İYİ Parti Lideri Meral Akşener, Karar TV Youtube kanalında açıklamalarda bulunuyor.
Akşener’in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde;
Umreden gelenlerle ilgili karantina uygulanabilseydi en başında. Özellikle İran sınırı başta olmak üzere sınırlarımızda tedbirler alınabilseydi daha farklı bir sonu içle karşılaşabilirdik. Bizim ekonomimiz korona ile kırılgan bir aşamada karşılaştı.
EKONOMİMİZ KORONA’YA ÇOK KIRILGAN BİR NOKTADA YAKALANDI
11 Şubat’ta bir grup toplantısında Korona’nın İran’a yansımasından sonra ben bazı tespitler ve önerilerde bulunmuştum. Maalesef onlara dikkat edilmedi. Biz Korona’yı ülkemize geç geldi çok daha iyi yönetebilirdik. Umre’den gelenler ile ilgili karantina uygulanabilseydi en başında İran sınırı başta olmak üzere sınırlarımızda tedbirler alınabilseydi. Dolayısıyla bulaşmayı engelleyebilseydik daha farklı bir sonuçla ekonomik manada karşılaşabilirdik. Çünkü bizim ekonomimiz Korona’ya çok kırılgan bir noktada yakalandı. Korona bizim ülkemize sonradan geldi. Sağlık çalışanları, sağlık ordusu dediğimiz insanlar cansiperane mücadele yapıyorlar. Hem insanlarımız milletimiz hem sağlık çalışanları mücadele konusunda oldukça başarılı ama bu salgın bu derecede olmayabilirdi. Bizlerin uyarılarına dikkat edilmiş olsa idi yani ne demek istiyorum; biz şu anda vaka sayısı olarak dünyanın yedincisiyiz.
DAMAT SÜREKLİ PAKET AÇIKLIYOR
Biz 16 Nisan 2017 yılında bir sisteme geçtik. 2017 yılından bu yana herkesin cebinden 8 bin lira gitti. Gayri Safi Milli Hasıla kişi başına 8 bin 500 dolara düştü. Şimdi damat bakan, sürekli olarak paketler açıklıyor fakat reel sektör, çalışanlar, 211 bine yakın esnaf kapandı, bunların çalışanları ve küçük esnaf, yüzde 90 istihdam yaratan yerler, bunlarla ilgili ne yapısal ne de diğer şekilde bir paket yok ortada. Merkez Bankası’nın ihtiyat akçesi gitti, yapmayın etmeyin dediler.
İşsizlik fonu vardı, o da yok. Merkez Bankası şu anda devlet tahvilini satın aldı. Varlık Fonu diye anlamadığımız ayrı bir alan var. Bütün bunlara baktığımız zaman, zaten yüzde 15 işsizlik var. Ben Korona’dan önce büyükşehirleri gezmeye başladım. Buralarda gördüklerimi hükümet ile paylaştım. Mesela müşterinin alım gücü düşmüş. Mesela bu kasapta da kuruyemişçi de de aynı. Kazak satan yerde de aynı. Ürünlerin geliş fiyatında ciddi yükselmeler var. Dolayısıyla cirolar yerinde kalıyor ancak kar oranı ciddi anlamda düşüyor.
Korona’dan önce söylenen şey şuydu, ne olur bu kiralardaki stopajı bir şekilde çözdürün. İşsizlik ve EYT’liler sorunu vardı. Mesela EYT’liler erken emeklilik gibi görüldü ancak daha ucuz iş gücü sebebiyle işlerinden çıkarıldılar. Yevmiye ile çalışıyorlardı. Sanayi bölgeleri dediğimiz ilçelerde ise Afganlar veya bir başka sığınmacı gruptan daha ucuza çalıştırılma söz konusu olduğu için yevmiyeli bile iş bulmaları imkansız hale gelmişti. Şimdi biz böyle bir sistemle yakalandık.
