Türkiye Ankara’dan yönetilir!
Tek bir adama göre oluşturulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) mimari yapısı gereği partilerin ittifakını kaçınılmaz hâle getiriyor. Cumhurbaşkanı’nın %50+1 oyla ilk turda seçilme şartı partileri bu yola itti. Büyük küçük bütün partilerin etkisi arttı. Temsilde adalet açısından doğru diye bakılabilir. Ancak büyük tartışmaları da beraberinde taşıyor.
Siyaset ve seçim, bir fazla oyla almaya endeksli. Doğru ama bu milletin meselelerinin çözümünün önünde bir engel oluşturabilme tehlikesini de beraberinde taşıyor. Sadece oy açısından bakılarak, Türkiye’nin millî meseleleri karşısında birbirine taban tabana zıt çözümler sunan partiler ittifak içindeler. Yeni ittifaklar da kurulmaya çalışılıyor. Bu farklılıklarla seçime birlikte girmek, hayatî meselelerde çözümün ertelenmesine sebep olabilecektir. Ki bu sorunların ağırlaşmasından başka bir işe yaramayacaktır. Bunun için tedbirler alınmalıdır.
Kısa bir hafıza tazeleme
Yazılarımı takip edenler birincisi sıraya egemenliğimize yönelen ve kimliğimizi farklılaştırmaya çalışan tehdidi koyduğumu bilirler. Bu tehdit 21’inci yüzyılda ideolojik hedefleri olan yöneticilerin de büyük katkısıyla çok ileri düzeyde tahribata yola açmıştır. Ordumuzun yapısı değişmiş, millî eğitim artık yama tutmaz hâle gelmiştir.
Mesela, İmam-Hatip okullarına hem dindar ve kindar nesil yetiştirme, hem Türkiye’deki eksikli Müslümanları kâmil Müslüman (!) hâline getirme hem de devletin idaresine dinini bilen (!) kadroları yetiştirme misyonu yüklenmişken İmam Hatiplerde Arapça öğrenebilmek için Türkçe konuşulmamalıdır diyen birisi Millî Eğitim Bakan Yardımcısı yapılmıştır. Bu parçalar birleştiğinde geleceğe yönelik ideolojik siyasi hedef kolayca anlaşılmaktadır.
Bu hedef, Türkiye’nin vatandaşlık yapısını etnisitelerin eşitliği hâline getirmektir. Bunun için bölücü terörle yapılan pazarlıklar daha taptazedir.
Gerek bölücü unsurlarla ilişkiler gerekse millî eğitim politikaları, doğrudan Türk Milletinin egemenliğine yönelik tehditleri ihtiva etmektedir. Türkçe devletin dilidir. Arapça öğrenmek için dense bile, siyasi bir misyon yüklenmiş okullarda, Türkçe hâkim dil olmaktan çıkarılmaktadır. Devleti idare etmek üzere yetiştirilen ama hâkim dilin ve hâkim kültürün artık Türkçe ve Türk kültürü olmadığı nesil(ler)den bahsediyoruz.
Ege adalarımız işgal altındadır. Irak, Suriye, Kıbrıs ve Yunanistan’la ilgili sorunlarımız her geçen gün büyüyerek devam etmektedir.
Güney sınırlarımızda uluslararası destek bulan terörizm bir devletçik kurmuş, diğeri de yoldadır.
Hafızayı beşer… unuturmuş
Evet insan unutuyor belki ama arşivler buna izin vermez. Hele devlet yönetimi ve milletin istikbali söz konusuysa çok daha açık hatırlanacaktır. Aslında hiç hatırdan çıkmamalıdır ya. Özellikle siyasiler, devletin yönetimine talip olanlar unutmak lüksüne sahip olamazlar. Unutacak olanlar çekilip evlerinde, varsa işlerinin başında kendi adlarına unutma hakkını kullanabilirler elbette.
AKP’nin iktidara geldiği 2002’den sonundan Mayıs 2016’ya kadar büyükelçi – danışman olan, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu’nun bölgemizdeki gelişmelerin hepsinde planlayıcı / uygulayıcı rolü vardı. Mesela, Suriye’de 2011’de başlayan ve günümüze kadar süren iç savaşın hemen başında, “bölgemizde bütün yapılar yeniden inşa edilirken Türkler ile Kürtler arasındaki bu kardeşliğin inşa edici bir rolü var. Bölgemizde kalıcı bir etki yapacaktır (3 Kasım 2011, Dolmabahçe Sarayı, Barzani görüşmesi sonrası)” sözlerini unutacak mıyız? (Türkiye’de yaşayan ve Suriye’de de baktığımız toplam 10 milyon Suriyeli sığınmacı ülkemizde sosyolojik yapımızı perişan etti. İşte size kalıcı etki.) Veya yine Davutoğlu’nun “Çözüm sürecinin millî olduğunu, çözüm sürecini yıkmak isteyenin altında kalacağını (18-20 Ekim 2014, 6-8 Ekim olayları sonrasındaki günler)” dediğini de hatırlamayalım isterseniz.
