“Mübarek Miraç gecesinde Allah’ın emriyle Hz. Peygamber (s.a.v) Mescidül-Haram’dan Beytü’l-Makdis’e (Kudüs) götürülür. Daha sonraki aşamayı Hz. Peygamber (s.a.v)’in Beytü’l-Makdis’ten Allah’a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayının safhalarında Hz. Peygamberin (s.a.v.) şehitlerin ve muttakilerin cenneti olan Cennetü’l–Me’vâ’yı temaşa etmesinin yanında, “imkân dairesinin bitiş, vücûb dairesinin başlama sınırına” ulaşması vardır.”
Mübarek miraç kandilini idrak ediyoruz. Bu manevi iklim, semalara açılan ellerin sahibi olan gönüllerin hudutlarının kalktığı, duaların uhreviyatın kalbinde vücut bulduğu kutlu zaman dilimidir. Rahmetli Abdurrahim Karakoç’un aşağıdaki muhteşem ifadeleri nedense bu mübarek günün feyzi içerisinde daha bir anlam derinliği kazanmaktadır.
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?
Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.
Ebediyete intikalinin yüreklerdeki sıcaklığı henüz geçmemiş, gönlünde istediği sonsuzluk şerbetini içip, hudutları bize bırakan Rahmetli Karakoç nezdinde tüm gönül sahibi insanların bu mübarek gecede semalara açılan dualarda haklı yerini bulacağına inancım tamdır.
Bu duygu ve düşüncelerden hareketle “Bu hududu kimler çizmiş gönlüme” ifadesi üzerinden gönül ve hudut hadisesinin manevi iklim nezdinde ele alınma ihtiyacı vardır.
Gönül başka hiçbir kültürde yer almayan, bize dair, bizden olan bir ruh derinliğidir. Yabancı bir dilde karşılığı olmaması her şeyi apaçık ortaya koymaktadır. Hudut ise bizlerde anlamını; ebediyet duygusunun tecellisinde; kabul etmediğimiz, varlığına isyan ettiğimiz bir husus olarak yerini almıştır. Âlem’e nizam dediğimiz kutsal derdimizin icrasında yerle bir etmekle yükümlü olduğumuz bir engel, bir merhaleden öte bir şey değildir.
Dünden zamanımıza nizam-ı âlem ülküsünün bayraktarı olan milletimiz; adalet-hakkaniyet-medeniyet hedefini gerçekleştirmeyi, Allahın rızasını kazanmak düsturunda bulmayı ilke edinmişlerdir. Atalarımızın yüzyıllar önce çektiği besmelenin dillerdeki dua, kalplerdeki amin nidalarına mazhar olması yanında, bugün hala, hasret üzere, aranılan, özlenen eserleri vücuda getirmiş olmaları bizlerin de sorumluluk alanını tarif eder niteliktedir.
Bu mübarek gecenin kutlu zihin meşgalesi; Yüce Rabbimizin emriyle başlayıp, Önce mücahede, (kendi nefsi ile savaş) sonra müşahede, ardından da müdahale ve mütalaa üzerine besmelemiz olacak ruh hali olmalıdır.
Zamanımızın hastalıklı gidişatına baktığımız da görüyoruz ki;
.Çökmekte olan bir dünyada, insanlık da çürümekte.
.Sapkınlık, rezillikler arsızca sergilenir olmuş.
.Hukuk hala Roma devrinden çıkamamış, feryat etmekte hakkaniyet ve adalet diye..
.Dengeler bozulmuş, uçlara taşınma uçuruma davet niteliğinde.
.Kan-gözyaşı-acı-zulüm artık sıradan olmakta.
.İslam dünyası ise müdahalelere açık, her türlü insanlık dışı gelişmelerin merkezi durumunda.
İşte tüm bu vahametten kurtuluş, çıkış reçetesinin yegane kaynağı İslam; hala müracaatını beklemekte, ihlas-ilim-ufuk üzere olanların…
Bu mübarek gecenin kutlu olayı gönüllerdeki hudutlarımızı kırmak hadisesidir.
İdrak ve nasip burada gizlidir.
Mübarek Miraç kandilinin feyzi bereketine mazhar olunacak idrak temennilerimdir. Rahmetli Karakoç’un nezdinde onun tarifinde vücut bulan ebediyete intikal etmiş tüm gönül insanlarının ruhu şad olsun diyorum.