Kripto Yayınları’ndan 12. baskısı çıkan yazar Ümit Doğan’ın “Mustafa Kemal’in Muhafızı Topal Osman” adlı kitabın analizini paylaşacağım. Kitapta, Ali Şükrü Bey cinayetinin gizli kalmış gerçeklerini de buluyorsunuz.
Topal Osman adı Atatürk’e saldırmayı yaşam felsefesi haline getirmiş şer odaklarınca sık sık zikredilmektedir. Bu odaklara göre Atatürk, yakın adamı Topal Osman’a muhalif Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’i öldürtmüş, delil bırakmamak için Topal Osman’ı da ortadan kaldırtmıştır.
Konu yeterince araştırılmamış, “Mustafa Kemal’in Muhafızı Topal Osman” kitabımının yayınlanmasına kadar bu iddianın İFTİRA olduğunu ispatlayacak herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Bununla beraber Giresunlu yazarların Topal Osman Ağa ile ilgili kitapları da önemlidir.
Topal Osman kimdir?
1883 Giresun doğumludur. Zengin bir ailesi vardır. Babası iki kez bedel yatırmasına rağmen Balkan Savaşı’na katılmıştır. Silahlarını temin ettiği 65 arkadaşının da savaşa katılmalarını sağlamıştır.
Balkan Savaşı’nda Kumburgaz da “Üç Tepeler” mevkiinde patlayan bir Bulgar topu diz kapağından yaralanmasına neden olmuştur. Yürüyemez hale gelmiş, Giresun’a dönmüştür.
Bacağı henüz iyileşmeden Birinci Dünya Savaşı’na katılmıştır. “Bu ayakla bir yere gidilmez” diyen babasına “Gideceğim baba, bana hiç bir şey söyleme” şeklinde cevap vermiştir. Ruslara karşı savaşmış, Harşit müdafaasına katılmış, Batum’a ilk giren yine Topal Osman olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı bitip Topal Osman Giresun’a döndüğünde, Karadeniz bölgesinde Pontus zulmü yaşanmaktadır. Pontus çetelerinin Türk halkına yaptığı katliamları önlemek için bir çete kuran Topal Osman, bölgesini Pontusçulara karşı savunmaya başlamıştır. Tıpkı milli şehidimiz Kaymakam Kemal Bey gibi, Topal Osman hakkında da idam kararı çıkartılmıştır. Gerekçe de hemen hemen aynıdır.
“Görünürde tehcir kanununu uygulamak ancak gerçekte gizli emirler gereğince Ermenileri öldürmek üzere çeşitli tertibat almak”
Topal Osman’ın silahlı direnişi karşısında Rum çeteler işgal güçlerinin yüksek komiserliklerine şikayette bulunmuşlardır. Bu şikayetler sonucunda, İngilizler İstanbul Hükümeti’nden bölgedeki olayların durdurulmasını isteyecekler ve bölgeye Mustafa Kemal Paşa gönderilecektir.
Daha açık bir ifadeyle Atatürk Samsun’a gönderilirken silahlarının toplanıp çetesinin dağıtılmasını istenen Türk direnişçilerinin başında Topal Osman gelmektedir.
Ancak Atatürk, İstanbul’dan aldığı emrin tam tersini uygulamış, Topal Osman’ı yakalayıp çetesini dağıtmak yerine onunla işbirliğine gitmiş, Havza’da görüştüğü Topal Osman’dan Pontus’la olan mücadelesine son vermemesini bilakis hızlandırmasını istemiştir.
Bu görüşmeden sonra Topal Osman Atatürk’ün hizmetine girmiş, onun korunmasını bizzat üstlenmiş, birazdan detaylarını anlatacağım üzere ölünceye kadar ona bağlı kalmıştır.
Osman Ağa Atatürk ve arkadaşlarının katledilmelerini ve milli mücadeleye destek verilmemesini emreden Dürrizade fetvasının Karadeniz’de etkili olmaması için bir nasihat heyeti görevlendirip Trabzon’a göndermiştir.
Görevi gereği bazen asker, bazen çizmeli ve başlıklı, bazen de gayet şık birer bey gibi gezip dolaşan heyetin görevinin özellikle askerler içinde Padişah tarafına eğilimi olanları tespit edip Ankara Hükümeti ve Büyük Millet Meclisi saflarına kazandırmaktır.
Bunun yanı sıra Heyet, Dürrizade Abdullah Efendi’nin fetvasının düşman baskısı ile istemeyerek yayınlandığı ve Padişah Vahdettin’in düşman topları karşısında sarayında esir bir hâlde bulunduğu propagandasını yaymıştır.
Herhangi bir isyan hareketine karşı askerin uyanık bulunmasını sağlamış, aksi propaganda ile karşılaşılırsa derhal kumandanlara haber vermiştir. Askere Anadolu’nun her tarafında büyük hazırlık olduğu ve düşmanın mutlaka mağlup edileceğini söylemiş, firarileri toplamıştır.
Bir buçuk ay kadar Trabzon’da kalan Heyeti Nasiha üyeleri temmuz ayında Yeni Dünya vapuru ile Giresun’a dönmüş, Osman Ağa ve Hüseyin Avni Bey’e teşekkür mektubu getirmişlerdir.
Bursa’nın Yunanlılarca işgal edilmesini protesto etmek isteyen Osman Ağa 15 Temmuz 1920 Perşembe günü nahiye müdürlerine ve Müdafaa-i Millîye reislerine gönderdiği telgrafta yarın Cuma namazından sonra Giresun merkeze gelmelerini söylemiştir.