Ama biz hatırlamak istemesek bile kendisi hiç unutturmuyor. Verdiği röportajlarda Diyarbakır’a memnuniyetle Amed diyen (13 09 2021 rudaw.net) bir siyasetçi. Yine aynı röportajda “Afrin’de Kürtlerin kendi haklarıyla, dilleriyle, kültürleriyle Türkiye’nin himayesinde bir yönetim içinde yer almaları güzel bir örnek teşkil eder … O bölgede yaşayan Kürtlerin kendi dilleri ile eğitim yapabilmelerini temin etmek Türkiye için o bölge halkıyla ortak gelecek inşa etmek bakımından önemlidir” Sözleri de var. Yani biz unutsak da devamlı hatırlatmakta. 2011’deki düşüncelerinden de hiç vazgeçmediği anlaşılıyor.
Benzer yaklaşım DEVA Partisi’nde de var. Ali Babacan Kürt sorununu (!) demokratik bir anayasa ve eşit vatandaşlık ile çözeceğiz. Vatandaşlarımızın tüm haklarını koşulsuz, şartsız, pazarlıksız derhal tanıyacağız diyor. Anayasa vatandaşların eşitliğini zaten hükmediyor. O hâlde söylenen gayet açık. Kastedilen unsurların / grupların / etnisitelerin eşitliği. Zaten genel başkan yardımcısı da “Önceliğimiz Kürtlerin birey olarak ve bir etnisite olarak sahip olmayı hak ettikleri haklara kavuşmasıdır (rudaw.net, 28 12 2020)” diyor.
Yapılanlar yapılacakların göstergesi
Yıllar önce bir reklam vardı: yaptıklarımız yapacaklarımızın garantisidir sloganıyla hatırlardadır. Etkili bir slogan ve çok da doğru. Yukarıda alıntılanan konuşmalar gayet açık ortada. Ve hâlâ da değişmediklerini geçmişteki gibi düşündüklerini, iktidar olurlarsa benzer şekilde davranacaklarını söylüyorlar.
Peki onlar değişmediklerine göre, değişenler kim? Atatürk’ün kurduğu parti CHP’nin kurucu ayarlarına dönmesi gerektiğini herkes söylüyor. En azından, Atatürk’ün izinden gidenlerin Türkiye’nin Ankara’dan yönetildiğini hep hatırlatacaklarına, çok büyük bir yanlışlığı önleyeceklerine inanmayı çok arzu ederiz.
Türk milliyetçisi olduklarını her fırsatta ortaya koyanların, oy kaygısıyla, egemenliği tehdit eden bölücülük karşısında düşüncelerinde hiçbir değişiklik olmayanlarla ittifak etmesini de anlamakta güçlük çekeriz. Bu, Türk Milletine bize oy vermeyin demek anlamına gelmez mi? Bu kadar dolambaçlı bir şekilde söylemektense açıkça söylense daha iyi olmaz mı?
Açılım: yine, yeni, yeniden (mi?) başlıklı yazımı “Terörizm ve terörle mücadele, Türk Milletinin ve egemenliğine zarar vermeden ‘terörle mücadele vizyonu, terörle mücadele stratejisi, terörle mücadele siyaseti ve diplomatik mücadele eylem planı’ oluşturacak ve onu bihakkın uygulayacak iradeyi gerektirir.” cümleleriyle bitirmiştim. Yazıya Lale Akcan isimli bir okuyucu, iki muhalefet liderinin isimlerini de yazarak: “Bu dediklerinizi kim yapacak? var mı böyle güçlü bir irade …” soruyordu. Bu yorumu beğenenler de vardı. Milletin bu güçlü iradenin ortaya konmasını arzu ettiğinin küçük de olsa bir göstergesiydi.
En doğrusu ittifakların seçime, geçmişteki koalisyon protokolü benzeri bir protokol veya ortak seçim beyannamesiyle girmeleridir. Bu şekilde hem sorunlara karşı tavırları netleşecek hem de seçim kazandıklarında neleri, nasıl yapacaklarını ortaya koyacaklardır. Özellikle bölücü terör karşısındaki tavır net olarak açıklanmalıdır. Bu şekilde Türk halkı tercihini daha kolay yapacaktır.