‘’İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır.’’
Cahil cesareti mi desem, “öğrenilmiş cehalet” mi desem bilmiyorum. Ancak; son dönemin belki de içimi en çok acıtan başlığıydı “Bahçeli’ye rağmen ülkücü kalabilmek.”
Başlığın bu kadar çarpıcı olmasına rağmen, yazının içeriğinin bu kadar kof, sağdan-soldan derlemeler ve kopyala -yapıştırlar ne kadar kaba ve alelacele yaz/d/ılmış olduğu gün gibi aşikârsa da değerli ülküdaşlarımın kıymeti harbiyesini çekmesi de bir o kadar manidardı.
Değerli yazarın, bir kısım şak şakçılarıyla birlikte bu yazının altında yapılan yorumları okuduğumda şaşırdım, şaşırmanın ötesinde hayal kırıklığına uğradım.
Sn. Bahçeli ile ilgili olarak “siyasi öngörüden uzak olduğu, Wilson’un Anadolu’da Kürdistan kurdurmaya yönelik ilkelerinin uygulanmasının taşeronu olduğu”, partiden ihraç edilenler (nedenleri zat-ı âlilerinin düşünceleri), Öcalan ve sonra şu meşhur kaset skandalı gibi ıslatıp ıslatıp ortaya konan hakaret, tenkit hatta tehdide varan bir üslûp ve ülkücü(!) alkışları…
Sayın yazarın! Bir başka yazısındaki şu ifadelerine de bir bakalım:
“Zaten sizin verdiğiniz zararı, bizlere yaşattığınız utancı ancak partimizi ele geçirmek isteyen malum cemaatin mensupları verebilirdi. O nedenle artık bizleri uyarmaktan vazgeçin de, sizler aklınızı başınıza alın.” diye tehdit…
‘’ Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ’A gelince; Ümit Hoca hayatımda gördüğüm en zeki, en birikimli insanlardan biri, Terör ve PKK konusunda yazdığı kitapları okullarda okutulacak nitelikte.’’ (Sn. Özdağ’ın yazdıklarını ve niteliğini övüyor ve burada kendini yüceltiyor! Yani, bu niteliği ben teşhis ettim…);
‘’ MHP Genel Başkanı Olmak İstiyorum Diyen Kim Var ise Bu İsteklerimizi Dikkate Almak Zorundadır !’’ (Emrivaki) Vs.
Bir psikolog ya da psikiyatr değilim. Ama şu ifadelere baktığım zaman gördüğüm kişilik özelliği ‘’ben’’ diyen bir egoizm.
Bir kadın yazar da elbette çok sert bir dil kullanabilir ancak öyle bir yazıda bile bir kadının o naifliğini, inceliğini ve zarafetini hemen fark edersiniz.
Bana göre asıl mesele; 1970 sonrasında gelişen olayların, yaşı gereği içinde olmamış, sadece okuduğu birkaç yazı ve dinlediği anılarla öğrenen yeni kuşak ülkücülerin davanın tüm sorumluluğunu üstlenmiş bizim kuşak ülkücülerini sürekli tenkit etmede hiçbir beis görmemeleri. Hatta hayatının büyük bir bölümünü ülkücü harekete vakfetmiş, ülkücü STK’ lar da kurucu ve başkanlık yapmış şu anda da mensubu olduğunu söyledikleri partinin Genel Başkanlığını sürdüren Sn. Bahçeli’yi eleştirme daha da ileriye giderek hakaret etme yetkisini hangi ülkücü/ler/den aldıklarını merak ediyorum.
Yoksa bu cesurane ifadeler cahil cesaretinden mi kaynaklanmaktadır.
Benim gibi yaşı elliyi bulmuş ülküdaşlarım çok iyi hatırlar o, var ya da yok olma mücadelesini. Yatılı okulda (biz kızlar gündüz idik) olaylar nedeniyle okula giremeyen arkadaşlarımızla, yeni evli bir hocamızın (adı bende saklı) bodrum kat, evindeki yer sofrasında, büyük sahandaki bulgur pilavına hep beraber kaşık sallarken şikâyet yerine proje üretmeye çalışan ülküdaşlarımla birlikte yaşadım o günleri…
O iki dönem mezun olan arkadaşlarımızdan hemen hemen hiçbiri meslek hayatına atıldıklarında da hiç sapma yapmadılar.
