Midesi için zihni faaliyetlerine son verenlerin yoğunluğu ve yararı için ahlaki değerlerini çiğneyenlerin çokluğu, menfaati; teorisi üretilmemiş bir ideoloji kimliğine sokmaktadır. Güç, iktidar, etkinlik kimde ise onun etrafında toplananların kendilerini adadıkları bir dava da yoktur. Onlar efendilerinin davalarını çıkarları için dava edinirler. Efendileri adına kavga ederler. Davası olmayanın kavgası olmaz.
Makam sahiplerinin yanında yer almayı her türden ahlaki değerin üstünde tutanların da birtakım ilkeleri vardır. Vitrindekileri alkışlamayı bir görev, zenginliği ahlakın ölçüsü olarak görmeyi akıllılık sayanların da kendilerini erdemli görmeleri söz konusu olabilir.
İlk çağlardan bugüne “her insanın bir fiyatı vardır” düşüncesini savunanlar olagelmiştir. İktisatçıların “ekonomik adam” dedikleri, menfaatini maksimize etmeye çalışan ve akılcılığı her davranışının egemen unsuru olarak gören bir insan anlayışı yok mudur? Ya da Taylor’un üslubuyla insanı “Kendisine verilen işin fiziki ve teknik kapasitesi içinde, ekonomik motiflerle çalışan pasif bir yaratık” olarak kabul etmeyen ne kadar insan vardır? Emrimize ruhunu, düşüncelerini, aklını ve duygularını dışarıda bırakarak öyle gir! Senin adına ben düşünüyorum! Senin adına ben karar veriyorum! Senin adına ben planlıyorum! Senin görevin “yap denileni yapmak, yapma denileni ise yapmamak”tır. Hemen hemen bütün kurumlara hakim olan anlayış böyle değil midir?
Menfaatçilik, felsefi bir kavram olarak vardır. Utilitarizm, pragmatizm, oportünizm ve nef’iyye kelimeleri çeşitli nüanslarla(fark) menfaatçiliğin karşılığıdır. Kavram olarak anlamı; üstün değerleri menfaate, çok farklı mahiyette olabilen yarara bağlayan bir doktrindir. Faydayı kutsallaştıran bir bakış tarzıdır. Bu yaklaşımda mesleki uygulama ve ahlak kuralları özel ve genel menfaate dayalı olarak açıklanır.
Menfaatizm; kişisel yararını her şeyin ölçüsü olarak kabul eden bir anlayış olarak tanımlanabilir. Bu yönüyle de insanlık tarihi boyunca her türden ihtilalin, entrikanın, çatışmanın, hatta barış ve ilerlemenin temel enerjisi olagelmiştir.
Bütün “izm”lerin temelini de menfaate dayandırarak açıklamak mümkündür. Kapitalizm bireyin, sosyalizm proleterin, faşizm şeflerin menfaatini maksimize etmeyi amaç edinir. Bütün sosyal, siyasi ve ekonomik sistemler herhangi bir bireyin, sınıfın ya da grubun menfaatlerinden yola çıkar. Göz kamaştırıcı şamata, kulakları sağır eden sloganlar ve yüreği yerinden hoplatan duygular insanları iki kategoriye sokar; kullananlar ve kullanılanlar. Ego, sosyal ego halini alınca milli, dini ve ahlaki bir kimlik de giymiş olur. Kişilerin “ego”su milli, dini ya da sosyal sorun haline getirilmeden geniş kitlelerin kullanılması mümkün olamaz. Her ihtilal sonuçta bir kahraman ve birçok hain yaratır.
Tarihi yapanlar belki kahramanlar değildir, ama kahramanları yaratanlar tarihtir. O halde birtakım insanların, tarihi kahraman olmak için kullanmadığını kim iddia edebilir. Rakibini ya da karşıtını daha liyakatli, ehliyetli, ahlaklı ve üstün vasıflı diye ona yerini terk eden bir kral, bir başkan veya müdür gördünüz mü? “Devlet demek ben demek” düşüncesi her insanoğlunun hayatta ulaşmaya can attığı nihai hedeftir. Devletin, zenginliğin ve gücün bir nefes sıhhatten daha önemsiz olduğunu söyleyen Sultan Süleyman, iktidarını tehdit eden öz oğullarını dahi yok etmekten çekinmemiştir.
Lenin devleti, “hâkim güçlerin yürütme komitesi” olarak niteler. Onun sorunu zenginlerin saltanatını yok ederek, sefillerin egemenliğini kurmaktı. O da öyle yaptı; sefiller ve ezilmişler adına kendi egemenliğini kurdu. Lenin Bolşevizmi, sefillerin sefil kalmalarına imkân tanırken, zenginler de ya yok edildi ya da sefilleştirilmesi sağlandı. Proleter Stalin, kendi iktidarı için ünlü yoldaşı Troçki’yi çekiçle öldürttü.
(Devamı var.)