İYİ Parti Grup Başkanvekili ve Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, tarım sektörünün sorunlarını değerlendirdi.
Türkkan, bütün dünyanın pandemi sürecinde acı bir gerçekle karşılaştığını ifade ederek, petrol, doğal gaz, yeraltı kaynakları ve üretilen teknoloji ürünlerinin, her şeyi çözmeye yetmediğinin anlaşıldığını söyledi.
En gelişmiş ülkelerin bile yaşanan salgında, en temel ihtiyaçlara mahkûm hale geldiğine dikkati çeken Türkkan, “Pandemi sürecinde modaya, tekstile yön veren ülkelerin bile 3 kuruşluk maskeye nasıl muhtaç kaldığını gördük. Ancak asıl daha kötüsünü görmedik. İlerleyen dönemde insanların asıl ekmeğe muhtaç olacağını göreceğiz.” diye konuştu.
Lütfü Türkkan’ın basın toplantısında yapmış olduğu açıklamalar şu şekilde:
Değerli basın mensupları;
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün güzel bir sözü var: “Kılıç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi.”
Şu an kemiklerinin sızladığına eminim. Çünkü ne çiftçi bıraktı bu iktidar, ne de ektiğinden karnı doyan üretici. Küresel dünyada eskiden tarımda dışa bağımlı olmak belki çok önemli değildi. Paranız vardı ve ithal ediyordunuz. Ancak tüm dünya, yaşanan pandemi sürecinde acı bir gerçeğin farkına varmak zorunda kaldı:
Petrol, doğalgaz, yeraltı kaynakları, ürettiğiniz teknoloji ürünleri her şeyi çözmeye yetmiyor. En gelişmiş ülkeler bile, yaşanan salgında, en temel ihtiyaçlara mahkum hale geldi. Hepimiz modaya, tekstile yön veren ülkelerin bile 3 kuruşluk maskeye nasıl muhtaç kaldığını gördük.
ARTIK KÜRESELLEŞMENİN SONUNA GELİYORUZ
Ancak asıl daha kötüsünü görmedik. İlerleyen dönemde insanların asıl ekmeğe muhtaç olduğunu göreceğiz. Bunu en iyi idrak eden ülkelerin başında Rusya geliyor. Sizce dünyanın en büyük buğday üreticilerinden olan, aynı zamanda Türkiye’nin ithal ettiği buğdayın yüzde ellisini de üreten Rusya, ihtiyacından fazla üretim yapmasına rağmen neden buğday ihracatını durdurdu? Rusya’yı yönetenler biliyor ki, aç insan, karnını doyurmak için her şeyi yapar. Çünkü artık küreselleşmenin sonuna geliyoruz. Önümüzdeki birkaç yıl içinde ülkeler kendi içine kapanacak. Herkes kendi başının çaresine bakacak. Rusya da bu ülkelerden biri.
Küreselleşmenin sona ermesinden en çok etkilenecek ülkelerden birisi de Türkiye. Kendi kendine yeten bir ülke olmanın önemini kavrayamayan, “Dövizimiz var ki ithal ediyoruz” diyen Tarım Bakanları bu acı gerçeği kafasına sokmalı. Çünkü AK Parti İktidarları yüzünden yediğimiz ekmek bile ithal buğdaydan üretiliyor. Ekmek yoksa pasta yani makarna yesinler bile diyemeyecekler, çünkü makarnanın buğdayı bile ithal.
BİZE DÜŞMAN OLARAK GÖSTERDİKLERİ LOBİLER, ASLINDA KAPALI KAPILAR ARDINDA İKTİDARIN EN BÜYÜK DOSTLARI
Değerli basın mensupları
Her şey 2006 yılında çıkarılan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu ile başladı. 14 yıl önce çıkarılan bu kanun, Türkiye’de yerli tohumu bitirdi. Bu yasanın arkasında, iktidarın ağzından düşürmediği dış güçler var. Yani bize düşman olarak gösterdikleri lobiler, aslında kapalı kapılar ardında iktidarın en büyük dostları.