Çünkü dava yolunda pişmiş, vatan için bilenmişlerdi.
Bu güne kadar yazılan, neredeyse tüm yazılar o dönemin genel anlamda siyasi değerlendirmelerini içermektedir. O dönem yaralanan, hapis yatan, işkence gören, kaçak yaşamak ve ülkeyi terk etmek zorunda kalan ülkücüler, gençliklerini yaşayamadıklarından hiç şikâyet etmediler. Onların çoğunun hiç kız ya da erkek arkadaşları olmadı, sevgilileriyle el ele tutuşup gezemedi, sinemaya, tiyatroya gidemedi, Yaratan’ın tüm insanlara bahşettiği sevmek-sevilmek gibi yüce bir duyguyu o günlerde hiç yaşayamadılar. Akşam olduğunda eğer başlarını koyacak bir yastık bulmuşlarsa, sevgiliyi düşte görmek yerine, kanlı bir hesaplaşmadan sıçrayarak uyandılar.
Bu günlerle ilgili olarak benden bir ya da iki sınıf küçük ülküdaşım Şükrü Alnıaçık’ın ‘’Kavga Devri Çocukları’’ yazı dizisini okumalarını tavsiye ederim, o devrin içinden çıkmamışlara… O yazı bile küçük bir detayıdır tüm yaşananların.
Bir dönemin analizi, sadece siyasi ve politik arenadaki olayların tespiti değildir.
O dönem (sağ-sol grupları) bir gençliğin, gençliğini yaşayamadan sorumluluk üstlendiği, iç ve dış güçlerin birlikte hareket ederek Türk Gençliğini yok etmeye çalıştığı bir dönemdir.
O dönem; gençlik üzerindeki ağır sosyo-psikolojik tahribatın adıdır.
O dönemi yaşayanlardan sağ kurtulanlar, hapishanedeki vahşi işkencelerden ve insanlık dışı muamelelerden sonra dışarı salıverildiklerinde çok uzun süre yaşadıkları sarsıntının izlerini taşımışlardır.
Özellikle Ülkücü Gençlik üzerinde bu uzun tutukluluk döneminde, manevi duyguları kullanılarak yapılan beyin yıkamalarıyla, hayatlarının en önemli döneminde arkasında oldukları, bunun için ölmeyi göze aldıkları inanç sistemi ve değerlerinin sorgulanması yapılarak, algıları kontrol altına alınmaya ve değiştirilmeye çalışılmıştır.
1980 Ülkücü camianın dönüştürülmesi aşamasının hız kazandığı dönemdir.
Bir taraftan bu tahrifat öte yandan dışarı çıktıklarında iş-aş derdi bazılarını değişik mecralara sürüklerken bazılarını da derin bir suskunluğa itmiştir.
Dün ve bu gün tartışmasında bütün bu sürecin irdelenmesi, psikolojik açıdan da değerlendirilmesi gerekir.
Son dönemlerde yaşadığımız gibi; gidenler başka parti ve oluşumlar içinde kendilerine ikbal aramaya başlamışlardır. Halk arasında ‘’ Boşandığın kadının topuğuna bile bakmayacaksın’’ diye bir söz vardır. Biz de ‘’Allah yollarını açık etsin’’diyoruz.
Dileğim odur ki; Ayrılan ve ayrı düşünen arkadaşlar, bir yere varabilme kavgalarını MHP üzerinden değil, son on yıldır ülkemin kaderini elinde tutan iktidarla yapsınlar.
Bazı konuları ’’temcit Pilavı’’gibi sürekli gündemde tutmanın MHP’ye faydası olmadığı gibi, yarasa misali kanımızı emenlerin de en büyük kozunun bu olduğu unutulmamalıdır.
Bu ülkenin kaderine hükmetme yolu iktidar olmaktan geçer.
‘’Eski dostların düşman, eski düşmanların da asla dost olamayacağını’’ bir dönem parti çatısı altında olan bütün ülküdaşlarımızın bildiğine eminim.