Düzenlenen mitingte toplanan 300 gönüllüden oluşan Giresun Gönüllü Taburu Ermeni harekatına katılmak üzere Doğu Cephesine gönderilmiştir.
Ağustos 1920’de İkinci Düzce İsyanı’nın başlaması üzerine Atatürk bir telgraf göndererek Osman Ağa’nın emrindeki kuvvetle birlikte Amasra’ya hareket etmesini istemiştir:
“Ankara/9.8.1920
Giresun’da Müdafaa-i Hukuk Reisi Osman Ağa’ya
Vatanseverliğinize teşekkür ederim. “
Teşkil ettiğiniz kuvvetle birlikte derhal deniz yoluyla Amasra’ya hareket ediniz. Oraya vardığınızda daha ayrıntılı bilgi ve talimat verilecektir. Henüz silahları olmayan kısmı Giresun’da bırakınız. Geri kalanları da daha sonra silah verdirtip arkanızdan göndereceğim.”
1920 yılı Ekim ayına gelindiğinde Millî Mücadele’nin başlamasının üstün-den bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Atatürk’ü ve Büyük Millet Meclisini koruyacak bir muhafız takımı henüz oluşturulmamıştı.
Atatürk, Osman Ağa’yı Ankara’ya davet etmiş ancak Kazım Karabekir, onun Giresun’da kalmasının Pontus mücadelesi açısından elzem olduğu için onu göndermemişti. Osman Ağa’nın yerine İsmail Hakkı Bey gönderilmiş ve Atatürk’ün refakat subaylığı (koruma) ile görevlendirilmişti.
Mustafa Kemal Paşa özellikle Çerkez Ethem tehlikesi karşısında İsmail Hakkı Bey’in emrindeki kuvvetleri yeterli görmemiş olacak ki, ekim ayı başlarında Osman Ağa’yı en güvendiği adamları ile birlikte Ankara’ya davet etmiştir.
Osman Ağa adamlarını yanına alıp Giresun’dan Ankara’ya gelmiştir. Atatürk’le görüşüp, en güvendiği adamlarını onun korunması ile görevlendirmiştir.
Fotoğrafta gördükleriniz Osman Ağa tarafından görevlendirilen Atatürk’ün ilk muhafızlarıdır.
Topal Osman’ın görevlendirdiği muhafızlar, Atatürk’ü her gittiği yerde bir gölge gibi takip etmişler (kitapta buna dair çok sayıda fotoğraf bulabilirsiniz), ona yapılan birçok suikastı bertaraf etmişlerdir.
1921 yılında Nurettin Paşa Koçgiri İsyanı’nın bastırılmasında zorluk çekince, Müdafaa-i Millîye Vekaletinden Osman Ağa’ya gizli bir şifre gelmiş ve Giresun Gönüllü Alayının derhal isyan bölgesine hareketi emredilmiştir.
Burada bir yanlışı düzeltmekte fayda var.
Atatürk’ün Koçgiri isyancılarına karşı “Topal Osman’ı gönderiyorum sizi tanımaya geliyor.” şeklinde bir sözü yoktur.
Topal Osman Koçgiri isyanının bastırılmasını büyük yararlılıklar göstermiştir. Bununla birlikte sivil halkı katlettiği ve isyan bölgesindeki hayvanları Giresun’a götürüp sattırmak suretiyle şahsî kazanç elde ettiği gibi iddialar gündeme gelmiştir.
Topal Osman öncelikle isyancı reisleri olan Haydar ve Alişan beylere bir mektup gönderip uzlaşma çağrısı yapmıştır:
“Ey din kardeşlerimiz, muhterem arkadaşlar! İçimizdeki Pontusçuları temizledik. Ermenilere terki silah ettirdik. Başka büyük düşmanlarımız var.
Uzlaşmak istemeyen isyancılardan Osman Ağa’nın mektubuna şu cevap gelir:
“Osman Ağa, biz senin topunu, tüfeğini elinden alacağız, başka kimse ile işimiz yoktur”
Bu cevap üzerine Osman Ağa askeri harekâta başlamıştır.
Osman Ağa’nın Koçgiri İsyancılarına müdahalesi konusundaki iddiaların başında sivil insanların, köylülerin, kadın ve çocukların kanını akıttığı gelmektedir. Hatta olayları başlatanın Osman Ağa olduğu iddia edilmiştir. Bu iddiaların sahipleri, genellikle Baytar Nuri adıyla da tanınan dönemin bütün aşiret isyanlarında fiilen ve faal olarak görev almış bir zat olan Nuri Dersimi’nin anlattıklarından etkilenmişlerdir.
Kürtçülük akımının önderlerinden Nuri Dersimi, Osman Ağa’dan hakaretlerle dolu şu sözlerle bahsetmektedir: “Yabancı hesabına av köpeği görevi yapmaktan zevk alan, namus düşmanı bu barbar çete alayları zapt ettikleri köylerde her çeşit zulüm ve melaneti yapmaya başlamışlardır+
Masum Kürt çocukları bu canavarlar tarafından ateşe atılıp yakılıyor ve tüyler ürperten bu manzara karşısında Laz Alayı adını taşıyan bu alçaklar zevk ve cümbüş yapıyorlardı.” Nuri Dersimi’nin ideolojik anlayışını destekleyen bu sözlerinin objektif olmadığı açıktır.
Osman Ağa’nın isyana karışmayan halkla işbirliği içinde olmuştur.