Tohum olmadan üretemezsiniz. Hiçbir şey yetiştiremezsiniz. Tohumunuz neyse onu eker, onu biçer, onu yersiniz. Türkiye’de tohum pazarının yüzde 70’i yabancıların, GDO’lu tohumların yüzde 90‘ı ise ABD’li şirketlerin elinde.
Köylü milletin efendisiydi. Milletimizin efendisi artık küresel tarım çeteleri, küresel tarım lobileri oldu. Tıkır tıkır işleyen bir planla Türk köylüsü, Türk çiftçisi ipotek altına alındı.Tohum üzerinden Türk toplumuna büyük bir oyun oynandı. Türkiye, tohumda başta İsrail ve Hollanda’ya bağımlı hale getirildi.
ÇIKARDIĞINIZ 5553 SAYILI KANUN İLE YERLİ ATA TOHUMLARIMIZIN ÖLÜM FERMANINI İMZALADINIZ
Çıkardığınız 5553 sayılı kanun ile yerli ata tohumlarımızın ölüm fermanını imzaladınız. Yerli ata tohumunu kullanan çiftçilere tarımsal desteği kesip, onları adı sertifikalı olan genetiğiyle oynanmış tohuma mahkum ettiniz. Zor durumda olan, devletin desteğine muhtaç olan çiftçi ayakta kalabilmek için ithal tohuma yöneldi, kendi tohumumuzu bırakmak zorunda kaldı.
Asıl cehennem bundan sonra başladı. O ithal tohumu alınca gübre ve ilaç da almamız gerekti. GDO’lu tohumlar böcekleri kendisine çekti. O böcekler için de ilaç almak zorunda kaldık. İthal ettiğimiz ilaç ve gübreler yüzünden bereketli topraklarımızı zehirledik. Mahsulü aldık, ama mahsulün tohumundan ürün alamadık. Çünkü o kısır tohumlar ikinci bir ürün yetiştirmeye izin vermeyecek şekilde üretildi. Türk tarımını bu şekilde yıllar içinde kısırlaştırdınız.
5553 SAYILI KANUN, TÜRK TARIMININ SEVR ANLAŞMASI’DIR
Ülkeyi yönetenler, dünyanın en büyük savaş cephesinin tarım üretimi olduğunu bilmiyorlar mı? Bu cephede kaybeden ülkeler başka ülkelere esir olur. 5553 sayılı kanun, Türk tarımının Sevr Anlaşması’dır. Tamamen yabancı tarım tekellerinin arzusuyla hazırlanmıştır. Siz, Türk tarımını küresel tarım çetelerine esir bıraktınız.
Türkiye’de bulunan Amerika Büyükelçiliği nezdinde çalışan en önemli birimlerden biridir Tarım Müşavirliği. Neredeyse Türkiye’nin tarım politikalarının tamamına müdahale eder. Artık bu yanlıştan bir an önce dönülmelidir.
Yerli tohum konusu sadece üreticiyi değil; tüketiciyi, ekonomiyi, sağlığımızı ve geleceğimizi de ilgilendirmektedir. Bu sebep ile Milli Tohumculuğu geliştirmeli, tohumda dışa bağımlılık kalkana kadar yerli tohum hibe edilmelidir. Hibe edilen, tohumla üretilen ürünlere alım desteği ve sübvansiyonlar sağlanmalıdır. Bu politikayı tohumda dışa bağımlılıktan kurtulana kadar devam ettirmek zorundayız.
Sıradan bir insan bile tarımın toprakta can bulan bir tohumla başladığını bilir. 18 yılda Türk tarımını sistematik olarak bilinçli bir şekilde yok ettiler. Geldiğimiz noktada tarımsal üretimden hayvancılığa kadar geniş bir alanda ülkemizi bu çetelerin müşterisi haline getirdiler. Bunu da iktidara geldikleri günden bugüne izinden ayrılmadan sürdürdükleri IMF ve Dünya Bankası programlarıyla gerçekleştirdiler.
