’lar adı altında okullara sokma gayretleri, başlı başına bir güvenlik sorunudur.

Diğer yanda, Milli Eğitim Bakanı’nın “biz sizin cemaat dediğiniz oluşumları STK olarak görüyoruz” dediği gün, İçişleri Bakanı, IŞİD’e karşı 32 ilde operasyonlar yapıldığını ve 304 gözaltı olduğunu söylemiştir. Sonuç olarak; AKP hükümetleri döneminde, Türkiye’de iç kaleye yönelik olarak radikal ümmetçi ve etnik ayrımcı terör yapılarının gittikçe artan ve genişleyen bir yapı ve tehdit oluşturduğunu üzülerek görüyoruz.

 

ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Askeri liseler, Asker Hastaneleri, Askeri Yargı… Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kısacası Türk Ordusu’na operasyon mu çekiliyor, düşmanımız kimler?

 

BEN BÜTÜN BUNLARI TÜRK ORDUSU’NA KARŞI BİR OPERASYON OLARAK GÖRÜYORUM. BU OPERASYONLARIN BAŞLANGICI 2004  SÖZDE “ATABEYLER ÇETESİ” OPERASYONUDUR.

Dr. FİKRET BAYIR:

15 Temmuz 2016 sonrasında; Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, İçişleri Bakanlığında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, Milli Eğitim Bakanlığı’nda yani devletin tüm kurumlarında FETÖ’ye ait sızmalar olduğu tespit edilmişti. Tespit edilen teröristler ihraç edildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda FETÖ tespit edildiği için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapatıldığını gördünüz mü? Hayır! Ama neden halen alanda aktif olarak bulunan, operasyon yapan bir ordunun tabiri caizse can damarı olan “Asker Hastaneleri” kapatıldı!

Ordu’nun disiplini için temel yapı olan Askerî Mahkemeleri lağıv edildi! Askeri Ceza Mahkemeleri Kanunu halen geçerli. Yani külliyat ve mevzuat duruyor ama bunu uygulayacak Askeri Mahkemeler yok! Peki bu görevi kime verdiniz? Asliye/Sulh Ceza Mahkemelerine verdiniz! Peki Asliye/Sulh ceza mahkemeleri bu görevi yapabilir mi? Yapamaz!

Şimdi bakın iki gün üst üste yapılan iki saldırı ile 12 şehit verildi ve bu olayın hukuken irdelenmesi, araştırılması gerekir.

Askere alınan evlatlarımız profesyonel ordu bile olsa ailelerinin devlete emanetidir. Askerlerinizi korumanız gerekir. Sizin bir askerinizin ayağına taş değse, bunu hukuki ve idari olarak araştırmalısınız. 22-23 Aralık’ta, 12 şehidin olduğu olayı; idari olarak demiyorum ama hukuki olarak nasıl araştıracaksınız? Askerî mahkemeler ihtisas mahkemeleriydi. Oradaki savcılar ve yargıçlar üniforma giyiyorlardı ve askeri operasyonları, bu işin taktiğini ve tekniğini bilen işin uzmanlarıydı.

Şimdi Asliye/Sulh Ceza Mahkemesi, 12 şehidimizin olduğu olayı irdelediğinde, yargıçlar bilirkişi raporunu anlamakta bile zorluk çekecek. Bu bakımdan konu sadece şehitlikler ve orduevlerinin kapısına, Mehmetçik yerine özel güvenlik görevlilerinin görevlendirilmesi değildir. Bunlar işin görünen yüzüdür. Geçtiğimiz 10 Kasım’da, Tuzla Piyade Okulu’ndaki anma programında, bir öğrenci subayın yakasına Atatürk resmi asmaması nedeniyle, teğmenler arasında bir tartışma yaşandı ve olay basına yansıdı. Bu vahim olay, Türk Ordusu’ndaki disiplin zafiyetinin ne düzeye geldiğinin görülmesi açısından çok önemlidir! Peki, Askeri Mahkemelerini kapatırsanız, ordumuzda disiplini nasıl sağlayacaksınız? Sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin, yeniden kendi kurumsal yapısına ve geleneksel disiplin anlayışına döndürülmesi gerekiyor.

Ben bütün bunları Türk Ordusu’na karşı bir operasyon olarak görüyorum. Bu operasyonların başlangıcı 2004 Atabeyler Çetesi Operasyonudur. Bunlar dalga dalga, asimetrik operasyonlar olarak Türk Ordusu’na yönelik olarak devam etmiştir. Sonrasında öyle bir aşamaya gelmiştir ki; bakın burada bunları açık sözlülükle konuşmamız gerekiyor: Bu Devletin, “26’ncı Genelkurmay Başkanı sanık, PKK terör örgütünün bir elebaşısı tanık” yapılmıştır. O zamandan başlayan ve bugünlere kadar devam eden bir süreç var. Türk Ordusunun, bu operasyonların karşısında, kendi savunma hattını kurması gerekmektedir.