KEPENK KAPATTIRILAN ESNAFA DEVLET 10 BİN LİRA PARA VERMELİDİR”
Damat bey bakan olduğundan beri 8-9 paket açıklandı. Burada öncelik sıralaması var yani odak noktası ile ilgili problem var. Türkiye hizmet ve inşaat sektörüne kaydı. Biz inşaata yönelinmesin demiyoruz ancak yanlış bir planlama var. Mesela yarını kurtarmak için şu mutlaka yapılmalı, kepenk kapattırılmış esnafların istihdamlarını garanti altında tutmak için, çalışan başına devlet 10 bin lira para vermelidir. Bunun 1 yılı ödemesiz olmalıdır, faizi 10 bin lira tutuyor Türkiye için. Bu yollar, tüneller gibi cebimizden giden paranın 3’te 2’si gibi paraya tekabül ediyor. Bunu hemen 1 yıl sonra da hemen faizi alınabilir. Daha enteresanı ihracatçı çok zor durumda. Bu insanların ürettikleri ara mamuller var. Bunlar gümrükte bekliyor. Devletin ihracat yapan firmalara da yardım etmesi gerekiyor. Türkiye’nin bel kemiği olan sanayi alanları var, oralarda da devlet hisselerini satın alarak, sözleşme şöyle yapılmalı. Alınan fiyattan hisseler zamanı geldiğinde geri verilmeli.
VARLIK FONU HAZİNE’YE PARALEL YENİ BİR HAZİNE GİBİ
Varlık fonu kanunu geçti. Varlık fonu kanunu derken varlık fonunun yetkilerini daha genişleten ekstra yetkiler veren ve orada çok kritik bir şey var. Türkiye’nin stratejik şirketlerini kendi bünyesine alma, aldıktan sonra da onlara da dokunulmazlık sağlama.
Ekonomik önlem ve iyileştirme adı altında hem kuruluş aşamasında hem de o son çıkan kanun ile birlikte paralel bir hazine haline döndü. Zarar eden şirketler, mesela Çaykur’un varlık fonu içindeki pozisyonuna baktığınız zaman 2 yılda 1 buçuk milyar Türk lirası zarar etmiş. Varlık fonu borçlanma hakkı tanındı. Biz varlık fonunun kurulma sistemine karşıydık ve iktidar olduğumuzda derhal hazineye bağlanması ve varlık fonu meselesinin ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyoruz.
Rahmetli Özal’ın kurduğu fonları hatırlıyorum mesela varlık fonunun içine alınan şirketlerin olmasının. Bir diğer özelliği de Sayıştay denetiminden uzak tutulmaları yani hiç kimsenin ne oluyoruz diye soramayacağı bir sistem oluşturuldu. Hazineye paralel bir yeni hazine gibi bunun sistem açısından son derece sakıncalı olduğunu hep söyledik, söylemeye devam ediyoruz.
HİÇBİR İKTİDAR PROPAGANDA MEDYASI OLUŞTURMAMALI
Bütün iktidarlar güç sahipleri dünyayı ele geçirmeyi veya en azından kendisine destek olmasını arzu eder. Bu siyaset biliminin bir tespitidir. Ama hiçbir iktidar propaganda medyası oluşturmamalı. 2008’den itibaren yapılan bu buna karşılık 28 Şubat döneminde şimdi benim deyimimle o oligarşik elitist bir yapı oluşmuştu. Medyanın bir ayağı da bunun içindeydi. İlk defa Kartel medyası sözü bana aittir. 28 Şubat’ın dinamikleri başkaydı ve sonuç itibariyle çok net bir kavga verilmişti. Mesela ben o günün gazetecileri, medya sahipleri, güçlüleri tarafından cinsiyetim üzerinden hiç tanımlanmadım. Siyasi eylemlerim, duruşum, sözlerim üzerinden argüman geliştirerek haksız olabilir benim açımdan ama bu argüman üzerinden gitti, oğlumun adı geçmedi, hiç eşimin adı geçmedi yani aileme yönelik hiçbir tutum alınmadı. Biz kadınlar özellikle cinsiyetlerimiz üzerinden müthiş çirkinlikler yaşadık yaşamaya devam ediyoruz. Asıl dikkat çekmek istediğim şey bu zihniyet.