İktidar uyguladığı tarım politikalarıyla tarımdaki tüm fiyat, girdi ve kredi desteklerini kaldırdı. Üretimle bağlantısı olmayan doğrudan gelir desteği sistemini uyguladı. Bazı ürünlerin üretimine kota getirildi. Üretim alanları sınırlandırıldı. Bu süreçte tarım, piyasanın kontrolüne girdi ve köylerdeki tarım tasfiyeye uğradı. Üretiminden para kazanamayan küçük ölçekli işletmeler için tarım, geçimlerini sağlayacak bir ekonomik faaliyet olmaktan çıktı. Oysa küçük çiftçi tarımı, gıda egemenliğinin güvencesini oluşturmaktadır.
AK PARTİ’NİN HER BİR TARIM BAKANI ASLINDA BİRER TRAJEDİDİR
Günümüzde tarımla uğraşan nüfusun üçte ikisinden fazlasının yıllık geliri 2 bin doları bile bulmuyor. Bu dönemde çiftçilerin yüzde 20’si tarımdan vazgeçti, 3,5 milyon hektar arazi boş kaldı. Tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’den yüzde 19’a geriledi.
2002 yılında nüfusumuz 65 milyondu toplam 26,5 milyon hektar tarım arazisi varlığımız vardı, 2019 yılında nüfusumuz 83 milyona çıktı, tarım arazisi varlığımız 23 milyon hektara düştü. Yani nüfus yükseldi ama açlığa mahkum olduk. Şu an gidin köylere. Görün çiftçinin halini. Aileler perişan. Hepsi borç içerisinde yüzüyor. AK Parti’nin her bir Tarım Bakanı aslında birer trajedidir. Köylüyü, çiftçiyi bitiren zanlılar başımıza bakan diye getirdikleri şahıslardır.
2002 yılında çiftçilere bankalar tarafından kullandırılan kredi 4 milyar TL iken, bu tutar 2019 yılında 120 milyar liraya yükseldi. Borç tam 30 kat arttı. Köylü 2002’ye göre 30 kat borç içinde. Çiftçinin krediden çok desteğe ihtiyacı var. Aldığı krediyi ödeyemiyor. 2019 yılında çiftçinin kullandığı banka kredisi, tarımsal destekleme ödemelerinin 7 katını çoktan aştı. Tohum, gübre, ilaç, akaryakıt bayisi, elektrik, su ve işçi borçlarını eklediğimizde çiftçinin borcu 160 milyarı buluyor.
Bir karış bile ekilmeyen toprağımız kalmamalıyken, Konya Ovası büyüklüğündeki Hollanda bugün ABD’den sonra ikinci tarım devi. Türkiye’de güneş de var, toprak da var, su da var ama hâlâ istenilen düzeyde tarımsal üretim yok! Acaba neden?
Türkiye’nin daha şimdiden Mayıs ayı ile beraber 50 milyar lirayı bulan bütçe açığı varken hala swap swap dolaşacak mısınız? Türkiye’de her tarla birer fabrika. Bu fabrikalar ile atağa geçebilmemiz için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz.
Tarımdaki tüm sorunların dışında çok daha büyük bir sorunumuz daha var. Küresel ısınma. Küresel ısınmadan en çok etkilenecek ülkelerin başında bulunduğumuz coğrafya kuşağı geliyor. Ülkemiz de bu sorunun tam ortasında duruyor. Su ve sulama sorunu artacağı için tarım alanları azalacak. Bu yüzden daha az alandan da daha çok ürün almak zorundayız. Hem kendimizi doyurabilmek hem de kırsaldaki insanımızın yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmaması için.
