TBMM’de basın toplantısı düzenleyen İYİ Parti Grup Başkan vekili ve Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, “Bu ucube sistem sürmeye devam eder, güçlendirilmiş parlamenter sistemi inşa edemezsek, Türkiye’nin içinde bulunduğu bu kötü durum daha çok ağırlaşacak, kronik bir hastalığa dönüşecek” dedi.
Türkkan’ın basın toplantısında dile getirdiği görüşleri şu şekilde:
Değerli basın mensupları,
Yarın mübarek Ramazan ayının son günü. Yani Bayram arifesi. Bugüne kadar hiç alışık olmadığımız olağanüstü bir durum içerisinde, tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi ortamında bir bayram yaşayacağız. Tüm Türkiye, Koronavirüs önlemleri çerçevesinde, salgın kontrolünün kaybedilmemesi adına bu bayramı evde geçirmek zorunda. Aslında Türkiye’de vatandaşlarımızın zaten büyük bir kısmı bu bayramı evde geçirmek zorunda kalacaktı.
Ekonomideki kötü gidişat, artan yoksulluk ve fukaralık sebebiyle insanlarımız zaten sokağa çıkamayacak, adı konmamış bir sokağa çıkma yasağı yaşayacaklardı.İnsanlar işsiz, faturalarını, kiralarını ödeyemez haldeler. Küçük de olsa büyük de olsa salgın yüzünden önlerini göremiyor. Çünkü kepenkler açılsa bile tekrar kapanma ihtimali var. Mart ayından beri birçok iş yeri zaten kapanmak zorunda kaldı. Kimisi iflas etti, kimi ise tekrar açılacağı günü bekliyor. Birçok çalışan ücretsiz izne çıkarıldı. Kimisinin ise dönebileceği bir iş yeri bile kalmadı.
VATANDAŞIN YÜZÜ SADECE HAZIRLANAN KAMU SPOTLARINDA GÜLEBİLDİ
Başka ülkeler vatandaşlarına böyle zamanlarda hayata tutunabilmeleri adına para dağıtırken, Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten AK Parti İktidarı, maske dağıtmayı bile beceremedi. İktidar, gönderdiği yardım kolileriyle yurtdışında kendince iyi bir PR yapmış olabilir. Ama kendi vatandaşının gözünde sınıfta kaldı. Vatandaşın yüzü sadece hazırlanan kamu spotlarında gülebildi.
Gerçekte görünen ise; vatandaşların bırakın borç ödemeyi, 3 ay sonraya ötelenen borcun faizini bile ödeyecek durumu yok. Türkiye’de 2019 Mart itibariyle takipteki kredi miktarı 106 milyar 331 milyondu. Bu yılın Mart ayında ise takipteki kredi miktarı %50 artarak 151 milyar 462 milyona ulaştı. Birçok insanımız vaadedilen destek kredilerine başvurdu, ancak başvuruları olumsuz sonuçlandı.
Ücretsiz izne çıkarılan vatandaşlar için verilen maaş desteği tam 1.170 lira. Yani günlük 39 lira ediyor bu para. Böyle bir dönemde ücretsiz izne çıkarılan bir kişinin, başka bir yerde çalışma şansı zaten yok. Bu yüzden 4 kişilik bir aile, günlük 39 lira ile karnını mı doyursun, kullanmak zorunda olduğu elektriğini, suyunu, doğalgazını mı ödesin? Kapısına dayanan ve kirasını isteyen ev sahibine hangi derdini anlatsın?
Bu insanlar yıllarca vergi ödediler. Ancak ödedikleri vergiler ne zaman ki kendilerine lazım oldu, devletin o sıcak yüzünü göremediler. Bu insanlar soğukta ve karanlıkta yaşamaya başladılar, çünkü elektrikleri ve doğalgazları kesildi.
Daha dün, Ankara Kızılay’da bir vatandaşımız maddi sıkıntılar nedeniyle intihar girişiminde bulundu. Eline benzin bidonu alan vatandaş kendini yakmaya kalktı. Cumhurbaşkanı’na seslendi: “Tek başıma sokakta yaşıyorum, hırsızlık yapmıyorum, adalet bu mu?” diyerek haykırdı.
Şimdi bu şartlar altında bayram kutlayacak olan vatandaşı düşünün. Bayram deyince aklımıza ne gelir? Sevinç gelir, mutluluk gelir değil mi? Adı üstünde bayram. Hatta çoğu zaman bu kelimelerin yerine bayram kelimesini kullanırız. “Bayram yaptı, yani çok sevindi” deriz.