Askeri harekâtta görevli olanlar anlatıyor:
“Ve böylece isyancılar çekilip gittiler. Türk dostu olan Kürtlere bunların ne tarafa gittiklerini sorduk. Çok gitseler Kırıktaş’a kadar giderler diye söylediler”
Harekâtta görevli askerlerin anlatımına devam edelim.
“Tekrar Refahiye’ye döndük(…) Buraya kısa yol neresidir, diye sorduk. Türk dostu bu Kürtler bize ‘Alafranga at nallarını takip edin.’ dediler.”
Bir başka örnek, Osman Ağa ile birlikte isyanı bastırmak üzere Koçgiri bölgesine giden Gümüşresioğlu İshak Efendi, bir derenin kenarında ağlayan öksüz bir çocuk bulmuş ve onu maiyetinden birisi ile Giresun’a göndererek himayesine alıp bakıp büyütmüştür.
Gümüşreisoğlu İshak’ın torunlarından İsmail Altay konu ile bilgili şu bilgileri vermektedir:
“Koçgiri isyanının bastırılması sırasında, milislerimiz bir derenin kenarında ağlayan öksüz küçük bir Kürt çocuğunu getirirler.
Dedem çocuğa sahip çıkar ve çocuğu mahiyetinden birinin yanına katarak Giresun’a yollar. Eşi (büyük babaannem) Minire hanıma da haber gönderir ki, bu çocuk bizim himayemizde büyüyecek ve oğullarıma (Ömer, Mustafa ve Bilal Gümüş kardeşler) ağabey olacak.
Kürt Abdullah dedeme ve kardeşlerine ağabey olur. Güçlü bir delikanlı olarak büyür ve İstanbul’a askere gider. Adı da Kürt Abdullah olarak devam etmiş. Kesinlikle asimile edilmemiştir.
Bunu anlatmamın nedeni, Kürtler, Koçgiri isyanını çarpıtarak Kürtlere karşı soykırım yapıldığını ileri sürmeye başladılar. Tarihi çarpıtmak kolaydır. Toplumumuz okumadığı için, bir delinin kuyuya attığı taşı çıkarmak mümkün olmuyor.
Koçgiri bir isyandır ve kurtuluş savaşı vermekte olan ordumuza çok zararı olmuştur. Giresun uşakları isyanı bastırmıştır. Ama asla isyancılar haricinde bir operasyon yapılmamıştır.”
Bakınız, çocukları öldürüyor dedikleri adamlar çocuklar ölmesin diye sahip çıkmışlar.
Bir başka iftira, Topal Osman’ın Koçgiri bölgesindeki halkın havyanlarını zorla gasp ederek Giresun’a gönderdiği, burada sattırarak kendisine kazanç sağladığı, mal mülk edindiği yönündedir.
Giresun zenginleri Osman Ağa’nın vatan müdafaası uğrunda şimdiye kadar yeterince hizmet ettiğini düşünmüşler ve elinde kalan gayrimenkullerin satılmasını uygun bulmayarak Giresun Alayının tüm ihtiyaçlarını karşılamışlardır.
Osman Ağa, Hüseyin Avni Bey’le birlikte 42. ve 47. Giresun Gönüllü Alaylarını teşkil ederek Sakarya Savaşı’na katılmıştır. Düşünün, gönüllülerden oluşan koskoca iki alay.
Osman Ağa Sakarya Savaşı’na giderken şu beyanatı vermiştir:
“Benim bir bacağım evvelki muharebelerde sakat oldu. Bu gün her iki bacağımı kaybetsem bile, mahvetsem bile yine sedye üstünde alçak düşmanı denize dökünceye kadar uğraşacağıma alayımla birlikte yemin ediyorum.”
Osman Ağa’nın bu sözlerini Ali Şükrü Bey TBMM kürsüsünde dile getirmiş ve ordunun durumunun iyi olduğuna dikkat çekmiştir. Meclis’ten Osman Ağa için Allah razı olsun sedaları yükselmiştir.
Sakarya Savaşı gazisi Şerif Çavuş anlatıyor:
“Ordunun alamadığı bir tepeyi almamız için Osman Ağa’ya emir gelmişti. Sabaha karşı Osman Ağa abdest almamızı emretti. Hepimiz abdest aldık. Osman Ağa bize ‘Korkan varsa bu hücuma gelmesin, geri dönsün.’ dedi.
“Geri döneni kendisi öldürecekti. Korkak asker istemezdi. Sabah namazı vaktinde ‘Allah Allah’ sesleri ile hücum ettik. Atlarımız, katırlarımız da bizim hücum ettiğimizi anlamış gibi bağırıyor, tuhaf sesler çıkartıyorlardı”
Sakarya gazisi Cındıkoğlu Mehmet’e kulak verelim:
“Osman Ağa’nın 47. Alay’ı da sağ tarafımızdan Mangal Tepe’ye girmişti. Artık Giresun uşakları Karadağ’da, Harşit’te ve Samsun’da olduğu gibi yine hep bir arada Mangal Tepe’de de buluşmuştuk.”
“42 ve 47. Giresun Gönüllü Alayları düşmana karşı omuz omuza vererek savaşıyorduk. Büyük kahraman Osman Ağa’nın gelmesiyle moral ve maneviyat kazanarak daha güçlenmiştik. Düşmanı kontrollü bir şekilde Mangal Tepe’de tutmamıza rağmen, nefer olarak çok az kaldığımız zamanlardı”
Sakarya Savaşı’nda 42. Giresun Gönüllü Alayının komutanı Hüseyin Avni Bey dahil tamamına yakını şehit düşmüştür. Bu nedenle alay lağvedilmiştir. Kalan 80-90 kişi 58. Alay 3. Tabur 11. Bölüğe intikal ettirilmiştir.
