Cumhuriyet döneminin Türk siyasi hayatı, en uzun süreli tek parti, tek liderli iktidarını AK Partiyle yaşadı. On sekiz yıldır AK Parti Türkiye’de iktidardır. Sanıldığı gibi iktidar gücünü kendisinden değil muhalefetin güçsüz ve dağınıklığından almaktadır.
Şöyle ya da böyle AK Parti 2002 yılından bu yana iktidardadır.
Türkiye’de muhalefet kendi mensuplarını dahi bir arada tutamazken AK Parti kendi dışındakileri, hatta kendisine muhalefet eden partilerin liderlerini dahi partisine dahil etmek başarısını göstermiştir.
“Harun gibi gelip Karun oldular” eleştirisini yapan da “gittiğim her yerde ülkenin iyi yönetilmediğini, kaynakların israf edildiğini, kavga siyasetinin, kimlik siyasetinin, kutsal değerleri istismar eden siyasetin Türkiye’yi yorduğunu” söyleyerek eleştiren de bugün AK Parti’nin önemli isimleri haline gelmiştir.
AK Parti genel başkanını “Ettiği yemine sadık değil parti genel başkanı gibi davranıyor” diyen de “Türklüğü reddeden, TC’yi silen, milliyetçiliği ayakaltına alan bir inkârcı” olarak niteleyen de bugün AK Parti kadroları arasına katılmış ya da AK Parti’yle ittifak içindedir.
Bu durumun çok iyi analiz edilmesi gerekir.
Muhalefet kendi içindeki en küçük itirazlara dahi tahammül edemezken AK Parti neredeyse kırk benzemezi kendi çatısı altında tutabiliyor. Bunun kolay bir iş olmadığı da ortadadır. Genel Başkan Erdoğan, bu sonucu “Kapı kapı dolaşacağız, kucaklayıcı olacağız. Biz düşmanı azaltmaya dostu artırmaya gayret edeceğiz” stratejisiyle aldığı anlaşılıyor.
Bir siyasi hareketin geleceği iki temel olguya bağlıdır; bunlardan birisi güç diğeri de rızadır. Doğal olarak iktidar her anlamda gücü elinde tutmaktadır. Ancak bu gücü AK Parti rıza yaratmakta kullanarak en muhalif unsurlarını dahi kendi saflarına katabilmektedir. Yaşananlar AK Partinin bir tutkal gibi ayrıntıları, farklılıkları bir arada tutan bir yanının da olduğunu göstermektedir.
AK Parti’den ayrılan birisi bakan diğeri de başbakan olan iki ayrı siyasi parti olarak örgütlenen DEVA ve GELECEK Partisinin götürme ihtimali olan oylardan daha çoğunu elde edecek strateji üzerinde AK Parti stratejistleri yoğun mesai sarf etmektedirler.
Bu noktada millet ittifakının daha da ötesinde ana muhalefet CHP’yi parçalamak gibi bir strateji olarak devreye sokulmuş olma ihtimali vardır. “Yuvaya dön” çağrılarıyla, Muharrem İnce’nin ayrı bir parti kurma söylemlerinin bu bağlamda çok iyi değerlendirilmesi gerekir.
Muhalefetin ise hem güç yoksunu hem de toplumsal rıza üretmede son derece yetersiz olduğu görülmektedir.
Yerel seçimlerde elde edilen sonuçlara karşın ana muhalefet bir türlü muhalif duruşu olanlar için bir cazibe merkezi haline gelememiştir. Aksine muhalefette olan ve ondalık kesir kadar toplumsal karşılığı bulunan unsurlar bile son zamanlarda ayrı birer siyasi parti olarak örgütlenmektedir. Bu durum yeteri kadar parçalı, dağınık ve istikameti belirsiz olan muhalefeti daha da güçsüzleştirecektir.
Muhalefet her yerde demokrasinin vaz geçilmezidir. Ancak demokrasilerde itiraz ve eleştiri hakkı yalnız iktidarda olan partiler için değil muhalefet partileri içinde de zorunludur. Tabi burada disiplin, estetik ve siyasi fayda yönünden itiraz ve eleştiri ölçülerine dikkat ederek bunu gerçekleştirmek gerekir.
Sözgelimi Türkiye’nin yönetiminde tek adamdan şikâyet eden muhalefet partileri kendi siyasi partilerinin içinde aynı tek adamlığı dayatıyorlarsa inandırıcılıklarını kaybederler. Her şeyden önce muhalefet kendi içinde demokratik tavır konusunda tutarlı olmak zorundadır. Kimse demokrasiyi “evet” deme hakkı olarak dayatmamalıdır.
Yerel seçimlerde muhalefetin elde ettiği başarı on sekiz yıldır işbaşında olan bir siyasi partinin hala Türkiye’nin en fazla oy alan partisi olduğu gerçeğini bize unutturmamalıdır.