Gerçeğin insanları özgür kıldığı tarihin ilk çağlarından bu yana hep söylenir. Gerçeğe sadık olmak din, bilim, ahlak ve insanlığın ilkeleri arasındadır. Amaç için her türlü aracın kullanılmasının meşru görüldüğü ahlaksız sistemler hariç gerçeğe ihanet ya da gerçeği ‘eğip bükmek’ hiçbir yerde meşru görülmez. Gerçeğin olmadığı yerden herkesten önce din, akıl ve ahlak göç eder. Meczupluk, fanatiklik ya da hayalperestlik her şeyden önce gerçeklerden kopmakla başlar.
Türkiye coğrafyasına hakikati ve doğruyu hem dini hem de milli bir gereklilik olarak gören bir kültür egemendir.
Gözsüz görebilen, kulaksız duyabilenlerin imanı bu kültürü bu coğrafyaya yerleştirmiştir. Koca Yunus’u hatırlamak gerekir. O, Tapduk Emre’nin dergâhında kalırken bir kere bile dergâha eğri odun getirmediği söylenir. Yakılacak ve kül olacak odunun bile neden yalnızca doğrusunu dergâha taşıdığını kendisine sorarlar. O da “Bu dergâha odun bile eğrisi yakışmaz” cevabını verir.
Mehmet Akif de Yunus’tan asırlar sonra “Budur Cihanda benim en beğendim meslek, Sözüm odun gibi olsun, Hakikat olsun Tek” der.
Türkiye Cumhuriyeti, coğrafyası ve kültürüyle gerçekle yüzleşebilen insanların omuzlarında kurulmuş ve yükselmiştir. Gerçeğe gözlerini kapamış, ufku daralmış, siyaset bezirganlarının yüzünden de kaos ve ayrışmalarla yüz yüze gelmiştir.
Bütün bu satırları geçtiğimiz günlerde medyaya düşen bir tartışma yüzünden yazdık. O tartışma bugün iktidarda olan bir AKP’nin birisi milletvekili diğeri Başdanışman sıfatını taşıyan iki kişi arasında geçmiştir.
Bu tartışma Türkiye’de siyasetin ve ahlakın içine düştüğü sefaleti göstermesi bakımından ciddi bir göstergedir. Tartışma şöyle gerçekleşmiştir.
Bilindiği gibi Başbakan Ahmet Davutoğlu‘nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan bir televizyon kanalında "Yolsuzluklar tamamen palavra değil, var. Ama insanlar terazinin bir kefesine bunu koydukları zaman ve diğer kefesine de 17/25 Aralıkta neler olduğunu koydukları zaman ikincisinin çok daha tehditkar olduğunu düşünüyorlar ve yolsuzluklar sıradanlaşıyor” diye bir açıklama yapar.
Buna karşılık diğer bir AKP’li Mehmet Metiner, “Hepimizin bulunduğu konumlar zaman zaman farklılaşabilir. Herkes/hepimiz bulunduğumuz makama göre konuşmak mecburiyetindeyiz…‘Ben makamın gereklerine göre değil, doğru olduğuna inandığım şeyi söylerim!’ rolüyle kişisel prestij kazanma yoluna gitmek, temsil edilen makama da çok büyük bir haksızlık anlamına gelir” diye yazıyor.
AKP’li Mahçupyan’ın buna cevabı şöyle bir cevap veriyor: “Mehmet Metiner beni doğru olduğuna inandığım şeyleri söylediğim için kınamış. İşgal ettiğim makama göre konuşmalıymışım. Belki de yeni Türkiye’de insanlar makama göre doğruları eğip bükmek istemeyebilirler. Metiner tedbirini alsın derim…” diyor.
Buna Metiner’den şöyle bir cevabı geliyor: “Bir danışmanın temsil ettiği makama karşı sorumluluğunun olduğunu söylemem, ona doğrularını eğip bükme çağrısında bulunduğum anlamına gelmez” dedikten sonra Said Nursi’den “Her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir” cümlesini ilave ederek cevap veriyor.
AKP’liler arasındaki bu tartışma bireysel değil toplumsal konularla ilgili olduğu için üzerinde durulmalıdır. Sorun toplumsal bir kanser gibi her yanı saran yolsuzluk ve rüşvet belasıyla ilgilidir. Bu durum yolsuzluk ve rüşvetin sıradanlaşmasının ardındaki gerçeği de ortaya koyar niteliktedir.
Mahçupyan ‘yolsuzluk var, doğru ama ondan daha vahim başka durumlar da var’ derken Metiner de muhatabına ‘gerçeklere göre değil işgal ettiğin makama göre konuş’ diyor. Ardından da “her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir” diyerek ‘rüşvet ve yolsuzluk iddiaları doğru olsa bile söylendiği yer doğru değildir’ diyor.
Türkiye’yi gerçeklere göre değil ‘makamlara göre konuşanlar’ yönetiyor. Ahlak, kafa ve zihniyet bu…!