VİCDAN İLE İLGİLİ OLARAK SINIFTA KALDILAR
Vicdan ile ilgili olarak sınıfta kaldılar. Bir motta var burada hiçbir kutsal önemsenmiyor. Şimdi, bana genellikle şunu soruyorlar. Sizin sayın Erdoğan ile bir dostluğunuz vardı, ne oldu da değişti. Sayın Erdoğan belediye başkanı olduğu zaman, güçlünün hukuku çerçevesinde hapse gitti. Ben orada Meral olarak da sayın Erdoğan’ın yanında durdum. Çünkü yanlış ve hukuksuzdu. Seçilmiş bir belediye başkanı, milli iradenin yok sayıldığı bir süreçti ve ben orada Erdoğan’ın ve ailesinin yanında durdum. Zahit Akman beni aradı. Emine Erdoğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan hapse gidince evlerinin önündeki polis çekilmiş bunun haberini aldım ve ben Kanal 7’ye bağlandım çok sert bir konuşma yaptım. Durum düzeltildi. Ben hâlâ aynı yerdeyim.
GÖNDERDİĞİMİZ YARDIM UÇAĞININ İKİNCİSİ İNMEDEN ABD PYD’YE YARDIM ETTİ
Yurtdışına yardım yapılıyor bu bir PR çalışması olabilir ama bu Türkiye adına değil Erdoğan adına yapılan bir siyasi iletişim metodu haline döndü. ABD’ye yardım uçağının ikincisi daha inmeden, Amerika PYD’ye yardım etti ve terör örgütü teşekkür etti. Biz Irak’a yardım ettik, Barzani’ye PKK yöneticileri teşekkür etti bu yardım için. Türkiye için bu yardımlar bir PR olamaz. İtalya ve İspanya’ya yardım ettik. İtalya’nın hasılası 30 bin dolar, bizimki çok daha düşük. Geliyoruz yine Sultanahmet Camii’nde sadaka dağıtıyoruz. Bu bakış açısı Erdoğan’ın siyasi iletişimini öne koyuyor. Benim 11 Şubat’ta söylediğim konulardan biri de virüsün girmemesini sağlamaktı, girdikten hemen sonra 3 haftalık bir karantina uygulansaydı nasıl olurdu. Yavaş yavaş alınan tedbirler maliyeti çok daha yükseltti. Bize farklı farklı suçlamalar yapanlar, manidar bir duruma getirdi olayı. Allah, kınadıklarımızla imtihan ettiriyor.
18-19 SENE OLDU İHTİLAF SAHALARIMIZ YENİDEN DERİNLEŞTİ
Ben AK Parti 2002’de seçim kazandığı zaman Sayın Abdullah Gül’ü aramıştım, demiştim ki; “Size çok önemli bir iş düşüyor. Büyük bir güç verdi bu millet size; haksızlıkların neticesi olarak bir güç verdi ve öyle bir imkân var ki elinizde. Bu millet devlet kaynaşmasını bilirsiniz.” 18-19 sene oldu bu iktidarın varlığı bizim bütün ihtilaf sahalarımız yeniden derinleşti. Böyle bir dil olamaz Sayın Cumhurbaşkanı en azından bu salgın da Cumhurbaşkanı olmak zorunda. Hala AK Parti Genel Başkanlığı önünde, hala algı yönetimi ihtiyacı önde, siyasal iletişim önde.
BİZ SAYIN ERDOĞAN’A DİYORUZ Kİ;
Biz Türkiye’de 12 Eylül Anayasası’nın her şeyini değiştirdik, siyasal parti yasasını değiştirmedik. Bu yanlışı derinleştirerek götürmek doğru değil. Benim bahsettiğim sayın Erdoğan’ın politika yapma durumu. Kapsayan ve kucaklayan bir politik duruşa ihtiyacımız var mı? Evet var. Şimdi ben İYİ Parti Genel Başkanı olarak diyorum ki; sayın Erdoğan bizlerle konuş. Diyoruz ki; Damat bakana yanlış yapıyorsunuz kardeşim. Bütün siyasi partilerin önemli işler görmüş ekonomistleri var, diyoruz ki heyet oluşturun. Biz de Durmuş Yılmaz, İsmail Tatlıoğlu, Cihan Paçacı var. Diyoruz ki; böyle bir yapıyı toplayın diğer siyasi partilerle birlikte kalkınma planı oluşturun. Parça parça tedbirler alarak olmuyor. Bu alınan tedbirler yetmez. Kaynak diyorlar, fonu ne yaptınız. Akçeler gitti. Mücbir sebep üzerinden havaalanları ve müşteri garantili yerleri ödemeyin. 500 lira yoksul ailelere verilmesi gerekiyordu, tüketimin de devam etmesi lazım. Ben tarihçiyim not düşeyim, tencere bütün iktidarları götürür.
MÜCADELEMİZ HALKI DEMOKRASİ VE CUMHURİYET TRENİNE BİNDİRME MÜCADELESİDİR
Bizim demokrasi mücadelemiz ise Şerif Mardin’in söylediği “Cumhuriyet trenine mütegallibe bindi. Bürokrasi bindi. Halk binemedi” tespiti üzerinedir. Yani halkı demokrasi ve cumhuriyet trenine bindirme mücadelesidir. Demokrat Parti’nin de Adalet Partisi’nin de AK Parti’nin de Refah Partisi’nin de yani bütün bu alanda kalan partilerin dili budur. Bu çizginin altında olan her şey Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan ihtilaf sahalarının çok uzun sürmesidir. Biz hepimiz bu barışmayı sağlayamadık. Biz önerilerle makulü arayan bir siyasi partiyiz. Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğrularını onaylayınca, ‘hayda bunlar beraber mi olacak’ diyorlar. Bizim tek bir talebimiz var, güçlendirilmiş Parlamenter sisteme dönmek. Tek adamın sisteminin Sayın Erdoğan’a da zararı var. Bu otoriterlik zararlı. Türkiye’nin bir çıkış yolu başkanlık sistemi olabilir miydi? Evet tartışılabilir ama başkanlık sisteminin dünyada uygulanan modelleri; bizde denge ve kontrol mekanizmaları yok. Bu sistemi değiştirmek zorundayız. Nasıl değiştireceğiz? Elbette oylarımızla, elbette vatandaşın demokratik puluyla değiştireceğiz. Rekabet yaratarak değiştireceğiz.
ANDIMIZ KONUSUNDA MHP’NİN YERİNDEN ZIPLAMASI GEREKİRDİ AMA SES YOK
Ben başından bu yana sayın Babacan ve Davutoğlu’nun partilerinin kurulma aşamasından beri kurulmalarının Türkiye demokrasisine faydalı olacağını söyledim. Çünkü renk, seçenek ve siyasi rekabet seçmene yarar. Dolayısıyla kendilerine başarılar diliyorum. Her ikisini de aradım. Davutoğlu ile zaman zaman görüşme imkanımız oluyor. Ali Babacan’ın da genel merkezlerini oturunca ziyaret edeceğim. Çünkü biz arkadaşız, birbirimizi tanıyoruz. Dolayısıyla her ikisine de başarı diliyorum. Cumhur İttifakı çok duygusal bir ittifak. Birbirlerinin yanlışlarında da varlar. Andımız konusunda MHP’nin 1 metre yerinden zıplaması gerekir ama ses yok. Benim tanıdığım Erdoğan bu infaz yasasını çıkarmazdı. Ama bunlar bir bütün ve duygusal bir ittifak var. Neredeyse tek parti haline dönen bir ittifak var.
BU BELEDİYELER AKP’DE KALSAYDI PKK’LI FETÖ’CÜ DİYE İFTİRAYA UĞRAMAZDI
Seçmenin umudu asıl hedef, İstanbul ve Ankara’ydı. Mesela sayın Mansur Yavaş’ın adaylığında tesirim olmuştur. Ekrem İmamoğlu, Sayın Kılıçdaroğlu’nun tercihidir ancak 31 Mart’tan sonra çok çalıştım. Biz buradan ders çıkardık. İstanbul ve Ankara’nın kazanılması seçmenin umudunu artırdı. 31 Mart’ta AKP ve CHP seçmenlerinden bazıları sandığa gitmedi ve seçimden sonra bir hata yapıldı. Seçim tekrar edildi ve bu seçimi İstanbullu kazandı. Hiçbir siyasi parti kazanmadı. Belediye başkanlarına bu çemkirmenin ardından İstanbul ve Ankara’nın kazanılması var. Bu belediyeler devletin organları. Kırmızı ve mavi kuvvetler bakış açısı var şu anda. Belediyelerin mahalle organizasyonlarına kadar yapısı var. Bu belediyeler, AKP’de kalsaydı PKK’lı FETÖ’cü diye iftiraya uğrar mıydı? Hayır uğramazdı. Burada birleştirici bir dil kullanmak varken, ayrıştırıcı bir dil tercih ediliyor.