Biz çocukken bayram günü bayramlıklarımızı, yeni iskarpinlerimizi giyecek olmanın heyecanını yaşardık. Arife günü, gece o heyecanla uyuyamazdık. Şimdilerde ise bayramlık ne kelime. Ne evler var bayram şekeri bile girmeyen. O evde çocuk olmak, baba olmak ne kadar zor düşünün biraz!
Bu bayram hangi aile bayramın tadını çıkarabilir? Endişeler ve kaygılar almış başını giderken kim bayramın o uhrevi havasını hissedebilir. Bu şartlar altında sokağa çıkmak yasak olmasaydı ne değişecekti, tabii ki hiçbir şey. 2 çocuklu 4 kişilik bir ailenin bayram tatili için Ankara’dan İstanbul’a gittiğini düşünelim. Kişi başı bilet parası 160 lira. 4 kişilik bir ailenin gidiş dönüş seyahat ücreti tam 1.280 lira. Bu sadece koltuk parası. Otogara ulaşım, mola, bayram hediyesine hiç girmiyorum bile. İstanbul’dan Trabzon’a veya İzmir – Erzurum gibi biraz daha uzun bir mesafe gitmek zorunda kalan bir aileyseniz durum daha da vahim. Kişi başı bilet tam 350 lira. Gidiş -Dönüş ücreti tam 2.800 lira. Asgari ücretin 2.325 lirayla açlık sınırının altında olduğu bir ülkede kim nasıl, nereye gidebilir?
TÜRKİYE’NİN %34’Ü SOSYAL YARDIM ALIR HALE GELMİŞ
Türkiye’nin %34’ü sosyal yardım alır hale gelmiş. Sadece son bir ayda İstanbul’da sosyal yardım alan aile sayısı % 170 artmış. İktidarın fakirliği kullanarak iktidarda kalmak için ülkeyi düşürdüğü duruma bakın. Oysa koronavirüs ile mücadele kapsamında uçak biletinde KDV’yi % 18’den % 1’e çeken üst akıl, nedense söz konusu otobüs biletleri için aynı şeyi akıl edemiyor?
İnsanlar memleketine gitmek bir yana, kendi evinde artık bayram sofrası kuramıyor. Bu sene bayram sofralarında fiyat artışı geçen seneye göre çok fazla. Geçen Ramazan Bayramında dana kuşbaşının kilosu 42 liraydı. Bu sene aynı markette kilosu 64 lira. % 50’nin üzerinde bir artıştan bahsediyoruz. Salgın yüzünden fiyatlar artmaya devam ediyor. Bu bayram insanımız boğazından kısmak zorunda kalacak. Bu sene bayram sofrası, fukara sofrasına dönüşecek.
Aslında yavaş yavaş kaynayan suda haşlanan kurbağa misali gitgide fukaralaşıyoruz. Suyun kaynamaya başladığı 2002’ye dönersek;
2002’de 1 kilogram beyaz peynir 2 liraydı. Bugün 50 lira. Yani 24 kat artmış.
2002’de 1 tane yumurta 9 kuruştu, bugün 1 Lira. 10 kat artmış.
2002 yılında 50 kiloluk 1 çuval un 18 lirayken, bugün 190 lira.
2002 yılında 1 kg. şeker 1 lira 30 kuruştu. Bugün ise kilosu 7 lira
2002 yılında 1 kg pirinç 1 lira 60 kuruştu. Bugün ise aynı pirinç 16 lira
Siz iktidara geldiğinizde ekmeğin kilosu 1 liraydı şimdi yaklaşık 7 lira.
2002 yılında elektriğin birim kilowatt fiyatı 11 kuruştu. Bugün 71 kuruş
2002 yılında doğalgazın metreküp birim fiyatı 37 kuruştu. Bugün 1 lira 55 kuruş
Şimdi iktidar kalkıp diyebilir ki milli gelir 18 yılda şu kadar arttı. Ben de diyorum ki hadi oradan. Çünkü milli gelirdeki artış tek başına refah düzeyindeki iyileşmeyi belirlemez.
Gelir dağılımına da bakmak gerekir. Bu büyümeden işçi, memur, çiftçiye pay verilmedi. Zengin daha çok zenginleşti, fakir de daha fakirleşti.
