“Bir yan da 25 yıllık bir özel hareket polisi, öte yanda daha yirmili yaşlarda bir uzman çavuş, iki gözü iki çeşme ağlıyor.
İkisi de yaralı.
Beni görünce uzman çavuş yanıma geldi.”
“Müdürüm” dedi.
“Allah aşkına, ayağımdan yaralandım. Ve doktor bu yaradan dolayı beni izne ayırmak istiyor. Bu kadarcık yaradan dolayı nasıl olur da arkadaşlarımı yalnız bırakırım.”
Elli yaşına merdiven dayamış Özel Hareket polisi de aynı ifadeleri kullandı.
Her ne kadar doktorun raporunun ciddi olduğunu anlatmayan çalışsam da ikna edemedim. O sırada Paşa geldi. Uzman aynı şekilde ona da yalvardı. “Ne olur beni istirahate göndermeyin. Sonra arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakarım?” diye.
Evet… Nusaybin’de bir emniyet müdürünün şahit olduğu onlara göre “sıradan” bize göre ise; ahde vefanın bayraklaşan bir hali…
Mardin’in yiğit evladı, Mehmet Veysi Oğuz Başkanın daveti üzerine gittiğimiz Mardin- Midyat, Nusaybin hattında gördüklerimiz, dinlediklerimiz ve şahit olduklarımız bu milletin asla bölünemeyeceğinin en canlı şahitlerini oluşturdu.
İlk şaşkınlığımız, program için girdiğimiz salonda yaşandı. Gencecik Mardinli yiğitlerin ilgisi, sevgisi ve şuuru tek kelime ile yüreğimize su serpti.
Mehmet Veysi Oğuz Başkanımın tırnağı ile kazıya kazıya ve ilmik ilmik örerek kurduğu yapıyı tam olarak ifade etmek oldukça zor.
Daha gençliğinin baharında olan bu yiğit çocukların, saflığı, harekete olan sadakati, öğrenme arzuları yarınlarımız adına bölgenin milli bir şuura sahip olmasının vesilesi gibiydiler.
Gözyaşlarımızı duygularımıza katık ederek dert sofrasında paylaştığımız ülkülerimizin ardından Midyat’a vardığımızda yeni bir sürpriz ile karşılaştık. Yine Veysi abinin rehberliğinde oluşturulan Midyat teşkilatının yaş ortalaması otuzu bile bulmuyordu. Ve her biri iman ettiği davaya layık olacak şekilde mücadele veriyorlardı.
Sabahın ilk ışıkları ile Nusaybin yoluna düştüğümüzde ise karşılaşacağımız manzarayı tahmin etsek de en çok güvenlik güçlerimizin ruh halini merak ediyorduk.
Nitekim daha ilk kontrol noktasında sohbet ettiğimiz gencecik yiğitlerin gözlerindeki pırıltı ve yaptıkları işin farkında oluşlarına şahit olarak Nusaybin’e girdik.
Televizyonlarda seyrettiğimiz veya sosyal medyada şahit olduğumuz görüntüleri bir de canlı olarak takip ederek ilçe emniyet müdürlüğüne ulaştık.
Orada, emanetleri teslim etme sürecinde amirler, özel hareket yetkilileri veya polislerden herhangi birisinde ima ile olsa bile “Bir an önce buradan kurtulsak” ya da “Ne işimiz var burada?” anlamına gelecek en küçük bir izlenime şahit olmadık.
Tam tersine, kendilerinden emin, yaptıkları işin ehemmiyetinin farkında, yılgınlıktan uzak ve başaracaklarının şuurunda bir tablo ile karşı karşıyaydık.
Tesis ettikleri kardeşlik duygusu ile asker, polis, korucu hep birlikte terörle ve terörist ile mücadele ediyorlar.
Verdikleri mücadelenin devletin bekası kadar da başta bölge halkının huzuru olmak üzere milletin birliği adına yapıldığını söylüyorlar.
Çadırlar bölgesine geçtiğimizde ise rütbeli rütbesiz bütün personelin aynı şevk ile “Hiçbir ihtiyaçlarının bulunmadığını, Türk halkından tek temennilerinin onların duaları olduğunu ve kendilerinin de edilen duaları hissettiklerini belirttiler.
Komutanlarımızın tane tane ve net bir şekilde izah ettikleri en temel husus; kalleşçe bir terör kalkışmasına karşı devletin zaaf göstermesinin beklenemeyeceği, en kısa sürede bu teröristlerin kökünün kazınacağı ama vatandaşın da huzurunun vazgeçilmez öncelikleri arasında bulunduğu gibi hususlar oldu.
Şüphesiz üzüldükleri tek nokta şehit olan veya yaralanan arkadaşları oluyor. Çadırlarına verdikleri adlarla onları bir an bile unutmuyor ve sık sık ruhlarını şad ediyor, kardeşlerinin kanlarını yerde bırakmıyorlar.
Aynı şekilde vatandaşlar da bir an önce bu kalleş kalkışmanın son bulmasını ve bin yıllık kardeşliğin bir kez daha tesis edilmesini arzuluyor.
…
Terör meselesinin “çözüm” garabeti ile geldiği hal ortada.
Sadece Nusaybin’de 100 ton civarında patlayıcının bulunduğu ifade ediliyor.
Bomba yapılan evler, kaçırılan öğretmenler, işçiler, dağa çıkarılan çocuklar, kesilen yollar, toplanan vergiler, kurulan kck mahkemeleri…
Kazılan çukurlar, açılan tüneller, müsaade edilen eylemler…
Ve bugün memleketini karşılıksız sevenlerin verdiği kahramanca bir mücadele…
Vazgeçmeyi düşünmeyen, bayrağını ve vatanını, namusunun teminatı gören kahramanların istiklalimizin istikbali adına yazdığı destan…
Var olun.
Allah, yiğit güvenlik güçlerimizi ve en az onlar kadar varlığını ortaya koyarak mücadele veren bölgemizin adsız kahramanları ülkücüleri korusun.
Ne diyordu Atsız:
Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim:
Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim.
Dünya denen mezellete dalsın her isteyen;
Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim.