Başından söyleyelim ne seçmen ne de Türkiye AKP’ye mahkûm değildir. Seçmen iktidar partisine mahkûm değil ama 7 Haziranda %60 dolayında oy vermesine rağmen iktidar olmayı beceremeyen muhalefete de mahkûm değildir.
Muhalefet, seçmenin verdiği %60 civarındaki oya rağmen tek başına iktidar olmayı beceremediği gibi koalisyon ortağı bile olmayı başaramamıştır. Dahası muhalefet TBMM başkanını bile kendi arasından seçememiştir.
Seçmen, IŞİD’in canlı bombalarla, PKK’nın hendeklerle terörü kitleleştirirken, Rusya S-300 füzelerini Türkiye’nin burnunun dibine yığarken muhalefetin olanı biteni yalnızca seyrettiğini görmüştür.
Tam bu sırada dolar iki liradan üç liraya fırlamış ve seçmen 7 Haziranda yaptığı tercihten pişman olmuştur. Siyasetin sorunu iktidarın güçlü olması değil muhalefetin güçsüz ve sorumsuz olmasıdır. Bir kasım seçimleri bu siyasal manzaranın ürünüdür.
Davul Davutoğlu’nda tokmak başkasındaydı!
İktidarın bütün gücünü elinde tutan Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçildiğinde “Emanetçi olmayan Başbakan”, “Güçlü Cumhurbaşkanı-Güçlü Başbakanlık” vurgusuyla Davutoğlu’na görevini devretmişti.
Aslında Davutoğlu’na devredilen yalnızca Başbakanlık ve Genel Başkanlık makamıydı. Gerek parti organları ve gerekse TBMM’deki AKP gurubu –resmen olmasa da fiilen- doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlıydı. Davutoğlu Başbakandı ama kimin bakan olacağına Cumhurbaşkanı Erdoğan karar veriyordu. Davutoğlu Genel Başkandı ama milletvekili listeleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayladığı şekilde belirleniyordu.
Davutoğlu her konuşmasında Cumhurbaşkanına atıfta bulunuyor. Aralarında zinhar bir görüş farklılığı olmadığından söz ediyordu. Başbakanın gözleri ve kulakları sürekli Saray’a çevriliydi. Tahmin ya da hesap edemediğinden dolayı attığı adımlar, Cumhurbaşkanınca eleştirilince Davutoğlu geri adım atıyordu. Hakan Fidan’ı milletvekili adayı yapmıştı. Cumhurbaşkanı karşı çıkınca Davutoğlu MİT müsteşarının başvurusunu geri çektirmişti.
Başından bu yana sorumluluk yani davul Davutoğlu’nun boynundaydı, tokmak ise başkasındaydı.
Profili düşük, silik ve emir alan bir başbakan!
Davutoğlu hükümeti, “çözüm süreci” bağlamında Dolmabahçe’de Öcalan’dan gelen on maddelik metni HDP’lilerle birlikte kamuoyuna duyurmuşlardı. Cumhurbaşkanı, buna şiddetli tepki gösterdi ve Dolmabahçe görüşmelerinden haberi olmadığını söyledi. Davutoğlu hükümeti bu konuda da geri adım attı. Cumhurbaşkanının bu görüşmeden haberi olmadığını söylediler. Yapılan görüşmenin mutabakat olmadığını söylediler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine yüzde yüz bağımlı, devlet memuru tipinde bir Başbakan istiyordu. Davutoğlu buna çok uyar gibi gözükmüyordu. Davutoğlu, Anayasa gereği geleneksel Parlamenter sistemdeki Başbakan ile Cumhurbaşkanı ilişkilerine göre hareket etmesi gerektiğini düşünüyordu. Böyle bir Başbakanlık eylemine Saraydan itiraz yükselince derhal geri adım atıp gereğini yapıyordu. Cumhurbaşkanı açıkça ‘Parlamenter sistemi bekleme odasına koyduğunu’ söylemiş ve Davutoğlu’nun bir Başbakan gibi değil sekreter ya da danışman gibi hareket etmesi gerektiğini ima etmişti.
Ruhu vestiyere bırakmak!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, halk tarafından seçildiğini ileri sürerek mevcut anayasanın bu duruma cevap verir nitelikte olmadığını söylüyor ve fiili bir durum yaratarak siyasi partili cumhurbaşkanı gibi hareket ediyordu. Davutoğlu’na düşen ise bir an önce “Yeni Anayasa”yı gündeme getirerek Cumhurbaşkanının fiilen uygulamaya soktuğu siyasi partili cumhurbaşkanlığını resmi hale getirmek olmalıydı. Davutoğlu bunu yapmadığı gibi geçiştirir gibi davrandı.
Gelinen aşamada nasıl bir Başbakan istendiği de ortaya çıkmış bulunmaktadır. Yeni başbakanın profili düşük, silik ve emir almaya alışmış birisi olacaktır. Malum lider reisül evveldir. Emir almayan kişiye lider denir. Lider tektir o da Tayip Erdoğan’dır!
Davutoğlu’nun yerine atanacak başbakana şu mesaj verilmiştir: Başbakanlığa girerken ruhunu ve kimliğini vestiyere bırakacaksın. Senin adına başkaları düşünüyor, planlıyor, örgütlüyor ve konuşuyor. Sana düşen ise yalnızca yap denileni yapmak, yapma denileni ise yapmamaktır.