Osman Ağa’nın komutanlığını yaptığı 47. Alay ise Büyük Taarruz’a katılıp düşmanı denize dökmüştür. Savaşın kazanılmasından sonra Osman Ağa İstanbul ve Giresun’da kaldıktan sonra Ankara’ya dönmüştür.
Diğer taraftan Lozan görüşmeleri başlamış, İsmet Paşa ülkemizi temsilen Lozan’a hareket etmiştir. Meclis’te muhalif ikinci grubun ateşli isimlerinden Ali Şükrü Bey, Hükümeti Lozan konusunda eleştirmeye başlamıştır.
Lozan görüşmelerinin kesintiye uğramasıyla birlikte heyetimiz Ankara’ya dönmüş, Lozan konusu Büyük Millet Meclisinde gizli celselerde görüşülmeye başlamıştır. 21 Şubat 1923’te başlayan görüşmeler mart ayı boyunca çok çetin ve sert müzakerelerle devam etmiştir.
Ali Şükrü Bey de, İsmet İnönü’nün Lozan Barış Konferansı’na gönderilmesinin başlı başına yanlış olduğunu, İsmet İnönü’nün üzerine aldığı vazifeyi hakkıyla yerine getiremediğini sık sık dile getirmiştir.
Görüşmelerle ilgili yabancı basında çıkan haberlerle Meclis’e verilen bilgilerin birbirini tutmadığını söyleyen Ali Şükrü Bey; hükümetin Lozan görüşmelerinde gizli işler çevirdiğini, konferans tutanaklarının ve protokollerin Meclis’ten gizlendiğini iddia etmiştir.
İkinci grup mebuslarının Lozan görüşmeleri süreci ile ilgili Hükümet’i sert bir dille eleştirmesi Mustafa Kemal Paşa’nın hoşuna gitmemiştir. Ona göre Lozan heyeti, Hükümet’in Lozan Konferansı sürecini başarıyla yönetmiştir.
Eleştirilere daha fazla dayanamayan Mustafa Kemal Paşa, sonunda kürsüye kendisi çıkmış ve bütün sorulara kendisi cevap vermiştir. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın bu müdafaası da Meclis’in havasını yumuşatmaya yetmemiştir.
Aksine sataşmalar, bağırıp çağrışmalar ve suçlamalar daha da şiddetlenmiştir. Meclis’in en hararetli tartışmalarının yaşandığı 6 Mart 1923 Salı günü Mustafa Kemal Paşa ile Ali Şükrü Bey arasında hararetli bir tartışma yaşanmıştır.
Oturuma başkanlık eden Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve Ali Şükre Bey arasındaki tartışma şiddetlenince çareyi riyaset çanını yere atarak, oluşan şaşkınlıktan istifade edip oturumu tatil etmekte bulmuştur.
Bazı şer odaklarının istediği hava oluşmuştur. Ali Şükrü Bey Mustafa Kemal Paşa’yla tartıştığı oturumun sonrasında öldürülürse cinayet doğrudan Paşa’nın üzerine kalacaktır. Onu yerinden etmenin, kazanılan zaferin üzerine kurulmanın yolu Ali Şükrü Bey’i öldürmekten geçmektedir
Hele ki bu cinayet suçu Mustafa Kemal Paşa’nın muhafızı Topal Osman’ın üzerine atılırsa, herkes Topal Osman’ın bu cinayeti kendi kararıyla işlemeyeceğini düşünecek ve Paşa’yı cinayeti azmettirmekle suçlayacaklardır.
Plan saat gibi işler. Ali Şükrü Bey ortadan kaybolur. 27 Mart 1923 Salı günü çıktığı evine bir daha dönmeyen Ali Şükrü Bey’in kayboluşu kardeşi Bahriye Reisi Yarbay Şevket Bey’i endişelendirmeye başlar.
Şevket Bey, Ali Şükrü Bey’i kendi imkânları ile bulamayan Şevket Bey, ağabeyinin kayıp olduğunu Başvekil Rauf Bey’e bildirir.
Şükrü Bey’in birkaç gündür eve gelmediğini, arayıp taradıklarını ancak bulamadıklarını, en son Karaoğlan Çarşısı’nda Kuyulu Kahvede otururken yanına Osman Ağa’nın adamı Mustafa Kaptan’ın geldiğini ve kahveden beraber kalktıklarını öğrenebildiğini söyler.
Başvekil Rauf Bey derhal gerekli emirleri vererek Ali Şükrü Bey’i arattırmaya başlar. Ankara Valisi, Jandarma kumandanı, polis müdürü ve bütün zabıta kuvvetlerinin seferber olmasına rağmen Ali Şükrü Bey’in izine rastlanmayınca bu kayıp haberi bütün Ankara’ya yayılır.
Ali Şükrü Bey’in cesedi Çankaya yakınlarındaki Mihye köyünün doğusunda Dikmen Deresi’nin başladığı yerde bulunur. Toprağın yumuşaklığından ve mevsimi olmamasına rağmen bir sineğin o noktadan kalkmasından şüphelenerek bu noktanın kazılması emredilir, ceset çıkartılır.