Küresel ısınma demişken dört mevsimin yaşandığı ülkemizde artık ani hava olayları, fırtınalar, büyük zarar veren dolu yağışları ve aniden meydana gelen aşırı sıcaklıklar yaşanıyor. Bu gibi durumlar tarımsal üretime zarar veriyor, üreticiyi perişan ediyor. Bu konuyla ilgili TARSİM’in zarar kapsamı genişletilmelidir. Yeni iklim şartlarına göre uyum sağlamalıdır.
15 Mayıs – 25 Mayıs tarihleri arasında Ege ve Akdeniz Bölgelerimizde kavurucu çöl sıcakları yaşandı. Bu sıcak hava dalgasıyla beraber afet derecesinde fırtınalar meydana geldi. Hatta bahçe ve seradaki ürünler daha hasat edilemeden büyük zarar gördü. Bu hava olayları yüzünden buğday üretimimizin yüzde 50’sine yakın bir oranı da zarara uğradı.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, koronavirüs salgını sürecinde zor durumda olan ve üstüne afetten de etkilenen çiftçilerin durumlarıyla ilgili iktidara dört maddelik bir çağrıda bulundu. İlk olarak; Ege ve Akdeniz bölgelerimizin, tarımsal üretim açısından acilen afet bölgesi ilan edilmesi gerekiyor.
Çiftçimizin, TARSİM Sigortası kapsamına girmeyen, aşırı sıcak ve fırtınadan kaynaklanan zararları derhal poliçelere dahil edilmelidir. Çiftçinin zararı acilen karşılanmalı. Kredi borçları ertelenmelidir. Yoksa bir sonraki döneme hiçbir çiftçinin ekecek ve biçecek gücü kalmayacak. Yani kıtlık tehlikesiyle baş başayız. Buradan tehlikenin büyüklüğü umarım anlaşılmıştır.
Tarıma değer vermemiz, değer kazandırmamız gerekiyor. Daha yalın bir anlatımla tarıma bakışımızı değiştirmemiz gerekiyor. Bunu başarabilirsek, üretimi planlayarak artırarak, girdilerde dışa bağımlılığı minimum düzeye indirebiliriz. Katma değeri yüksek, kaliteli, sağlıklı ve güvenli ürünler üretebiliriz. Hem üreticinin para kazandığı, hem tüketicinin uygun fiyatla sağlıklı ürünler tüketebileceği, ihracatta rekorların kırılacağı bir tarım sektörü yaratılabilir.
Bu, hayal değil. Sahip olduğumuz tarım potansiyeli buna olanak veriyor.
Fabrikanızla ilgili olarak iddialar ortaya atıldı sizin söylemleriniz üzerine bir milletvekili bu iddialarda bulundu, sizin bu konudaki söylemleriniz nedir?
52 yıllık üretim yapan bir fabrikaya mühür vurulmuş sorun yok, zerre geri adım atmam. Benim söylemim milletvekilleri millete hizmet etme yolunda olmaları gerekirken yiğenlerine, eşlerine kurdukları işler vasıtasıyla iş peşinde koşmazlarsa.. kurtarmak istedikleri sadece kendi aileleri benim dediğimle Türk milletini kurtaracaklar bundan daha büyük övünç var mı? Bundan daha büyük bırakılacak miras var mı? Bu mirası bırakmak için önlerinde fırsat var. Bu fırsatı kullanmalarını tavsiye ediyorum. Bu millet onun için oy verdi onlara. Git çoluğunu çocuğunu kurtar diye oy vermedi. Bakıyorsun bu arkadaşların Meclis’te sundukları bir program yok, memleketin meselelerine dair bir kelam yok, niye geldiniz o zaman. Aldığın paranın karşılığını vereceksin. Karşılığı ne, millet için çalışacaksınız, memleket için çalışacaksınız. Bunun karşılığını vermezseniz millet bunu size cevabını verir. Bu millete hizmet etme yolunda güzel yapılanları alkışlamak gibi bir gelenekten geliyoruz. Yanlış olanları da Meclis kürsüsünden haykırmaya devam edeceğiz.