Biz Türkiye’ye eskiden beri “CENNET VATAN” deriz. Bu vatan çok eski dönemlerden beri şehitleriyle, erdemli insanlarıyla, verimli topraklarıyla, yeşil vadi ve dağlarıyla gerçekten bir cennet idi.
Geldiğimiz noktada bugün Türkiye bozulan insan yapısıyla, zebani yapılı kimi yönetici ve eşkıyalarıyla, kesilen, yanan, yakılan ormanlarıyla bir cehennem oldu çıktı.
Mustafa Kemal Atatürk o zamanlar Osmanlı’nın bir eyâleti olan Trablusgarp’ın (Libya) İtalyanlar tarafından işgal edilmesi üzerine “gönüllü” olarak Trablusgarp’a gider. İtalyanların uçakları var, bizim yok. İtalyanlar bize havadan bomba atarlarken yanındaki silah arkadaşı Fuat Bulca’ya döner der ki:
“Ah Fuat ah! Görüyor musun şu tayyarelerin verdikleri zararı. Bizim tayyaremiz yok. İnşallah bir gün bizim de tayyarelerimiz olacak…”
Trablusgarp, Çanakkale, Doğu, Filistin ve Kurtuluş Savaşlarına katılan Mustafa Kemal Atatürk, düşmanlar kovulduktan, Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan ettikten sonra 1925’te harekete geçer, “İstikbal göklerdedir” düşüncesiyle, Türk Tayyare Cemiyeti’ni (TTC) kurdurtur.
Cemiyetin adı daha sonra Türk Hava Kurumu (THK) olur. Yoğun bir çalışma başlar. Bu kurumun öncülüğüyle bizim de uçaklarımız olur. Kendi tayyarelerimize sahip olduğumuz gibi Avrupa ülkelerine uçak satmaya başlarız.
Atatürk’ten sonra Amerika harekete geçer. İnönü ve Menderes ikilisinin yönettiği Türkiye bu milli hamleyi durur. Menderes döneminde uçak fabrikalarımız kapanır. THK daha küçük işler yapmaya başlar. Buna rağmen THK askeri uçak ve pilot ihtiyacımızın karşılanmasında görev üstlenir, bu görevi yaparken halkımızın desteklerinden de (Fitre, Zekât gibi) yaralanır. Ben hatırlarım, ilkokul öğretmenlerimiz bize THK’na ait zarflar dağıtır, bizler babalarımızın verdiği paraları o zarfa kor, iade ederdik.
Sonra “Sadaka, hayır” adıyla beynimiz giren Cumhuriyet ve milliyet düşmanı dinciler (Siyasal İslamcı Hoca, hacı, politikacı kesimi) atağa geçtiler; THK’nu yıpratmak, onu iş yapamaz hale getirmek için münafıklık yapmaya başlarlar:
“Türk Hava Kurumu’na fitre ve zekât vermeyin, bağışta bulunmayın. Buraya hayır yapılmaz. Verdiğiniz fitre ve zekâtlar kabul olmaz. Çünkü Türk Hava Kurumu’nu yöneten general ve subaylar içki içerler, ahlaksızlık yaparlar… Zaten ordu din düşmanı!” gibi laflar ettiler.
“Dinciler” bu kara propagandayı, bu TSK ve Cumhuriyet düşmanlığını 2002’ye kadar çok yaptırdılar ve yaptılar. THK’nu zayıflatmaya, general ve subaylarımızı aşağılamaya başladılar.
Bu şeytanlık 2002’ye kadar açıkça, 2002’den sonra kapalı ve ustalıklı bir biçimde yapıldı. Türkiye’deki “dinci/münafık/şeytan” güruhun TSK düşmanlığı, Türk ordusunun çağdaş, milli, laik, Atatürkçü yapısından, T.C.’nin bekçisi olmasından ileri geliyordu.
Bugün dünyanın baş belası olan Amerikan emperyalizmi Türkiye’yi bütünüyle kendi kontrolüne almak ve sömürmek için “Türkiyeli dinciler”i keşfetti. Bu dinciler sömürgecilerle iş birliği yaptılar, sömürgecilerin gücünden de yararlanarak onlarla iş birliği yaptılar; onlardan görev aldılar, onlara yazılı taahhütte bulundular.
Sonra Ergenekon-Balyoz tertipleri uygulandı. Atatürkçü kahraman subaylarımız, bilim adamlarımız, ilkeli politikacımız ezildi. Bu süreçte TSK’nin yapısında büyük değişiklikler yapıldı. Gerektiğinde yangın söndüren ordu nitelik ve niceliğini kaybetti.
Şimdi soralım: Bugünkü cehennem yangınlarının söndürülmesinde TSK hangi oranda insan ve teknoloji gücüne sahip? TSK bu güce sahipse (ki sahip olduğunu sanıyorum) neden; “Haydi göreve” denmiyor?
Burada size bir şeyi daha hatırlatıyorum: Gayr-i milli ve hatta milliyet düşmanı dinci zihniyet, politikacılarından hoca ve “ehli tarik” kesimlerine varınca kadar hepsi, bir taraftan THK’na olan ilgi ve desteğimizi kesmeye çalışırlarken bir taraftan da alternatif kurum ve dernekler yarattılar.
Örneğin Deniz Feneri Derneği. Ben Deniz Feneri Derneği’nin bugününe bir şey demem. Ama hatırlayın, bu dernek kurulduğunda ilk işi “Fitre-Sadaka toplamak” oldu. O zamanlar bize dendi ki:
“Burası hayır kurumu. Bunlar ihlaslı. Bura giden para boşa gitmez…”
Bu kez fitre, zekât ve sadakalarımız bu derneğe akmaya, THK’nun geliri azalmaya başladı. Dernek Almanya gibi ülkelerde şubeler açtı. Bir süre sonra Dernek’ten cehennem kıvılcımları sıçramaya başladı.
Sonra ortaya çıktı ki, fitre-zekât paraları çalınmış, paranın bir bölümü ile “dindar” bir adamın oğluna “bir gemi” alınmış, “kıyametin fitili” tutuşturulmuş, “cehennem” bize “cennet” diye pazarlanmış.
Şunu diyorum: Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra “Cennet vatanımız” Türkiye 1940, 1950’lerden sonra “Cehennem yurdu” olmaya başladı.
Üç-beş satırlık bir girişten sonra günümüz Türkiye’sinin alevli “cehennem ateşlerini” yazayım demiştim. Bunu başaramadım, giriş uzadı gitti. Gelecek yazımda bu alevler üzerinde duracağım.
Not: Türk Hava Kurumu’nun kuruluşu ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yaptığı katkılar için İsmail Yavuz’un “Mustafa Kemal’in Uçakları” kitabında (İş Bankası Yy) güzel bilgiler var.