Avucu açıldığında hasır parçaları görülür. Bu hasır parçaları heyet için önemli bir ipucu teşkil eder. Palto ve ceketinde kahve lekeleri görülür. Ali Şükrü Bey’in cesedi üzerindeki inceleme gece biter ve saat on buçukta cenaze Ankara’ya getirilir
İstikbal gazetesinin haberine göre Ali Şükrü Bey Mustafa Kaptan’la Karaoğlan Çarşısı istikametinden Osman Ağa’nın evine gitmişlerdir. Osman Ağa, Ali Şükrü Bey’e kahve ikram etmiştir.
Habere göre Ali Şükrü Bey kahvesini içerken üzerine kement atılır, elindeki fincan fırlar, elbiselerine ve yerdeki mindere kahve saçılır. Ali Şükrü Bey, kendisine kement atanlarla yaklaşık yarım saat mücadele etse de neticede dayanamayarak son nefesini verir.
Şunu belirtelim ki, bu detayların bilinmesi için eğer ki gerçekten cinayet Osman Ağa’nın evinde işlenmişse, cinayet anında orada olmak gerekir. Osman Ağa’nın adamları yargılanmışlar ve böyle bir ifade vermemişlerdir. Basın bunu nereden biliyor? Tamamen akıl yürütme ve tahmin.
Devam edelim.
Ali Şükrü Bey’in avucunda Osman Ağa’nın evindeki bir sandalyeye ait hasır parçaları olduğunun tesbiti üzerine şüphelerin yoğunlaştığı Osman ağa İsmail Hakkı Bey’e bağlı birliklerle girdiği çatışma sonucunda öldürülmüştür.
ANALİZ:
Osman Ağa’nın sağ kolu olan Mustafa Kaptan ve Ali Şükrü Bey, Kuyulu Kahve’den birlikte çıkmışlar ve kol kola yürümüşlerdir. Bunun görgü tanıkları da vardır. Daha sonra beraber Osman Ağa’nın Samanpazarındaki evine gelmişler ve akşam yemeği yemişlerdir.
Yumulu olan avucundan bir hasır parçası çıkmıştır. Ali Şükrü Bey’in boğularak öldürüldüğü ve boğuşma sırasında bu hasır parçasının elinde kaldığı anlaşılmıştır. Bu hasır parçasının Osman Ağa’nın evindeki sandalyeye ait olduğu kanısına varılmıştır.
Osman Ağa gibi teşkilatçı bir adamın bu kadar acemice cinayet işlemesi mantıklı mıdır? Osman Ağa eğer bu işi yapmaya karar vermişse, bu cinayetin yaratacağı etkinin ne kadar büyük olacağını ve ilk sorumlu tutulacak kişinin kendisi olacağını elbette hesaplamış olmalıdır.
Bir mebus öldürüceksiniz, en yakın adamınız olan Mustafa Kaptan’ı göndererek Kuyulu Kahveden herkesin gözü önünde onu alıp evinize getireceksiniz, başka yer kalmamış gibi onu kendi evinizde öldüreceksiniz.
Cesedin çıkarılması o kadar kolay olmuştur ki; askerler kazma kürek bile kullanmamışlardır. Bu durumda ceset gömülmüş demek yerine, üzerine toprak atılmış demek daha doğru olacaktır.
Ali Şükrü Bey’i Osman Ağa öldürtmüş olsaydı cesedini daha güvenli bir yere gömdürmez miydi? Hasır parçasının ait olduğu sandalyeyi yok etmek yerine günlerce evinde tutar mıydı? Ankara’da dolaşacak, hatta Meclis’e girebilecek kadar rahat davranabilir miydi?
Mustafa Kemal Paşa; Merkez Komutanı Rauf Bey ve Başyaveri Salih Bey’i Osman Ağa’ya gönderip cinayeti kendisinin işleyip işlemediğini sordurtmuş, Osman Ağa bunu şiddetle reddederek böyle bir cinayeti işlemeyeceğini söylemiştir.
Osman Ağa iki yıl evvel Yahya Kâhya cinayeti ile de suçlanmış, aynı şekilde cinayeti kendisinin işlemediğini ifade etmiş, nitekim haklı çıkmıştır. Yıllar sonra İsmail Hakkı Tekçe bu cinayeti kendisinin işlediğini itiraf etmiştir.
Osman Ağa’nın bu cinayeti işlemiş olamayacağını düşündüren sebeplerden birisi de Ali Şükrü Bey’e olan derin minnet ve muhabbetidir.
Osman Ağa’nın eşi Zehra Hanım, Ali Şükrü Bey ile Osman Ağa’nın çok iyi dost olduklarından, Ali Şükrü Bey’in zaman zaman Osman Ağa’nın Giresun’daki evinde misafir olduğundan ve bu ikilinin sabahlara kadar sohbet ettiklerinden bahsetmektedir.
Feridun Kandemir ise Mustafa Kaptan’ın mahkeme de “Ali Şükrü Bey’le Osman Ağa’nın, Sakarya Savaşı sırasında iki dost olarak birlikte gezdiklerinden, Ali Şükrü Bey’in Meclis’te Osman Ağa’nın kahramanlıklarından övgüyle söz ettiğinden” bahsettiğini söylemektedir.
Kılıç Ali de eskiden birbirlerini sevmeyen bu ikilinin sonradan çok sıkı dost olduklarını şu sözlerle anlatmaktadır:
“(…) Cepheden geldiği vakit Ali Şükrü Bey; Osman Ağa’yı, Osman Ağa da Ali Şükrü Bey’i arar, birlikte oturur ve gezerlerdi.”
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bütün bunlara ek olarak, Ali Şükrü Bey’in oğlu Nuha Doruker, 23 Ekim 1959’da Giresun’a gelerek Osman Ağa’nın kabrini ziyaret etmiş, gazetecilere “Babamı Osman Ağa Öldürmedi” şeklinde açıklama yapmıştır.
