Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, ‘’adaletin olmadığı yerde zulüm vardır’’ der.
Bu söz, yönetim şekliniz ne olursa olsun eğer adaletle yönetilmiyorsanız zulüm altındasınız demektir.
Biz demokrasi ile idare edildiğini zannettiğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Ancak yıllardan beri yapılan uygulamalara ve yaşadıklarımıza baktığımızda ülkemizde demokrasi değil ‘’demokrasicilik’’ oyunu oynandığını, adaletin ise her dönemde ‘’siyasallaştırıldığını” üzülerek müşahede etmekteyiz.
Nasıl 1960 darbesinde Yassıada’da yargılananlara savcının ‘’sizi buraya tıkan güç böyle olmasını istiyor’’ dediği gibi aradan geçen 55 yıl sonra yönetimi eline geçiren ‘’güçler’’ nasıl istiyorlarsa adaletin de(!) öyle tecelli ettiğini görmekteyiz.
Çok değil 6-7 yıl önce beraber yürüyen, beraber ıslananların birlikte hazırladıkları kumpaslarla darbeci diyerek hapishanelere doldurdukları aydınları, askerleri, yazarları, iş adamlarını, akademisyenleri düşünün. Bugün birbirleriyle kavga eden iki grup o günlerde el ele vermiş bu insanları ‘’linç’’ ediyorlardı. Bugün feryat ederek ‘’demokrasi istiyoruz, adalet istiyoruz’’ diye haklı olarak haykıranlar o günlerde hapishanelere doldurttukları ve kendilerini savunma imkanları olmayan insanlara demediklerini bırakmıyor, bugün kendilerine karşı yapılanların aynısını o insanlara yapıyorlardı. Düşünün, bu ülkede Genel Kurmay Başkanlığı yapmış paşa ‘’Terör Örgütü Başı‘’ olma iftirası ile hapiste yattı. Ergenekon Terör Örgütünün kasası olmakla suçlanan Kuddusi Okkır hapishanede vefat etti ve cenazesini Belediye kaldırdı. Nice ocaklar söndü, nice yuvalar yıkıldı. Düzmece oldukları daha sonra açıklanan belgelerle suçlananların çocuklarının yaşadıkları travmaları, ailelerin kaybettikleri itibarlarını, sanıkların heba olan yıllarını düşünebiliyor mu sunuz?
Peki, bu olanları hükümetin ‘’paralel yapı’’ olarak isimlendirdiği kamuoyunun ‘’cemaat’’ olarak bildiği organizasyon tek başına mı yaptı? Mesela, cemaat mensupları İlker Başbuğ Paşa’yı hükümetin ve başbakanın bilgisi olmadan mı hapishaneye attılar. Mesela; komutanları, yazarları, aydınları kendi kafalarına göre mi kodese (!) tıktılar? Elbette, hayır. Stratejik ortak konumundaki bu iki güç odağı el ele vererek bütün bu olanları birlikte tezgâhladılar ve birlikte başardılar(!)
O günlerde cemaate ‘’ne istedilerse verdiklerini’’ bizzat Erdoğan açıklamadı mı? İşin garibi cemaatin Erdoğan’dan ‘’neler istediğini’’, Erdoğan’ın da cemaate ‘’neler verdiğini’’ kimse sormadı? Alınanlar, verilenler aralarında sır olarak kaldı.
Ya, bir partinin genel başkanı ve bir başka partinin önemli isimlerinin mahremiyetlerine tecavüz ederek o insanları ve partilerin mensuplarının toplum içerisinde itibarsızlaştırılmasına, adeta rezil edilmelerine ne denilmeli? O insanların eşlerinin, çocuklarının hatta torunlarının incitilen gururlarının ve itibarlarının günahını kimler nasıl ödeyebilecek acaba?
Dünün stratejik ortakları bugün birbirlerinin boğazlarına sarılmış, birbirlerini boğmaya çalışıyorlar. Tıpkı ayrılan eşlerin ayrıldıktan sonra birbirleri hakkında bildikleri ‘’sırları’’ ifşa ederek bütün kirli çamaşırları ortaya dökmeleri gibi bunlarda aynısını yapıyorlar. Geldiğimiz noktada işin boyutu artık ‘’benim anam senin ananı şurada görmedi miydi ?’’ muhabbetine dayandı.
28 Şubat döneminde kendilerine zulmedildiğini yada kendilerine darbe yapılmak istenildiğini iddia ederek intikam almak maksadıyla el ele vererek suçlu-suçsuz herkesi aynı kefeye koyup zulüm yapanlar ve o zulümleri alkışlayanlar hatta bu zulümlere destek verenler bugün kendilerine zulüm yapıldığını iddia ederek feryat ediyorlar.
Hiç şüpheniz olmasın ki bugün onlara zulmedenlere de yarın başkaları zulmedecektir.
Araplarda kim vurursa ona da vururlar anlamında ‘’men dakka dukka’’ diye bir söz vardır. Yaşadıklarımız da tıpkı buna benzemektedir.
Bugün yaşadığımız olaylardan hiç kimse zevk almamalı, onlar da şunlara aynısını yapmıştı o halde ‘’oh olsun’’ dememelidir. Aksine hukukun siyasallaştırılarak iktidarın rakiplerinden intikam alma ya da muhaliflerin burnunu sürtme aracı olarak kullanmasına hepimiz tepki koyabilmeliyiz. Çünkü dün generallere, aydınlara, gazetecilere, siyasetçilere bugünse cemaate yapılan bu antidemokratik, hukuksuz ve ahlaksız uygulamaların yarın başkalarına yapılmayacağının garantisini kimse veremez. Nitekim Almanya’da Hitler, İran’da Humeyni rakiplerini teker teker ve hukuku(!) kullanarak saf dışı bırakıp, kendi totaliter rejimlerini ülkelerine yerleştirmemişler miydi?
Unutmayalım ki adalet eninde sonunda herkese lazım olacaktır. Şahsa, kurumlara, siyasal görüşlere göre adalet olmaz. Türkiye eğer bir hukuk devleti ise acilen bu kanayan yaramızı tedavi etmek, siyasal görüşlerimiz ne olursa olsun topyekûn olarak bu hukuksuz, keyfi ve ahlaksız uygulamalara tavır almak zorundayız. Aksi takdirde birileri yarınlarda sabaha karşı bizlerinde kapılarını çaldıklarında bizlerde ‘’adalet istiyoruz, demokrasi istiyoruz’’ diye bağırabiliriz ancak ortalıkta bize cevap verecek kimse kalmadığından feryatlarımıza herhangi bir cevap alamayabiliriz.
[email protected]