Zülküf SARITEPE
[email protected]
Enver Paşa? Altı Yüz yıllık çınarın, cihan Devleti Osmanlı’nın çöküşünün, sırtına yüklenmeye çalışılan bir başkomutan, O kimisine göre bir hayalperest, kimisine göre büyük bir vatansever? Bazılarınca, zaten elden çıkması mutlak olan Trablus’ta direnişi örgütlemeye giden maceraperest, bazılarınca "Trablus artık kaybolmuş sayılır. Buna rağmen neden gidyorum? Bütün Müslüman dünyasının bizden beklediği bir vazifeyi yerine getirmek için gidiyorum?" diyebilen bir idealist? Sevenleri; 2. Balkan Harbinde Enver’in ordunun önünden bir süvari tugayı ile ileri atılabilmek için müsaade isteyip mustahkem mevkie ilk girenlerden olduğundan "Edirne Fatihi" derken hasımları için o "paşa üniformalı bir çocuktur"? Birilerince körü körüne bir Alman taraftarı, savaş yanlısı bir Alman ajanıdır, buna katılmayan diğerleri içinse "ancak Osmanlı menfaatlerini nazar-ı itibara alan" kahramandır?
Enver Paşa Devlet-i Aliyye’nin son dönemindeki en önemli aktörlerden birisidir. Osmanlı’nın çöküşü de kuruluşu gibi bir destandır. Çöküşün kahramanları olan neslin bayraktarı Enver Paşa’dır.Her beşer gibi mutlak suretle onunda birtakım hataları olmuştur. Fakat o inandığı değerler uğruna kendini feda edebilmeyi göze almış olan bir kahramandır. Osmanlının son neslinin büyük ekseriyeti zaten öyledir. Enver Paşa o mübarek neslin başkomutanı idi.
Son dönemin en büyük doğruları, hakikatte en büyük yanlışlar üzerine temellendirilmiş "ideolojik doğruları" meydana getirdi. Tarihi ideolojik pencereden yorumlamak, garip ve manasız propagandalar yapmak gerçeklerin üzerini tamamıyla kapatmak için yeterli olmuyor/olamaz? İşte bu "ideolojik doğrulardan" nasibini alan kahramanlarımızdan biri de hiç şüphesiz ömrünü inandığı doğrulara vakfetmiş Enver Paşa’dır.
Balkan Harplerinden perişan halde çıkmış, siyasi çekişmelerin had safhada olduğu, iç çekişmelerin ve itaatsizliklerin arttığı orduyu düzene koymak için Almanya’dan yardım istenmesi ve Alman askeri ıslah heyetinin gelişi Enver Paşanın bir hatası/günahı olarak gösterilmektedir. Oysa bu heyet Mahmut Şevket Paşa tarafından davet edilmiş ve heyetin İstanbul’a gelişinden 1,5 ay sonra Enver Paşa harbiye nezaretine geçmiştir. Liman van Sanders’in verdiği bilgilere göre Alman heyeti ile Enver Paşa’nın arasında bir hayli görüş ayrılığı vardır ve Enver karşı propagandaların aksine, O Almanlara alet olmamıştır.
Enver Paşa yenilmiş bir ordunun tekrar güçlü ve etkin bir yapıya kavuşturulması için 1200 kadar yüksek rutbeli zabiti bir çırpıda ordudan uzaklaştırmış, gençlerin önünü açmış, ordudan siyaseti söküp atmış, kendisi gibi İslam milletlerinin kurtuluşuna inanan sağlam ve eğitimli bir ordu vucuda getirmeye çalışmış, başkomutanı olduğu orduya milli idealleri vermeye gayret etmiştir.
Enver Paşa, İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale’yi geçmek için hucum edince yabancı uzmanların Türklere küçük bir şans bile vermediği bir dönemde, İtilaf kuvvetlerinin boğazı geçemeyeceğini ısrarla söyleyen birisi olarak; o güne kadar hiç yenilgi yüzü görmemiş olan, kendisini güneş batmayan imparatorluk olarak tanıtan İngiliz donanmasının yenilgiyi tadabileceğini tüm dünyaya göstereceğine inanmaktadır.
1914-18 arasında Devlet-i Aliye-yi Osmaniye’nin kaderine hükmeden üç adamdan biri olan Enver Paşa, hakikatte devletin en kudretli adamıydı. Harbiye nazırı, genelkurmay başkanı, başkumandan vekili ve bahriye nazırı vekiliydi. Enver Paşanın en mühim fonksiyonu çok kısa sürede Osmanlı ordusunu düzenlemesi, orduya milli ve dini şuurla sentezlenmiş yeni bir ruh vermesidir. Çanakkale bu ruhla kazanıldığı gibi, İstiklal savaşı da bu ruh sayesinde kazanılmıştır. Cumhuriyet o azim, mücadele ve inançla kurulmuştur. Savaşın İngiltere ve Fransa’nın beklentilerinin aksine uzaması, İngiliz ve Fransız imparatorluklarının çatlaması da yine bu ruh sayesinde olmuştur.