Başta ifade ettiğimiz gibi İkinci grup üyeleri ve bazı diğer kişiler Ali Şükrü Bey cinayetinin siyasi bir cinayet olduğunu, azmettiricisinin de Mustafa Kemal Paşa olduğunu düşünmektedirler.
Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Meclis’te yaptığı konuşmada “Ali Şükrü’ye kıyan bilekleri keseceğiz. O bilekler isterse sırmalı paşa bilekleri olsun.” diyerek üstü kapalı şekilde Mustafa Kemal Paşa’yı işaret etmiştir.
İstikbal gazetesi de “Topal Osman her ne kadar Meclis Muhafız Bölüğü Komutanlığına getirilmiş bulunsa da nihayetinde bir uşaktır ve onda daima bir uşak ruhu yaşamıştır. İş bu hâlde iken bunun efendisi kimdir?” diyerek cinayetin arkasında Mustafa Kemal’in olduğunu ima etmiştir.
Peki bu cinayetin arkasında Mustafa Kemal Paşa var mıdır?
Hatırlanacağı üzere Lozan görüşmelerinin tartışıldığı bir oturum esnasında Mustafa Kemal Paşa ve Ali Şükrü Bey sert şekilde tartışmışlardı.
Bu gerginlik Ali Şükrü Bey ile Mustafa Kemal Paşa’nın birbirlerinden hoşlanmadıkları izlenimi yaratmıştır. Ancak bu ikilinin arasında abartıldığı gibi bir düşmanlık yoktur. Tartışma ve kavgalar yaşandığı an ile sınırlı kalmış, kişisel husumete dönüşmemiştir.
10 Temmuz 1920’de kurulan ve 1 Mart 1921’de çalışma alanı düzenlenerek adı Bahriye Dairesi Reisliği olarak değiştirilen Umur-ı Bahriye Müdürlüğü’nün başına Ali Şükrü Bey’in kardeşi Şevket Bey’in getirilmesi bu düşüncemizi desteklemektedir
Ayrıca Ali Şükrü Bey, Meclis Matbaa Müdürü Feridun Bey ile yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal Paşa ile bir düşmanlıkları olmadığını, bazı ara bozucuların Paşa ile kendisini karşı karşıya getirmek istediklerini, ancak Paşa’nın da buna fırsat vermediğini şöyle anlatmıştır:
“Öyleleri var ki, onu ona çekiştirmeden, mütemadiyen fitne ve fesat yapmadan rahat edemiyorlar. Yoksa ben Paşa’yı bilirim. Benim dobra dobra konuşuşlarıma, hatta bazen ölçüyü aşarak çok şiddetli tenkitler yapışıma hiç kızmaz.
Bilakis kaç defa kızacağını tahmin ettiğim hâlde, omzumu okşayarak ‘Aferin Ali Şükrü! Çok isabetli mütalaalarda bulundun.’ diye takdir ve iltifatlarda bulunmuştur. Ama gel gör ki etrafına sokulmak isteyenlerin yapmadıkları yok.
Hiçbirine yüz vermediği hâlde, yine ona mensupmuş gibi davranarak fesat karıştırmak istiyorlar. Rahat vermiyorlar, sanki Paşa’yı benden fazla seviyorlar. Halbuki, kendi çıkarlarından başka bir şey düşündükleri yok…”
Meclis Başkatibi Recep Bey de Ali Şükrü Bey’i çok temiz ve vatanperver bulduğunu ancak bir coştu mu kabına sığmadığını söyler ve onun dürüstlüğünün Mustafa Kemal Paşa’nın da hoşuna gittiğini şu sözlerle anlatır:
“Tuhaf değil mi, Paşa da bu hâlini beğeniyor, içinden geleni pervasızca söyleyişi, samimiyeti… Kaç defa ağzından işittim: “Herkes Şükrü Bey gibi düşüncelerini, fikirlerini pervasızca söylese, kimseden şüphe edilemezdi dediğini…”
Ali Şükrü Bey’in bahsettiği fitne ve fesat yapmadan duramayan kişiler, Ali Şükrü Bey’in Mustafa Kemal Paşa’yı indirip yerine Enver Paşa’yı geçirmek istediğini dedikodusunu yayarlar. Ali Şükrü Bey Meclis kürsüsünden şu sözleri söyleyerek konuya açıklık getirir:
Onun bu konuşmayı yapması ve özellikle yabancılar karşısında Paşa’yı kötülemesinin mümkün olmayacağını söylemesi, ona duyduğu saygının bir göstergesidir. Görünen odur ki; hemPaşa hem de Ali Şükrü Bey, aralarını bozmak isteyen bazı fesatçıların olduğunun farkına varmışlardır.
Ali Şükrü Bey’in cenazesine katılan ve Faik Ahmed Bey’in cinayetten Mustafa Kemal Paşa’yı sorumlu tutmasına şaşıran Trabzon Milletvekili Nebizade Hamdi Bey de şu sözleri söylemektedir:
“Sonra cenazeyi Belediye Meydanı’na naklettik. Meydanda Trabzon İttihat ve Terakki Başkanı Hacı Ahmet Barutçunun oğlu Faik Ahmet Barutçu, çektiği nutukta sık sık Çankaya katilleri diye bar bar bağırıyordu.
