Demokrasi, milli güvenlik ve hukuk devleti açısından hepsi birbirinden önemli gelişmeler bir hafta içinde ortaya çıkıyor. Şöyle ya da böyle gündem oluyor, sonra da gündemden düşerek unutulmaya terk ediliyor!
Türkiye’deki siyasi liderler de ülke sorunlarını değil birbirlerini tartıştıkları için can yakıcı konuları tartışmaya çok fazla zamanları kalmıyor.
Türkiye’yi yirmi yıldır aynı zihniyet yönetiyor. Halk tabiriyle burnundan kıl aldırmayan, kerameti kendinden menkul bir iktidarla Türkiye karşı karşıyadır.
Gündemin yoğunluğu, acilliği ve baskısı sorunlarla ilgili karar almada yanlış yapılmasına neden oluyor.
Türkiye’nin gündeminin bir haftalık dökümü şöyledir:
- Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu tarafından ‘andımızın okunması yasaklanmalı’ kararının verilmesi,
- HDP Milletvekili Haluk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi,
- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından HDP için kapatma davası açılması için başvurunun yapılması,
- İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanlığı kararıyla feshedilmesi,
- Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevinden alınmasıdır. (İki yıl içerisinde tam dört Merkez Bankası başkanı, dört tane TUİK başkanı değişti.)
Bu süreç içinde dış gelişmelerden sınırın Suriye tarafından Kilis’e iki roket atılması, Mısır’la ilişkiler, Yunanistan’la görüşmeler de işin diğer boyutudur.
Çok ağır ve yoğun bir gündemle Türkiye siyaseti bir kez daha karşı karşıyadır. Çoğu ülkelerde bir yılda gündeme düşen konular Türkiye’de bir hafta içinde gündem konusu olmaktadır.
Hepsi birbirinden önemli ve hayati sorunlar bir anda gündeme düşünce siyasetin gündemdeki konulara yoğunlaşma katsayısı düşüyor.
Böylece gündem konusu olan sorunların, arka planları yeterince irdelenemiyor. Sorunlar köşesinden bucağından irdeleniyor, yüzeysel, üstün körü bir biçimde baştan savılmış oluyor.
Güncel strateji ‘bugünü kurtar yarın Allah kerim’ üzerine kuruludur. Ne ona ne buna yoğunlaşmadan azcık ondan azcık bundan mantığıyla sorunlara güncel çözüm bulunmuş olmuyor ancak sorunlar halı altına süpürülmüş oluyor.
AK Parti iktidarı döneminde bugünü kurtarma üzerine kurulu strateji gereği imzalanan hepsi fiyaskoyla sonuçlanmış anlaşmalar, sözleşmeler ve söylemler var.
Bunlardan birkaçı şöyledir: Kıbrıs’ta Annan Planı’na önce verilen sonra pişman olunan destek var. Ermenistan’la Zürih Protokolleri imzalayarak büyük beklentilerin altına imza atılmış sonuçta elde koskoca bir sıfır kalmıştı. İki taraftan bakanların katıldığı Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi gibi bir kurul oluşturulmuş o da fiyaskoyla sonuçlanmıştı.
Son olarak daha önce büyük beklentilerle imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesi var. O da usulsüz bir biçimde çekilme kararıyla sonuçlanmıştır.
Önce imzala/onayla sonra çekil sözleşmesi!
Kaldırılan İstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış olması nedeniyle “İstanbul Sözleşmesi” olarak adlandırılmıştır. Türkiye 11 Mayıs 2011’de Sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011’de parlamentosunda onaylayan ilk ülkedir.
İstanbul Sözleşmesini imzalayan ama yürürlüğe koymayan ona yakın ülke vardır. Türkiye İstanbul Sözleşmesini ilk imzalayan ve bu sözleşmeden son çekilen ülkedir AK Parti iktidarı bu sözleşmeyi neden imzaladığını bu sözleşmeden neden çekildiğini kamuoyuna açıklamak zorundadır.
Dahası uluslararası sözleşmelerde çekilmeye imzacı devletlerden herhangi birinin itiraz etmesi halinde çekilme işlemi yeni tartışmalara konu olacaktır.
Dahası sözleşme insan hakları kapsamında olduğundan çekilme Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle değil TBMM’nin kararıyla olacaktır. Yani işlem usul ve yetki yönünden de sakattır.
5.07 2018 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan “Milletlerarası Antlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde” Cumhurbaşkanına Uluslararası Sözleşmeleri “feshetme yetkisi” verilmemiştir.
Türkiye gibi bir ülke böyle baştan savma, koy kaldır, yapboz, olmadı başa dön yöntemiyle idare edilmeyi hak etmiyor!