Kötülük, “Kötü”nün Boynundan Ayrılmaz!..

Rahmetli Dündar Taşer’in şöyle bir tespiti vardı: “Türklüğün tarihi sarkacı inebileceği en dip noktaya inmiştir bundan böyle ancak yükselebilir.” Türklük, 1.Dünya Savaşı sonunda en dip noktaya inmiş ve akabinde Kurtuluş Savaşı’yla yükselmeye başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesi Türk Milliyetçiliği’ni benimsemiş ve onu canıyla, kanıyla şiar edinip dualarla maneviyatlandıran tek siyasi hareket olan Milliyetçi Hareket; Dokuz Işık’tan en önemlisi olan Ahlakçılık ilkesiyle çelişen şahıslar sayesinde -halk nezdinde inebileceği en dip noktaya inmiştir- tespitinde bulunsak yanlış olmaz. Ancak yükselmeye başlaması uzun sürmemiş ve o şahıslar aynı gün güneş batmadan bilge lider tarafından uzaklaştırılmışlardır yani ’Kurtuluş’ başlamıştır.
 
Bozkurtların yanında ‘foskurtlar’ ne kadar dayanabilirdi ki? Ahlakçılık gibi bir insani değeri siyaseten de benimsemiş olan bir hareketin mensubu, sadece kendi ailesine değil; insanlık ailesine ve en önemlisi davaya karşı sorumludur. Asıl odaklanmamız gereken ise 12 Haziran Meydan Savaşı’nı kazanıp kutsal emanetleri inanç hortumcularından kurtarmaktır.

Arapça eğitim için gittiğim Şam’da Kürt asıllı Suriyelilerle ara sıra sohbet etme imkanı bulduğumda onlara PKK hakkında ne düşündüklerini soruyordum. Beynini ‘arapsabunuyla’ yıkamayan gençler ‘laik, özgürlükçü bir parti’ ifadesini kullanırken, Mardin göçmeni Kürt asıllı ve Şam’daki dini otorite-kanaat önderlerinden biri olan Ramazan El-Buti’nin Dağlıca olayı sonrası şu ifadeyi kullandığını duymuştum: ‘’Kürtlük dağa çıkıp asker vurmaksa, ben o Kürtlüğü ayaklarımın altına alıyorum.’’ Tabii ki Kürtlük, asker vurmak değildi. Aynı şekilde ‘Ülkücülük de bu şahıslar gibi, hareket içinde yüksek mevkilere gelip de şehitlerimizin hatırasına ve mezarlarına kazma vurmak değildir. Öyle bir kimliği biz de ayaklarımızın altına alırız. Diğer taraftan bu olayı siyasete taşıyan, dilinden düşürmeyen ve Müslümanlıktan dem vuranlara da söylenecek sözümüz: ’Eğer siyaset evlerin duvarına çıkıp kamera yerleştirdikten sonra da ‘Bunlar kendi iç meseleleri ama…’ diyerek bel altı vurmaksa o siyaset de en çamurlu ayakların altındadır.
 
’’Kim bir din kardeşinin ayıbını örterse Allah da onun ayıbını örter’’ Hadis-i Şerif’ini bilmeyen yoktur. Bu, olayın üstünü örtmek anlamında olmadığı gibi her gidilen ortamda dillendirilmesinin mekruh sayıldığı da aşikardır. Senin seçmenin benim seçmenim, senin partin benim partim, senin ideolojin benim ideolojim derken şimdi de ‘senin ayıbın, benim ayıbım’ ikilemiyle karşı karşıyayız. Ayıp seninse ‘’Tüh yazıklar olsun, bakın ey ahali…’’ ayıp benimse ‘Abartılacak bir şey değil her yerde olabilecek bir şey…’’
 
Bdp’li bir bağımsız bile ‘’Ömrüm boyunca MHP ile mücadele ettim ama bu kaset anlayışıyla siyaset yapmak istemiyorum’’ diyebiliyorken, kasaba jakobeni bir hukukçu eski günlerini özlemiş olacak ki hala Dallas dizilerindeki JR’dan bahsedebiliyor. ‘Türkçe’ düşünmedikleri için ‘’Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız söylemini ‘’Ağrı Dağı kadar Ermenici, Alpler kadar diyalogcuyuz’’ şeklinde kendi dillerine çevirenler, çürük iddialarına elbette 80’li yıllardaki Amerikan dizilerinden örnek bulacaklardır.
 
Not: “Kim ki başkası hakkında kötü bir fiil düşünür ve o fiili gerçekleştirirse, o kötü fiil kendi başına gelmediği müddetçe ölmez.” (Hadis-i Şerif)

 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!