Bu hususta Atatürk’ün düşüncelerini ve olayların içinde anbean yaşamış bir insan olarak tarih önünde tekrarlıyorum ki Atatürk bu olayın tam karşısında oldu”
Atatürk’ün muhafızlarından Çakıroğlu Hüseyin, Atatürk’e Ali Şükrü Bey’i ortadan kaldırma fikrinin teklif edildiğini ancak onu öfkelenerek “Yerine gelen ondan beter çıkarsa Ali Şükrü’yü aramaz mıyız? Bana böyle tekliflerle gelmeyiniz!” dediğini nakletmektedir.
Zaten Mustafa Kemal Paşa hiçbir zaman sorunları cinayetle çözmek taraftarı olmamış, birkaç defa canına kast eden Çerkez Ethem’i bile öldürtmeyerek onu Millî Mücadele’ye tekrar kazandırmanın yollarını aramıştır.
Cinayetin işlendiği dönemde Lozan görüşmeleri askıya alınmış ve savaş ihtimali tekrar gündeme gelmiştir. Sovyet Rusya tekrar savaş çıkarsa Türkiye’nin yanında savaşa gireceğini açıklamıştır.
Meclis savaş ile barış arasında gidip gelmektedir. Ordu yorgun, imkânlar kısıtlıdır. Böyle kritik bir ortamda bir mebusu hem de ikinci grupun en ateşli mebusu olan Ali Şükrü Bey’i öldürtmek, üstelik bu işi kendi Muhafız Komu-tanı Osman Ağa’ya yaptırmak akıl işi değildir.
Osman Ağa’nın öldürüldüğü çatışmanın çıktığı gün, Ağa’nın hakkında çıkartılan yakalama kararını öğrenip Mustafa Kemal Paşa’yı öldürmek maksadıyla Çankaya Köşkünü bastığı haberleri bütün Ankara’ya yayılmış, sonrasında silah sesleri duyulmaya başlamıştır.
Döneme tanıklık eden bazı kişiler, yıllar sonra yayınladıkları anılarında “Osman Ağa’nın Çankaya Köşkü’nü bastığını, Köşk’ten içeri girdiğini, Mustafa Kemal Paşa’yı bulamayınca öfkelendiğini ve içeride ne bulduysa parçaladığını” yazmışlardır. Bu doğru değildir.
Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınındaki isimlerden Çakıroğlu Hüseyin çatışmanın detaylarını anlatmıştır. Buna göre Osman Ağa aslında Çankaya Köşkü’ne ulaşamamış, Köşk yolunda girdiği çatışma sonucunda öldürülmüştür. Köşke kadar gelebilenler Osman Ağa’nın adamlarıdır.
Osman Ağa, Mustafa Kemal Paşa’nın öldürüleceği haberini alır almaz onları göndermiş ve “Canınız pahasına Paşa’yı koruyacaksınız.” emrini vermiştir. Hemen yola çıkan muhafızlar Köşk’e gelmişler ve Paşa öldürüldü zannedip intikam amacıyla ateş açmaya başlamışlardır.
Üzerlerine ateş açılan Köşk muhafızlarının da, onları tanımayıp karşılık vermesi ile çatışma başlamıştır. Köşk muhafızlarının durumu anlamasının akabinde, muhafızlardan Karabulduklu Salih bir taraftan diğer tarafa geçip ve Paşa’nın yaşadığını söylemiş, çatışma sona ermiştir.
Osman Ağa’nın adamlarından olan Haliloğlu Rasim de yıllar sonra anlatmış olduğu hatıralarında, Köşk’e Mustafa Kemal Paşa’yı öldürmek için değil korumak için gittiklerini söylemiştir.
Kılıç Ali anılarında Osman Ağa’nın adamlarının maksadının Paşa’yı korumak olduğunu şöyle anlatır:
“Giresun Müfrezesi’nden ölen ve yaralananların çoğu, askerî kıtanın isyan ederek Köşk’e hücuma geçtiğini zannetmiş, silahını kapan, Gazi Paşa’nın Köşk’ünün civarına koşmuştu.
Kılıç Ali şöyle devam eder: +Osman Ağa’nın silahlı adamları, Köşk’ü korumak amacıyla çatışmaya katılıyorlardı. Bunu sağ kalanların ifadelerinden anlamıştık. Gazi durumu öğrenince çok üzülmüştü”
Eriş Ülger de Salih Bozok’un anı defterine dayanarak Osman Ağa’nın Köşk’ü hiç basmadığını, Çankaya sırtlarında çatışmada vurulduğunu ifade etmiştir
Çankaya Köşkü Baskını dedikleri olayın aslı özetle budur. Topal Osman burada yoktur. Adamları vardır. Onlarda Atatürk’ü öldürmeye değil korumaya gelmişlerdir. İki tarafı birbirine kimin hangi yolla düşürmek istediğini buradan anlatmak mümkün gözükmüyor. Kitapta detayları var
Bu bilgilerden yola çıkarsak Osman Ağa’nın Mustafa Kemal Paşa’yı öldürme niyeti olmadığını, üstelik kendisinin Çankaya Köşkü’ne kadar gelemeden öldürüldüğünü görürüz.
Osman Ağa’nın Mustafa Kemal Paşa’yı öldürmek maksadıyla Çankaya Köşkü’nü bastığı bilgisi hiçbir ciddi kanıta dayanmadığı gibi, bu olaydan yola çıkıla-rak yapılan ve Mustafa Kemal Paşa’yı işin içine çekmeye çalışan yorumlar da ikna edici olmaktan uzaktır.