Türk Ordusu Peygamber ocağıdır, Türk Ordusu Mustafa Kemal Paşa’nın ordusudur. Böyle kalması gerekmektedir. Bizim varlık sebebimiz budur!

 

GENEL ANLAMDA BAKTIĞIMIZDA ORDUMUZA YÖNELİK BİR OPERASYON OLARAK ALGILAMAK MÜMKÜN.

 

Az önce anlattığımız güvenlik resmi Türkiye’ye karşı saldırıların yoğunlaştığını gösteriyor. Böyle bir durumda ne yapmanız gerekiyor? Ordumuzu kuvvetlendirmemiz gerekiyor. Peki biz ne görüyoruz? Türk Silahlı kuvvetlerini profesyonel yapıya geçiyoruz diyerek askerlik süresini kısalttılar! TSK’nın insan kaynağı yapısını, özellikle mücadelenin yoğunlaştığı bu dönemde, radikal bir kararla değiştirdiler. Er mevcudunu bariz olarak düşürdüler ve böylece orduevleri kapısından bile nöbet tutacak asker kalmadı.

 

Diğer yanda, askeri liselerin kapatılması ve Harp Okullarının (Harbiye) Millî Savunma Üniversitesine çevrilmesi, sivil kaynaktan ve özellikle sözleşmeli personel alımı, subay eğitimi ve kalitesini olumsuz etkilemiştir. Aynı dönemde Asker Hastaneleri ve Askeri Mahkemelerin kapatılması, TSK’nın komuta ve insan kaynakları yapısı ve alandaki etkinliğini çok olumsuz etkilemiştir. Diğer devlet kurumlarına aksine, ordumuzun temel direği konumundaki yapıların kapatılması ve ısrarlı uyarılara rağmen halen açılmamış olması, TSK’nin hedef alındığını düşündürmektedir.

 

ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Dr. Fikret BAYIR’ın siyasi kimliği ile bakacak olursak, iç ve dış tehditler karşısında Zafer Partisi nasıl bir yol izleyecek?

HALKIMIZ BİZE GÖREVİ VERDİĞİ AN İLK DAKİKADAN İTİBAREN ORDUMUZU GELENEKSEL YAPIYA YENİDEN KAVUŞTURACAĞIZ.

 

Dr. FİKRET BAYIR:
Halkımız bize teveccüh edip bizi o makamlara getirdiğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Metehan’dan başlayıp bugüne kadar gelen geleneksel, kadim, disiplinli Türk ordusu olarak yeniden yapılandıracağız. Ordumuz yeniden Türk Milleti’nin ordusu olacak. Yeniden Mustafa Kemal Paşa’nın ordusu olacak!

Genel anlamda; ülkemizin karşı karşıya kaldığı güvenlik konularını aşmak ve ulusal güvenliği sağlayıp sürdürülebilir kılmak için bir reform programı (Çelik Miğfer Eylem Planı) hazırlanmıştır. Teröre karşı, sıfır tolerans kapsamında, devletin tüm güç unsurları birbiri ile uyumlu olacak şekilde ve çok boyutlu mücadele yapılacaktır. PKK terör örgütüne karşı mücadele “Demir Güvercin” isimli 11 aşamadan oluşan bir eylem planı ile yürütülecektir. FETÖ son Haçlı seferi olarak görülmektedir ve bu konudaki stratejik mücadele “Kılıçarslan Kalkanı” eylem planı ile gerçekleşecektir. Sığınmacılar arasında memleketimize sızan ve artık Türkiye’yi ana karargâh olarak kullandıklarını izlediğimiz selefi Cihatçı yapılara karşı “Yesevi Zırhı” eylem planı hazırlanmıştır.

 

ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Cumhuriyetin temel değerlerinden biri olan laiklik karşısında gördüğünüz tehlikeler nelerdir?

 

ZAFER PARTİSİ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCU DEĞERLERİNDE DE, LAİKLİK KONUSUNDA DA SON DERECE HASSASTIR, DİKKATLİDİR.

Dr. FİKRET BAYIR:
Az önce anlattığımız Güvenlik Resminde; 15 Temmuz’dan sonraki süreçte Türkiye’de iç kaleye yönelik tehdidin tarikat-cemaat ayağı ve IŞİD’in ana karargâhı Türkiye’ye taşınması bağlamında genişlediği ve derinleştiğini söylemiştik. Bunun panzehri laikliktir! Türkiye Cumhuriyeti kurulurken temel değerlerinden birisi laikliktir. Laikliğin, cumhuriyetimizin temel değerlerinden biri olarak Anayasaya dahil edilmesi, bilinçli bir tercihtir ve özünde geçmişe dair irticai yaşanmışlıklar ve alınan dersler vardır.

 

100 yıl sonra, irtica ve siyasal ümmetçilik tehdidinin artması, laiklik konusundaki eksiklikten kaynaklanmıştır. Bu bakımdan Zafer Partisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerinde de laiklik konusunda da son derece hassastır ve dikkatlidir.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!