İslamcıların her çeşidinin her yaşta ve zeka seviyesinde olanının yıllardır sığındıkları; tek ve asla vazgeçemedikleri paradigmaları “Önce dinin mi yoksa milliyetin mi?” sorusudur. Son dönemde bu yaklaşım tarzını yine envai çeşit İslamcıdan –değişik şekillerde- sık sık duyar olduk.
İslamcı camianın neden kendi fikriyatına karşı olarak millet, milliyet, etnisite ve nihayetinde “Türk Milliyetçiliği (Türkçülük)” kavramlarını rakip ve antitez olarak seçtiklerine bir türlü anlam verememekle birlikte; Türkçü camianın böyle bir kuruntu içerisinde olmaması bizim açımızdan sevindiricidir. İslamcı camia açısından bakıldığında -az bir miktar sözle karşı olsalar bile- diğer etnik grupların milliyetçiliklerine karşı olmamaları sözgelimi Kürtlük, Ermenilik, Rumluk, Gürcülük, Çerkezlik gibi gayrı Türk etnik mensubiyetlerden rahatsızlık duymamaları ve bunları kendilerine rakip görmemeleri hatta kendi bünyelerinde bu tip gayrı Türk etniklerden bol bol bulundurmaları ise oldukça düşündürücüdür. Onlar açısından umarım bu bir gaflettir. Eğer bu gafletse gafletten er ya da geç uyanılır.
Yukarıda ki kaynağı belirsiz kutsal ve nesnel karşılaştırmayı ve birini tercih etmeyi şart koşan ironiyi kim ne zaman ve nasıl bu camia içine soktu ve bu kadar dillere, gönüllere ve mantık dünyalarına pelesenk edip fikri gelişimlerine mihenk taşı kıldı bunu bilmemiz elbette mümkün değil, şu noktada bu çok da önemli değil. Bizim açımızdan önemli olan bu meşhur sorunun neden sadece “Müslüman Sünni Türk Evlatlarına” sorulduğudur. Müslüman Türkler neden bu soruyla köşeye sıkıştırılır. Müslüman Türkler neden kutsal ve nesnel arasında seçim yapmaya zorlanır. Müslüman Türklerin bu soru ve tercihle nelerinden vazgeçmeleri istenilmektedir?
(Yakın zamanda bu soru teröre çare olarak Kürtlere de sorulmuştu. Ama ünlü(!) İslamcı Kürt Altan Tan, “tereciye tere satmayın beyler bu bizde yemez” mealinde bir takım laflar edince, ifşa olup eldeki büyük kitleyi kaçıracaklarını anlayan muhteremler hemen yüz geri etmişler ve bizim “ufo gören masum köylülerle” baş başa kalmışlardı. Hatta meşhur bir İslamcı gazetede ünlü (!) Kürt Sosyalist Prof. Dr. Vamık Volkan’la bu meyanda bir söyleşi yapılmış ve Vamık Efendi “sosyolojik olarak kesinlikle etnik aidiyetin dini aidiyetten önce geldiğini” beyan etmişti. Bu gazetenin abonesi “masum köylüler” gazeteyi nereleriyle okuyorsa, bunu görememişlerdi? Her neyse!…)
Tekrar meşhur sorumuza dönelim! Yukarıda kutsal ve nesnel diye iki kavramdan bahsettim. Kutsalla neyi işaret ettiğim nesnelle neyi hedeflediğim gayet açıktır. İki kavramın birbirleriyle olan alakaları ve yahut alakasızlıkları ölçülebilirlik ve karşılaştırılabilirlikleri nelerdir?
Benim bu meşhur ironide takıldığım nokta, bunu dillerine pelesenk eden camianın neden bu soruyu hayatlarının değişik merhalelerinde akıllarına getirmedikleri ve kendilerine sormadıklarıdır. Şayet kutsalla nesnel karşılaştırılacaksa o zaman her şartta bu karşılaştırmayı ve tercihi yapmak gayet doğal ve gereklidir. Ama her ne hikmetse bu camia asla böyle tercih sebebi soruları kendilerine sormak ve uyarlamaktan imtina ederler. Hasbelkader sorarlarsa nesnel edinimlerinden vazgeçemeyeceklerini kendilerine dinen öğütleyen birileri zaten vardır. Ne güzel mutluluk veren bir tablo değil mi, belki doğrusu da bu…
İnsanların böyle bir karşılaştırma ve tercihle baş başa bırakıldıklarında kutsal olandan yana tavır almaları ve nesnelden vazgeçmeleri, nesnele sahip olma dereceleri ile orantılı olmaktadır. Vatan, millet, gibi beraber yaşanılan “elle tutulamayan, anlamlandırılamayan ve yahut bir şekilde özellikle bu hale getirilen” aslında nesnel olmasına rağmen bir araya geldiğinde öznelleştirilerek cismaniliği daraltılan kavramlardan vazgeçmek oldukça kolay olmakla beraber insanın sahiplendiği benim dediği mülkiyet hakkını elinde bulundurduğu nesnel cismani varlık ve kavramlarından vazgeçmesi kutsal karşısında bile mümkün olmamaktadır.
Hülasa kutsalla nesnel karşılaştırılmaz!.. Karşılaştırılırsa her zaman- en azından düşünce olarak- kutsal kavramlar daima nesnel kavramlardan üstün tutulur. Meşhur soruyu her zaman her şartta önümüze koyanların bunu bildiği gayet açık ve nettir! Bunu bilenlerin neyi amaçladıkları da gayet açıktır. Bu amaç doğrultusunda üretilen argümanları da anlamak mümkündür. Burada tek anlaşılamayan nokta tüm bunların değirmenine su taşıyan kesimdir. Bu kesimin gayri Türk unsurları dahi anlaşılırken, Türk olanlarının canhıraş bir hezeyan içinde kendi dillerine, kültürlerine cahilce bir saldırı ve nefret halinde olmalarını anlamak asla mümkün değildir. Bu kesim şunu iyi anlamalıdır. Hangi cemaatin mensubu olursanız olun, hangi partiye oy verirseniz verin, hangi lideri ve kişiyi severseniz sevin bunda serbest ve hürsünüz en azından benim ve birçok insanın bununla bir derdi ve sorunu yok, ama lütfen annenizden öğrendiğiniz dilin sahibi olan bağlı olduğunuz etnik kimliğe hakaret etmekten vazgeçin. Emin olun Türklük bilinci biterse ortada bir şey kalmaz!..
Saygı ve muhabbetle…