1912 yılında yeni seçilen Amerika Başkanı Wilson‘a, Türkiye’ye atanacak büyükelçinin kim olacağı sorulduğunda, "Türkiye yok ki, elçi göndermeye ihtiyaç olsun" demiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Osmanlı’ya, Türk’e bakış işte bu şekildeydi. Dolayısıyla, Birinci Dünya Savaşı’na niçin girdik, girmesek ne olurdu gibi tartışmalar, Wilson’un kurduğu/kurabildiği yukarıdaki cümlesi karşısında anlam ve önemini yitiriyor.İtilaf kuvvetlerinin Osmanlı’yı gizli anlaşmalarla paylaştığı ve yanlarına almak istemedikleride bilinen bir hakikattir zaten.
Birinci Dünya Savaşı’nın bir parçası olan Sarıkamış Harekatı, milli bellekte silinmez izler bırakan ve ilk günkü tazeliği ile vicdanları bugün de kanatan bir mücadelenin adıdır. Sarıkamış beyaz bir hüzündür Türk Milleti için? Sarıkamış Harekatı, Rus işgali altındaki Kars, Sarıkamış ve Ardahan’ı kurtarmak; (Rusların, Kars ve Ardahan civarında tahrik ettikleri Ermeniler, otuz binden fazla Türk erkeğini işkencelerle öldürmüş, Müslüman kadınlara da yapmadıkları kötülük kalmamıştı. Ermenilerin ellerinden kaçabilen çoğu kadın ve çocuk binlerce insan karlı dağlarda perişan bir haldeydi. Ermeni askerlerinin muhafazasına verilen Türk esirler acımasızca işkencelere maruz kalarak öldürülüyordu. Artık buralardaki Müslümanların kurtarılması da vicdanı bir yükümlülük haline gelmişti.) baharda başlayacak Rus taarruzunu engellemek ve Kafkaslar ile Orta Asya’daki Türk illerinin kapısını açmak amacıyla başlatılmıştır. Bu harekatın bir diğer amacı da, Birinci Dünya Savaşı’na parlak bir başlangıç yapmaktı.
Neredeyse bütün askeri uzmanların ortak görüşü, Rus kuvvetlerinin arkasına sarkmayı hedef alan bu harekatın, başarılı bir plan olduğu yönündedir. Burada, Enver Paşa’nın "acele ettiği" iddiasına da bir parantez açmak gerekiyor: Ziya Nur Aksun, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekatı isimli eserinde şu tespiti yapmaktadır: "Diğerlerinin ayak sürümelerine rağmen, Enver’in harekatta ısrar etmesi, vukuata göre haklı ve çok isabetli görünmektedir. Çünkü, harekatta yapılacak her gecikme, Ruslar’ın Sarıkamış’taki vaziyetini kuvvetlendirecektir."
Türk ordusunun ne kadar zorlu bir işe giriştiği, Rus Kafkas Ordusu Başkumandanının, Fransa ve İngiltere’ye çektiği şu telgraftan bellidir: "Telefon konuşmalarını bile durduran soğuk ve kış, Türk ordusunu engellemiyor. İkinci bir cephe açarak, Türk ordusunun ilerlemesi durdurulamaz ise, Bakü petrolleri Osmanlı-Alman ittifakının eline geçecek ve Hindistan yolu onlara açık bulunacak."
Kış, bu sırada daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar yolları kapatıp çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, kayıplar artmaya başladı. Ve beyaz hüzün çökmeye başladı ordunun üzerine? Yazımızın başında belirttiğimiz kara propagandalar ve yanlışlar üzerine kurgulanan "ideolojik doğrular" daha hızlı yayılmaya başlandı? "Enver’in hayalperestliği ve iş bilmezliği sebebi ile bir tek kurşun atmadan şehit olan 90 bin asker?" Gerçekte ise 90 bin efsanesi o günlerin Rus propagandasından geliyor, o dönem için psikolojik bir hareket. Propaganda bir yana; Rus generali Maslovski’ye göre ölen Osmanlı askerlerinin sayısı 23 bindir ve bu sayıya Hamamlı’daki esir Rus esir kampında can veren 5 bin askerimiz de dahildir. Düşman general 23 bin derken, bizim 90 bin demem biraz tuhaf değil mi? "Tek kurşun atmadan" fikrine gelince: Ordumuz Ruslarla birçok çatışmaya girmiş ve önemli başarılar elde etmiştir. Türk ve Alman askeri otoriteleri, Enver Paşa’nın hazırladığı harekât planının mükemmel olduğunu, başarısızlığın büyük ölçüde bu plana uyulmamış olmasından kaynaklandığını ifade ediyorlar. Yukarda belirttiğimiz Rus Kafkas ordusu başkumandanının Fransa ve İngiltere’ye çektiği telgrafta bu konuda verebileceğimiz örneklerden birisidir. Sarıkamış Harekatı sonucunda ağır bir bedel ödendiği doğrudur. Fakat, bazılarının iddia ettiği gibi, bu bedel, "düşmana tek kurşun sıkmadan" gerçekleşmiş değildir. Atatürk’ün ifadesiyle; "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır."
