Nisan 2012’de İstanbul’da P5+1 diye anılan Batılı güçler ile İran’ı bir araya getiren toplantı ile son aylarda Tahran’ın nükleer güç çalışmalarından ötürü yükselen gerilim düşürüldü. Yeni toplantının Mayıs 2012’de Bağdat’ta yapılmasına karar verildi. Bütün bunlar olurken, Türk kamuoyu, güvenlik çevreleri ve bilim dünyası İran’ın nükleer güç ve silah üretmesi meselesini uzaktan izlemeyi tercih etti. Oysa İran’ın nükleer güce dönüşmesi ve nükleer silah sahibi olması Türkiye’nin güvenliğini birinci dereceden ilgilendiriyor.
“İran’ın nükleer güce sahip olması ve bu teknolojiye dayanarak nükleer silah yapmasına nasıl bakarsınız?” sorusuna Türkiye’de her eğitim ve gelir seviyesinden büyük bir çoğunluk, “İsrail’in atom bombası var ise İran’ın da atom bombasına sahip olması gerekir. Müslüman bir ülke atom bombasına sahip olmalıdır” cevabını verecektir. Bu cevapta şüphesiz Batı dünyasının ahlaki zeminden yoksun çifte standardına duyulan tepki de büyük rol oynayacaktır. Ancak soruyu “İran’ın nükleer silaha sahip olması Türkiye’nin menfaatine midir?” şeklinde değiştirirsek, Türkiye’de büyük bir çoğunluk önce derin bir sessizliğe gömülecek ve sonra büyük bir çoğunluk düşünmek için zaman isteyecektir. Yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi meseleyi sadece “İran-İsrail” denklemi içinde düşünmeye alışmış Türk kamuoyu bu soruya hemen cevap vermeye hazır değildir.
Oysa bu sorunun cevabı basittir. Türkiye’nin değil, nükleer silah nükleer teknolojiye dahi sahip olmadan İran’ın nükleer silaha sahip olması, Türkiye ile İran arasında 1639’da Türkiye ve İran arasında imzalanan Kars-ı Şirin anlaşması ile iki ülke arasında tesis edilmiş olan stratejik dengeyi, güçler dengesinde köklü bir değişiklik yapacağı için ortadan tamamen kaldıracaktır.
AKP’nin yaptığı büyük hatalara rağmen Türkiye’nin stratejik ortağı Azerbaycan’ı düşman olarak gören, İran’ın % 50’sini oluşturan Türk nüfusundan dolayı Ankara’ya büyük bir şüphe ile bakan bir İran’ın nükleer silah sahibi olması, İran’dan daha güçlü bir orduya ve daha güçlü bir ekonomiye sahip Türkiye’nin elindeki bütün avantajları bir anda elinden alacaktır. Nükleer güç sahibi olan ülke ile olmayan ülke arasındaki ilişkiler, birisi elinde tabanca olan diğer olmayan iki insanın ilişkisine benzer.
Türkiye-İran ilişkilerinde 1639’dan buyana bir stratejik denge kurulmuş olsa da aradan geçen yüzyılların tamamen sorunsuz olduğunu söylemek mümkün değildir. Bugün de Ankara ve Tahran karşılıklı menfaatlerden dolayı, aralarındaki büyük çelişkilere rağmen geliştirdikleri “tahammül politikası” ile birbirlerine katlanmaktadırlar. Yarın iki ülke arasındaki ilişkiler çok iyi olabileceği gibi çok kötü de olabilir. Üstelik İran’ın nükleer silaha sahip olmasından sonra Türkiye üzerinde baskı gücü artacak, Tahran’da bazıları, “Türkiye ile ilişkileri eskisi gibi dengeli tutmasak da olabilir” noktasına daha kolay gelebilecektir.
Hazar Denizi’nde İran savaş gemilerinin Azerbaycan gemilerini taciz etmesinden sonra Türk savaş uçakları Bakü üzerinde gösteri uçuşu yaparak, Tahran’a “buraya kadar” mesajı vermişlerdi. Nükleer bir İran’a bu kadar kolay mesaj vermek veya İran’ın mesajı kolay algılaması mümkün olmayacaktır. Öte yandan İran eğer bugün nükleer güç olsaydı, Türkiye’nin mevcut Suriye politikasını izlemesinin çok daha güç olduğu hatırlanmalıdır. Üstelik nükleer bir İran karşısında nükleer silahı olmayan bir Türkiye Batıya daha fazla savunma konusunda bağımlı olacaktır.
Dünyanın en büyük ekonomik güçleri arasında olan ve son 20 yılda dünyanın en etkin ordularından birisini kuran Japonya, fakir ancak nükleer güç olan Kuzey Kore karşında haklı bir tedirginlik içinde iken Türkiye’nin nükleer bir İran ile rahat bir şekilde yan yana yaşaması mümkün görünmemektedir.
Bu noktada akla gelebilecek temel soru, İran’ın nükleer silah yapmasının Türkiye’nin de nükleer silah yapmasına yol açıp açmayacağıdır. Türkiye İran kadar bağımsız bir ülke değildir ve içinde olduğu ittifak yapısı Türkiye’nin nükleer silah yapmasına izin vermeyecektir.