GÖRÜNEN O Kİ VERGİLER DAHA DA ARTACAK, DAHA DA FAKİRLEŞECEĞİZ
Değerli basın mensupları,
Yeni vergiler sağlı sollu geldikçe her geçen gün daha da fakirleşiyoruz. Ve görünen o ki vergiler daha da artacak, daha da fakirleşeceğiz. Zaten krizin derinden hissedildiği son 1 yıl içinde Türkiye, gerekli-gereksiz, yerli-yersiz, uygun-uygunsuz yüzlerce ürünü ithal etti. İthalat için de kıt döviz kaynakları heba etti. Yıllar yılı Türkiye’yi ithalat cennetine çeviren kimi şirketlerin çıkarlarına dokunulmadığı için bu böylece sürüp gidiyordu.
Salgın tüm dünya ekonomisini tehdit etmeye başladığında, iktidar durumun ciddiyetini hala anlamış değildi. Tüm dünya, ekonomide en iyi ihtimalle yüzde 5 küçülme bekliyordu. Masal bu ya. Biz ise büyümeye devam ediyorduk. Mart ayına geldiğimizde salgının, artık sadece Çin’in değil, dünyanın sorunu olduğunu idrak ettik. Türkiye ekonomisi, bu zaman diliminde Aralık-Ocak-Şubat dönemlerinde meseleyi uzaktan takip etti. Hastalığın yıkıcı etkilerinin neler olacağını hesaplayamadı. Ülkeler teker teker kemerleri sıkarken, Türkiye savurganca ithalatı sürdürdü. Mart-Nisan-Mayıs geçici ithalat verileri, yılı 40, hatta 50 milyar dolar “dış ticaret açığı” ile kapatacağımızı gösterince, önlemler peş peşe geldi.
21 Nisan‘da 3.000 dolayında ürüne ek ithalat vergisi getirildi.
11 Mayıs‘ta listeye 400 ürün daha eklendi.
20 Mayıs günü de 800 ürün daha ek ithalat vergisi kapsamına alındı.
Liste uzayacak mı, yeni ürünleri kapsayacak mı, bunu henüz bilmiyoruz. O kadar ithal ürüne ek vergi getirildi ki, yakında başka ülkelerden esinlenip ithal vergiler getirilecek diye düşünmeden edemiyor insan. En basit ürünlerde bile ülkeyi dışa bağımlı hale getirdiler.
Bakın neymiş o ürünler;
Kızılay ve Ensar Vakfı vergi kaçırmakla meşgulken 295 milyon dolarlık kan ürünleri ithal ettik.
Dünya’daki her 4 limondan birini üreten Türkiye, 36.7 milyon dolarlık limon tuzu ithal etti.
4.8 milyon dolarlık düğme, çıtçıt
2.9 milyon dolarlık kağıt raptiyesi, zımba teli
43.5 milyon dolarlık el testeresi, testere ağzı
12.6 milyon dolarlık perçin çivisi, civata, somun
9.3 milyon dolarlık tekstil ve konfeksiyon makinası ve terzi iğnesi
52.6 milyon dolarlık kedi-köpek maması
91.5 milyon dolarlık şampuan
94 milyon dolarlık bebek maması
62.4 milyon dolarlık diş macunu
150 milyon dolarlık cerrahi ve sair amaçlı latex eldiven
8 milyon dolarlık çatallı iğne, çengelli iğne, firkete ithal ettik.
Liste daha da uzayıp gidiyor. Her şeyi ithal olan yerli otomobilden bahsetmiyorum. Çengelli iğne diyorum. Bu ürünlerden hangisini üretecek teknolojiye sahip değiliz. Hepsini üretebilecek durumda iken ithal etmişiz.
Gördüğünüz gibi Türkiye, Ak Parti iktidarı döneminde başka ülkelerin pazarı haline getirildi. Türk milletini ise ithal ürünlerin kölesi haline getirdiler. Patatesi, soğanı bile ithal etmek zorunda kaldık. Bu ihaneti yerli ve milli olduklarını iddia eden iktidar gerçekleştirdi.
Yaşadıklarımız bana bir olayı hatırlattı. Şair ve idareci Süleyman Nazif, 20. yüzyılın başlarında hiç sevmediği Basra’da vali iken bir yol inşaatı başlatır ama bir müddet sonra inşaatta kullanılacak taş kalmadığı için yol yarım kalır. Şair vali inşaata gider, ellerini göğe açar ve Yarabbi, bu memlekete biraz taş yağdır’ diye dua eder. Sanki Süleyman Nazif’in duası kabul oldu.