Yaradılıştan gelen tabiatı, onu bir politikacı değil, meydan savaşlarında efsanevi bir komutan ve barut gibi bir ihtilalci olarak yaratılmıştır. Libya çöllerinden, bir şafak baskınıyla Edirne’nin kurtuluşuna, Allahuekber dağlarında beyaz ölümlerden, Çanakkale mahşerine, Karadeniz’in azgın dalgalarından, Asya bozkırlarında amansız Kızılordu ateş hatlarında o, hep en ön saftadır. Kahramanlık, ruhun bedene karşı kazandığı zaferdir. Enver Paşa’nın ruhu bedenine mutlak galip gelmiştir.
Daha önce Türkistan’a gönderilen Hacı Sami’den, Türkistan’da girişilecek bir mücadelenin imkânsız olduğunu bildirmesi üzerine Enver Paşa şu cevabı verir: "Uzun zamanda beri Türkistan Türklüğü ile Osmanlı Türklüğü arasındaki irtibat kopmuştur. Ben Osmanlı Ordularının başkomutanı ve İslam Halifesinin damadı olarak oraya gelir ve Türkistan’ın bağımsızlığı uğruna ölürsem bu köprüyü kurmuş oluruz."
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.
Esir alınmış Türk yurtlarının Rusların elinden alınması için mücadele ederken, Ruslar’a karşı hücum emrini vererek en önde karşı mevzilere hücum ederken, alnına isabet eden bir kurşunla idealindeki Türkiye-Türkistan köprüsünü kurarak uçmağa vardı. Onun arkasından Türkistanlı mücahit şöyle diyordu; "Ümit güneşimiz sönmüş, karanlıklar içinde kalmıştık.Yer gök ağlıyor? Kaybolan sade bir insan değil, milyonlarca Türk’ün ümidi, istikbali,zaferi, tarihi idi."
Vatan için katlanılan ölüm kadar, tatlı ve şerefli bir ölüm var mıdır? Bir millet kendisine hizmet aşkıyla dolu olan Enver Paşa gibi kahramanları eksisi-artısı, sevabı-günahı ile sahiplenmeli, taktir etmelidir. M. Kemal Atatürk; "Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır; arasını tarihe bırakalım." derken, İsmet İnönü; "Enver Paşa ihtilalden önce ahlak, cesaret ve kahramanlık misali olarak tanınmıştır. Enver’e en çetin kıta hizmetleri tam ve itimatla emniyet edilmiştir. Enver Paşa şahsî meziyetleriyle iyi bir asker, iyi bir subay olarak, cemiyetin kusur olarak bildiği unsurlardan, insanın tasavvur edemeyeceği kadar nasibi olmayan bir tiptir." diyor.Tarihçi Ziya Nur Aksun ise: "Enver’in Ravza-i Mutahhara’ya girişini canlandıran cümleler; tüyler ürpertici bir inanç ve edep yüksekliğinin muhteşem tablosudur." Bir Türkistanlı olan büyük tarihçi Zeki Velidî Togan diyor ki: "Enver Paşa son Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden biridir. Bu zât, Türk ve dünya siyasi hayatındaki konumunu şüphesiz ki tesadüfen yahut birisinin korumasında elde etmedi."
Türk ve İslam aleminin kurtulması için çalışan, İlayı Kelimetullah idealiyle yaşayan ve bu idealini gerçekleştirmek gayretiyle şahadet şerbetini içip uçmağa varmış olan Enver Paşa’yı saygıyla anıyor ruhuna Fatihalar ve dualar gönderiyorum?
Böyle bir yazı ile Sarıkamış ve Enver Paşa’yı anlatabilmek haliyle mümkün değil. Sadece bir fikir kırıntısı oluşturabilmekti maksat.. Bu satırların yazarı da Enver Paşa’yı üniversite yıllarının sonuna kadar hayalperest bir maceracı olarak görenlerdendi. Dileğim ve isteğim okuyucularımızın, Sarıkamış ve Enver Paşa hakkında konuşmadan önce o dönem ve Enver Paşa ile ilgili birkaç ilmi eseri okumalarıdır.Ruhu şad, mekanı cennet olsun?