İdeal ile var olanın arasındaki farkı kapatmak için mücadele verenlerin yılgınlığı ile oluşan fikri molanın son demlerine gelmek üzereyiz. Bu yılgınlık yıllarında birçok şey yitirdik. Bu yitiklerimiz arasında ömür çizgisinin sonuna gelmiş büyüklerimiz olduğu gibi yaşarken kaybettiklerimiz de vardı. Ancak bunlar çok da önemli değildi çünkü bu dava insanların üzerine kurulmamıştı ki onların gitmesinden bir şeyler kaybetsin. Gidenler nasiplerini kaybediyorlardı. Oysa başka yitiklerimiz vardı. Gökyüzü kurşunla kaplı idi, yıldızlarımızı göremiyorduk ama yıldızlarımızı yitirmedik. Gideceğimiz yolu biliyorduk ama yol sisliydi, bizim sis farlarımız kırıktı. Yitirdiğimiz bu hareketin metafiziği değil, bizatihi fiziği idi. Her şeye rağmen Ülkücülük ruhsuz harfler birleşiminden ibaret değildir. Bugün bile kendine Ülkücü diyen onbeş-onaltı yaşlarındaki delikanlıların gözlerinin içine bakarsanız orada dünyayı fethetmeyi göze almış enerjiyi görürsünüz. Mesele bu enerjinin doğru mecralara aktarılmasındaki yitiklerde gizlidir. Atomun parçalanmasından ortaya çıkan enerji ile milyonlarca masum insanı öldürebileceğiniz gibi, on milyonlarca insana refahta sunabilirsiniz. Milliyetçi düşüncenin yitirdiği en önemli imkân bu enerjiyi Türk Milletinin bekasına yönlendirecek fiziktir. Milliyetçi Hareket, fiziğini siyasal alana hapsederek yılgınlık yıllarının fikri molasına çekilmiştir. Bu fiziği yeniden kazanmak için Türk Milliyetçiliği fikri bilinciyle ilmi pratikle modern teşkilat yapısı kurmak lazımdır. Bu teşkilatların faaliyetlerini siyaset dışı alanlara da yöneltmek gerekir; tiyatro, edebiyat, basın-yayın, çevre, insan hakları gibi… Türk Milliyetçiliğinin kültürel açılımlarını tanımlayacak ve tamamlayacak alanlarda, içi dolu, sanat değeri yüksek ve sosyal gerçekliği olan eserler ortaya koymak gereklidir. Bir toplumun fikri, edebi, kültürel ve sosyal hayatında belirleyici olmayan teşkilatların sadece mensubiyet duygusu ile ayakta kalmaları mümkün değildir. Sürekli güncellenen toplum dimağına etki yapabilmek sağlam birikim, müspet ve kıvrak zekâ, güçlü teşkilat yapısı ile mümkün olabilir. Bunu sağlamak ise ancak bu kaygıyı taşıyan ve bu değişimi yapabilme kudretine sahip hasbi düşünebilen milliyetçi kadrolarla mümkün olacaktır.
Ülkücülerin, Allah’a, Kuran’a, Vatan’a ve Bayrağa yemin olsun diye başlayan ve şehitleri, gazileri emin kılan yeminleri vardır. Bu yeminde, son nefes ve son nefere kadar Komünizmle, Faşizmle, Kapitalizme, Siyonizmle ve her türlü Emperyalizmle mücadele edileceği ifade edilir. Aynı zamanda mücadelenin MİLLİYETÇİ TÜRKİYE ‘ye, TURAN ‘a kadar yılmadan yıkılmadan süreceği ilan edilir. Bu sürekli bir Fikri Kavganın ilanıdır aslında. Ancak Komünizmle girilen kavga kazanıldıktan sonra yeminin burada bitmediğini ve esasında büyük kavganın başladığını fark edemedik. Komünizm ete kemiğe bürünüp karşımıza dikilmişti ama emperyalizm öyle değildi. Seksenli yıllarda çocuk, doksanlı yıllarda genç olan kuşakta kaç Ülkücü, rüyalarında Süperman’i görmemiş, “He-man!” diye bağırmamıştır. Bu kuşak şanslı idi, rüyalarımıza ekleyeceğimiz ‘Tarkan ve Kurt’u vardı. Ama bugün çocuklarımız rüyalarında Bakugan ve Ben-10 görmektedir, onlara kahramanlarımızı sunamadık. Mahalleler, yurtlar, okullar ve şehirler kurtaran fikrin, Türk gençlerinin beyinlerinin işgaline seyirci kalması çok hazin olmuştur. Kavga devam ediyordu ama biz farkında değildik. Kavganın yöntemi, silahları ve savaş alanı değişmişti. Fikir savaşlarının silahları olan radyo, televizyon, gazete, kitap, dergi, sinema ve nihayet vasıtasız söz maalesef uzun süredir güçlü şekilde saldırı halindedir. Buluşma noktamızı yeniden hatırlayıp Türk gencinin beynine yeniden dönmeli, dimağına Türk Kültürü ile etki yapabilmek için yeniden teçhizatlaşmalıyız. Türk Milliyetçileri, kökü mazide olan ati olma iddiasının fiziğine yeniden kavuşmalıdır. Çok geç kaldık diyebiliriz, ancak unutmamalıyız ki bugün yarından erkendir…
Öyleyse yeminin sonunu tekrarlayalım;
“Başaracağız! Başaracağız! Başaracağız!”