HDP YÖNETİCİLERİ, PKK AYRILIKÇI BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR DEMİYOR
Sayın Erdoğan’ın iteklemesine bakmayın yarın lazım olur 1 dakikada Dolmabahçe toplantısı tekrar tesis edilir. Sayın Erdoğan’ın seçim kazanmaya yönelik önceliği sabitedir. Diğer konularda asla sabitesi yoktur. Bugünün paradigması böyle yarının paradigması başka bir şey olur. Bugün bizleri, yarın Babacan’ı Davutoğlu’ nu suçlamak için adım atabilirler. Bana Hewal Meral diyorlar, böyle ağır propaganda var.
HDP’nin seçmeni ile yöneticileri arasında fark var. Hiçbir seçmen siyasi partilerin tapulu malı değildir. İmamoğlu’na İstanbul’da oy veren hayatında HDP’ye oy vermemiş; Refah Partisi’nden beri siyasi partilere oy vermemiş; dindar Kürt seçmenin oy verdiğini biliyorum. Demek ki, bu seçmenler kimsenin tapulu malı değil. Ancak HDP’nin yönetici kitlesi ile bu oy verenler arasında bir fark var. HDP yöneticileri, PKK ayrılıkçı bir terör örgütüdür demiyor. Bana bu çok soruldu. HDP’yi nerede konumluyorsunuz, PKK’nın yanında konumluyoruz. Yani Cumhurbaşkanı’nın ağzından her şey söyleniyor ama milletvekili maaşı alıyorlar, devlet yardımı almaya devam ediyor. Bize hak olan devlet yardımı verilmedi ama HDP barajı aştığında verilmişti. Böyle ikircikli bir durum var.
Bu iktidar Abdullah Öcalan ile el sıkışıyor. HDP’li seçmeni Öcalan ile el sıkışarak yönetebileceklerini sanıyorlar. Evlerin içine tıkıldık ve birbirimize verdiğimiz zararları gördük. Sonuç itibariyle Öcalan’a bugün görüntülü görüşme imkânı tanındı. Ben gönderdim demek, ben biliyorum demek yakınlıktır. HDP’nin de üzerine düşen çok iş var. Yöneticilerinin bu netlikte tavır koyabilmeleridir. Ancak bu tavrı ortaya koyamıyorlar. Bizim tutumuz budur. Eleştirilebilir, başka siyasi yapılar da daha farklı yollarda yürüyebilirler. Ben yıllardır hoşgörü sözüne çok itiraz ediyorum. Biz birbirimize saygı duymalıyız. Türkiye’de saygı ortamı kalmadı.
ANKARA BAROSU’NUN AÇIKLAMASINI ÇOK YANLIŞ BULDUM
Baro’nun açıklamasını çok yanlış buldum. İnsanları, müminleri çağlar ötesinden gelen ses diyerek nitelendirmesini yanlış buldum. Diyanet İşleri Başkanı’nın kişiliğinden kaynaklı itirazlar başka bir şey. Yıllardır cari hukukla dini hukuk arasında vaaz edilen durumu söylemek istiyorlar. Mesela yıllardır camilerden Kur’an içerisindeki haramları duyduk. İçki içmek mesela, Türkiye’de içki içiliyor ve üretiliyor mu? Yıllardır içki haramdır diye gelen imamların içki içen şahısları hedef gösterdiği görüldü mü? Hayır, inanır veya inanmaz saygı duyacaksınız. Din adamının görevi Kuran-ı Kerim’deki haramları insanlara göstermektir. Baro’nun açıklamalarını çok yanlış bulduğumu söylemek isterim. Fakat bizim de bu gerilimli işlerden bıktığımızı söylemek isterim.
GÜNLÜK 10 VAKANIN ALTINA DÜŞMESİ HALİNDE NORMAL HALE DÖNÜLECEK DENİYOR
Bayrama doğru gidiyoruz bayramda bir rahatlama olur mu farklı tahminler var ama bilim adamlarının söylediği, günlük 10 vakanın altına düşmesi halinde yavaş yavaş yani normal hale dönülecek şeklinde. Onunla ilgili yapılan hesaplamada ben siyasi iktidar açısından söylemiyorum bunu; bilim insanlarının söylediklerinden söylüyorum o da 7 Temmuz deniliyor. Burada bilim adamlarının söylediği günlük 10 vakanın altına düşmesi ile birlikte normale dönüleceği yönünde. İkinci bir dalganın önüne geçilmesi gerekiyor.