Şimdi ise çıkmış diyorlar ki ülkeyi ithalata mahkum edenler utansın. Allah söyletiyor sanki. Kandırıldık demelerini saymazsak özeleştirinin böylesini 18 senedir görmedik.
Rakamlar ortada.
1923 -2002 Dönemi toplam ithalat: 642 Milyar Dolar
2003-2020 Dönemi toplam İthalat: 3 Trilyon 214 Milyar Dolar
2003-2020 döneminde yapılan toplam ithalatın Cumhuriyet tarihindeki ithalattaki payı:% 83,4
Evet utanın. Yıllardır gelen sıcak ve ucuz parayı üretim yerine betona gömdünüz.Üretim olmadığı için ihracat da yok. Turizmden gelmesini beklediğiniz 40 milyar dolar da yok. Bir de dolar yükselmesin diye Merkez Bankası’nın 60 milyar dolarını heba ettiniz. Suriye bataklığına gömülüp Suriye’den gelen mültecilere de 40 milyar dolar harcadınız. 18 yıl boyunca özelleştirmelerden 62 milyar dolar gelir elde ettiniz, bunun 40 milyar doları Suriyeliler’e gitti.
Sizin akıl ve izandan uzak kabile tarzı devlet yönetiminiz yüzünden itibarımız kalmadı. İtibarı kalmayan bir ülke 1 Cent’e bile muhtaç kalır. Şimdi bakıyorum ki ülke ülke swap yolları arıyorsunuz. Dolarları hovarda gibi harcadınız. Şimdi ise dilenciliğe başladınız. Bir süre ithalat da yok diyorsunuz. Utanmadan yalan konuşuyorsunuz. Çünkü ithal edecek dolarımız bile yok. Asıl gerçek bu.
Ve bir de getirdiğiniz ek vergiler yüzünden karaborsacıların ortaya çıkmasına imkan tanıyorsunuz. Çünkü bu vergiler üreticisinden, tüketicisine hepimizi karaborsacıların insafına bırakır.
TÜRK EKONOMİSİNİ DIŞARIYA MAHKûM EDEN AK PARTİ’NİN EKONOMİ POLİTİKALARI TEDAVİSİ OLMAYAN BİR VİRÜSÜ ANDIRIYOR
Değerli Basın mensupları,
Planlanana göre bayramdan sonra hayat normale dönecek. Normalleşme dediğimiz şey yavaş yavaş başladıkça vatandaşlarımız anormallikleri görmeye başlayacak. Özellikle ekonomik salgının etkilerini hep beraber derinden hissedeceğiz. Türk ekonomisini dışarıya mahkum eden Ak Parti’nin ekonomi politikaları tedavisi olmayan bir virüsü andırıyor. Ülke olarak bu virüsten kurtulmadan maalesef ülkemizi düzlüğe çıkaramayız.
Para, yerine tekrar fazlasıyla konulabilir. Ancak para için en önemli mesele güven ortamıdır. Güvenin olmadığı yerde para olmaz. Bu güvenin de parametreleri belli;
Hukuk,
Demokrasi,
Adalet.
Türkiye’de bunlar var mı?
Mahkemeye çıkarken hâkime güveniyor musunuz?
Basının özgür olmadığı, düşünmenin suç olduğu, ifade özgürlüğü olmayan bir ülkeye güveniyor musunuz?
Ekonomik verilerine müdahale edilen, bir gecede Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alındığı bir ülkeye güveniyor musunuz?
Pandemiden önce yüzde 5 büyüyecek denilen Türk ekonomisi, pandemi döneminde bile hala yüzde 5 büyüyecek deniliyorsa, paranızı Türkiye’ye getirir misiniz?
Bu ucube sistem sürmeye devam eder, güçlendirilmiş parlamenter sistemi inşa edemezsek, Türkiye’nin içinde bulunduğu bu kötü durum daha çok ağırlaşacak, kronik bir hastalığa dönüşecek. Totaliter rejimlerin sürdüğü ülkeler, boşuna mı üçüncü Dünya ülkesi sayılıyor.
Bu krizden çıkmanın tek bir yolu var. Tedavisi belli. Bir an önce 22. Yüzyıl Türkiyesi’ni inşa edecek olan güçlendirilmiş, iyileştirilmiş parlamenter sisteme dönüş yapmamız gerekli. Hukuku yeniden inşa ederek, Memleket Masası anlayışımızı, yani kardeşliğimizi ve ortak aklı kaim kılarak ülkemizi saplandığı bu yerden çıkarabiliriz. Biz bunu başaracağız.