Siyasi partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiğinde Anayasayla uyum içerisinde olunacağından siyasi istikrar gelecek, kararlar daha çabuk alınacak, sistem daha iyi işleyecek ve daha da başarılı sonuçlar alınacağı iddia ediliyor.
Türkiye’nin önünün açılması, ekonominin zirveye terörün dibe vurmasının yolunun da siyasi partili cumhurbaşkanlığından geçtiği propaganda ediliyor.
Her şeyin evvelini ve ahirini siyasi partili cumhurbaşkanlığına bağlayanlar da yok değil.
Kamuoyunu ayartma operasyonu!
Bu algı yönetiminin de ötesinde ayartma operasyonudur. Tam anlamıyla bir sapmaya şartlandırmadır.
AKP daha doğrusu Erdoğan on dört yıldır Türkiye’nin tek hâkimidir. AKP’de nihai anlamda tek söz sahibi olan kişidir. On dört yıllık süre içinde Erdoğan’ın hiçbir görüş, talimat ya da emrinin geciktirilmesi ve yerine getirilmemesi söz konusu dahi olmamıştır.
Bir gecede -Hakan Fidan olayında olduğu gibi- yasalar çıkarılabilen ve her istediği kararı alabilen bir iktidar Türkiye’de iş başındadır.
Parlamenter sistemin koalisyon demek olduğu, hâlbuki tek başına iktidar olunduğu dönemlerde ülkenin kalkındığı yolundaki görüş yanıltıcıdır. Parlamenter sistem siyasi istikrarın da gerçek teminatıdır. Bu sistem AKP’ye on dört yıl, DP on yıl, AP’ye altı yıl, ANAVATAN’a da sekiz yıl kesintisiz tek başına iktidar olma imkânı vermiştir. Demek ki sorun sistem de değil siyasi partilerin performanslarıdır.
Kuvvetlerin birliği totaliterlik demektir!
Yeni sistemde Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisiyle ilişkisi devam edecekse herhalde sıradan bir üye olarak devam etmeyecektir. Örneğin Erdoğan, hem partisinin genel başkanı, hem yürütmenin başbakanı hem de Cumhurbaşkanı olacaktır. Bu kadar gücü elinde bulunduran bir liderin totalitarizme kaymasını kim önleyebilir?
Kaldı ki Erdoğan bunu açıkça da ifade de etmiştir. Tayyip Erdoğan’ın kuvvetler ayrılığından şöyle yakınmıştı. 2012 yılında Konya’da Ekonomi Ödülleri töreninde, konuyla ilgili olarak şunları söyler: “Sistem düzgün kurulmamış, sistemde yaşadığımız sıkıntılar var. Düzgün kurulmadığı içindir ki umulmadık yerde, umulmadık şekilde bakıyorsunuz bürokrasi karşınıza dikiliyor, bürokratik oligarşi karşınıza dikiliyor, umulmadık yerde yargıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Yasama, yürütme, yargının bu ülkede öncelikle bu milletin menfaatini düşünmesi lazım ve ardından da bu devletin menfaatini düşünmesi lazım. Eğer biz güçlü hale geleceksek böyle güçlü hale gelebiliriz” demişti.
Dahası Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar için “Ben Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyebilmiştir.
Kuvvetlerin ayrılığının Türkiye’de yüz kırk yıllık geçmişi vardır. Meşrutiyetin padişahları kuvvetlerin ayrılığını uygulamaya sokmuştu. 1876’da Birinci Meşrutiyet ve ilk Kanuni Esasi ilan edildiği dönemde zamanın Padişahı “Teşkilat-ı cedidemiz (yeni örgütlenmemiz) kuvve-i icraiyenin (yürütme erkinin), kuvve-i adliyeden (yargı erkinden), kuvve-i diniye ve kuvve-i teşriyye (yasama erkinden) tefrik edilmesi (ayrılması) esasına müsteniddir” demişti.
Gerçek manada hukuk devleti, hâkim teminatı ve kuvvetlerin ayrılığı demokrasinin olmazsa olmazıdır.
Lenin 1903’te, “Ne yapılmalı?” adındaki küçük kitabında ilk kez demokratik merkeziyet teorisini geliştirdiği zaman, Trotsky şu itirazı ileri sürmüştür: “Partiyi proletaryanın yerine, ardından Merkez Komite’yi Parti’nin yerine, en sonra da Parti Genel Sekreteri’ni Merkez Komite’nin yerine geçireceksiniz ve işin sonu proletarya adına, bir tek kişinin mutlak iktidarı olacak”.
Siyasi partili cumhurbaşkanlığıyla yapılan da buna benzer bir durum ortaya çıkaracaktır. Siyasi partiyi milli irade yerine, genel başkanı siyasi parti yerine, Başbakanı genel başkan yerine, Cumhurbaşkanını da Başbakan yerine geçirince ve hepsi de bir kişi tarafından temsil edilince tek kişinin iktidarı kurulmuş olacaktır.
MHP tek kişinin iktidarı anlamına gelen siyasi partili cumhurbaşkanlığını savunamaz!