GELELİM ATATÜRK’ÜN ÇARŞAF GİYİP TOPAL OSMAN’DAN KAÇTIĞI İFTİRASINA
İpek Çalışlar ise Paşa’nın, Köşk’ü basan Osman Ağa’dan kurtulmak için çarşaf giyerek Köşkü terk ettiğini iddia etmekte, bunu Latife Hanım’ın kız kardeşi olan Vecihe Hanım’ın anılarına dayandırmaktadır.
Çalışlar: “Millî Mücadele’nin lideri tehdit altındaydı. Kısa bir tartışma yaşandı. Önemli olan Paşa’nın yaşamıydı. Ona bir şey olursa zaten hiçbirimiz hayatta kalamazdık. Dışarıdakilerle pazarlık başladı. Âdet olduğu üzere ‘Kadınlar ve çocuklar önden çıksın.’ dediler. +++
Plan şuydu: Mustafa Kemal Paşa kılık değiştirerek kadınlar ve çocuklarla birlikte dışarı çıkacaktı. Fakat evin içinde de birilerinin kalması gerekiyordu. Latife muhafızlarla birlikte evde kalmaktan yanaydı.+++
‘Ben onları oyalarım.’ diyordu. Mustafa Kemal Paşa önce şiddetle itiraz et-ti. Ancak Latife’nin inadını bilirdi. Bir çarşaf buldum getirdim. Mustafa Kemal çarşafı giydi, benimle birlikte dışarı çıktı.” (Latife Hanım, İstanbul, 2006, s.56.)
Çalışlar, dışarıdakilerle bir pazarlık yapıldığını, pazarlık sonucunda kadın ve çocukların önden çıktığını yazmıştır. Dışarıdakilerin de Köşk’ü basanlar yani Osman Ağa ve adamları olduğunu söylemektedir.
Peki Köşk’ün içinde Ata’yı koruyanlar kimlerdir? İçerde muhafız yok mudur? Elbette vardır. İçeridekiler ise yine Osman Ağa’nın adamlarından olan ve bizzat Osman Ağa’nın emri ile Mustafa Kemal Paşa ve yanındakileri korumayla görevlendirilen Giresunlu muhafızlardır.
Hatırlayın, çatışma esnasında her iki tarafında Giresunlu muhafızlar olduğunu anlayıp, bir taraftan diğer tarafa geçip, Paşa’nın yaşadığını söyleyerek silahları susturan Karabulduklu Salih ve arkadaşları Köşk’ün içindeki Giresunlulardır.
Köşkün içinde Paşa’yı koruyan isimler zaten Osman Ağa’nın adamlarıdır. Peki, Osman Ağa neden kendi adamları ile pazarlık yapsın? Osman Ağa, Mustafa Kemal Paşa’yı öldürtmek istese Çankaya’ya kadar zahmet etmesine de gerek yoktur.
Çatışma çıktığı esnada Köşk’ün içindeki Giresunlu muhafızlardan Çakıroğlu Hüseyin olayın canlı şahidi durumundadır, içeride geçen konuşmayı şöyle anlatmakta ve Atatürk’ün çarşaf giyme teklifini reddettiğini ortaya koymaktadır:
Olay günü İsmail Hakkı Bey, Çankaya’ya giderek Atatürk’e “Paşam, Osman Ağa adamları ile birlikte yola çıkmış, Köşkü basıp sizi öldürecekmiş, hatta şimdi gelmek üzeredir. Köşk’ü terk etmeniz zaruridir, tanınmamak için bir çarşaf giyin, sizi buradan çıkartalım.” demiştir.
Bu teklifi şiddetle reddeden Paşa, İsmail Hakkı Bey’in sözleri karşısında oldukça şaşırmıştır. Eliyle hemen yanlarında duran Çakıroğlu Hüseyin’i göstererek “Bak çocuk, bana bu muhafızları Ağa Hazretleri verdi. Canıma asla kastetmez, bilakis canımın koruyucusudur!” demiştir.
Sonrasında Paşa’nın öldürüleceğini haber alan Giresunlular (Köşk dışında görevli olan), Köşk’e gelmişler, Paşa’nın öldürüldüğünü sanarak ateş etmeye başlamışlardır. Karabulduklu Salih’in araya girmesi sonucunda bir yanlış anlaşılma olduğu fark edilerek çatışma sona ermiştir.
Çakıroğlu Hüseyin, bir muhafızı Köşk’te yaşananları Osman Ağa’ya haber vermek üzere görevlendirmiş, İsmail Hakkı Bey’in yaptıklarına çok kızan Osman Ağa köşke hareket etmiş ancak Köşk’e ulaşmadan öldürülmüştür. (en basit anlatımı budur. detaylar kitapta mevcut)
Osman Ağa’nın başının kesildiği, cesedinin gömüldüğü yerden çıkartılıp sürüklenerek Ulus Meydanı’na getirildiği doğru değildir. Bunlar Kadir Mısıroğlu’nun hayal dünyasının ürünleridir.·
Ali Şükrü Bey cinayetini Topal Osman’ın işlediğini düşünen ikinci grup mebusları, Topal Osman’ın gerçekten öldüğüne inanmadıkları için cesedinin teşhir edilmesini istemişlerdir. Ceset asılarak teşhir edilmiştir.
Cesedin asılması, dönemin basının detaylıca yer bulmuştur.
4 Nisan 1923 tarihli Öğüt gazetesinde yer alan, “Cesedin kafasına ip geçirildi. Kuvvetli iki kol bu ipi çekti. Osman Ağa sehpanın başına kadar yükseldi” ifadesi başının kesilmediğini ispat etmektedir.