Bu kaynak, Yusuf Dülger’in “Osmanlıcılık ve Medrese Kafası” başlıklı yazısından alıntılar sunmaktadır ve temel olarak, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal kimliğinin ve eğitim sisteminin, Osmanlıcılık ve medrese kültürü gibi unsurlar aracılığıyla içeriden bir tehdit altında olduğunu savunmaktadır. Yazar, okullarda Türk kimliğinin baskılandığını ve Arapça gramer gibi gereksiz konuların üniversite öğrencilerine dayatıldığını öne sürerek, bu durumu ülkenin millî kültür değerlerini çiğneyen ve bilinç kaybına yol açan “silahsız bir iç işgal” olarak nitelendirir. Metin, İsmail Müştak’ın 1934’teki dil konusundaki görüşlerine yer vererek yabancı kelimelerin bozucu etkisini vurgular ve bazı akademisyenlerin medrese sistemini yeniden canlandırma çabalarını eleştirir. Ayrıca, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk’ün, askerlikten kaçmak için medreselere sığınan sahte öğrencileri ve hocaları sertçe eleştirdiğini anlatan tarihsel bir anekdot da sunulmaktadır.
Asırlardır kimliği baskılanan halkımız 80 yıllık bir uyanış döneminden sonra kimliksizlerin tuzağına düşmeye, medrese kültürü ile bilincini kaybetmeye başladı. Okullarımızda çocuklarımıza: “Türküm” bile dedirtmiyorlar. Bazı bay-bayan ailelerle dolma tüfek takımları hep birlikte millî kültür değerlerimizi çiğniyor, Osmanlı’yı yıkan medreselerin propagandasını yapıyorlar. Yine işgali yaşıyoruz, dünkü işgalciler dışarıdan ve silahlıydılar, bugünküler içeriden ve silahsızlar. Ad ve meslekleri değişik.
İsmail Müştak adındaki bir yazarımız 1934’te kaleme aldığı bir yazısında:
“Öz Türkçe yazarken, melez Osmanlıca konuşmak, yabancı sözlerden devşirilmiş askerlerle ulusal bir savaşa girmeye benzer. Her yabancı söz, bozguncu elemandır” diye yazmış.
Günümüzün birçok okul, cadde, park, vakıf, dernek adları “dahili düşmanlarla sokak savaşları” yaptığımızı gösteriyor. Siyasi güç sahiplerinin dernek, vakıf ve yurt gibi uzantıları Osmanlı’nın ders kitaplarını bırakın Kuran kursu, imam hatip ve ilahiyat fakültelerinde; iktisat, tarih, … okuyan üniversite öğrencilerine dayatıyorlar. Gençler, kendilerine hiç lazım olmayacak Arap gramerini okumak zorunda kalıyorlar.
Son yıllarda, Türkiye’nin her kademedeki okullarında bazı kişi ve oluşumlar bugünkü eğitim sistemimize mesafeli dururlarken, uygarlık ve milliyet karşıtı eski eğitim kurumlarına yöneliyorlar. Konya Necmeddin Erbakan Üniversitesi’nde görevli akademik unvana sahip bir tarihçi: “Nutuk Gerçek mi Kurgu mu” diye kitap yazıyor, Nutuk üzerinde kuşku yaratmak istiyor. Konya Karatay Üniversitesi’nde görevli Prof. Caner Arabacı, Konya Medreseleri hakkında yazdığı kitabını şöyle bitiriyor:
“Eğitimin; dev cesameti (büyüklüğü) ile devletin belini büktüğü günümüzde; halk katkısını sağlamak açısından medreselerin yeniden incelenmesi faydalı olacaktır. Toplum (un) destek ve yardımını almadan eğitim meselesini çözmemiz mümkün görünmemektedir. Bu durumda ise, halkla bütünleşme yolları; tarihi köklere gidilerek aranıp bulunmalıdır. Zira toplumundan güç almayan hiçbir hareketin başarılı olamayacağı gibi; eğitim hamlelerinin de halk desteğini ardına almadan başarılı olması mümkün değildir.”[1]
Arabacı: “Eğitimin yükü ağır. Medreseler kökümüz. Medreseleri halk beslerdi. Medreseleri açarak halkın desteğini alalım, devlet bu yükten kurtulsun” demek istiyor. Eğitime yapılan yatırım yük olamaz. En iyi yatırım eğitime yapılandır. Eğitime yapılan doğru yatırım gider değil gelirdir. Eğitime yapılan yatırım belimizi bükmez, doğrultur.
Kurtuluş Savaşı sürerken Mustafa Kemal 1 Nisan 1922 günü, yanında Rusya’nın Ankara Elcisi Aralov’la birlikte Konya’ya gelir. Bir medreseyi birlikte ziyaret ederlerken hocalardan biri, “medreselerin artırılmasını, öğrencilerinin askere alınmamasını” ister. Mustafa Kemal hiddetlenir: “Ne o, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada, genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz” der.[2]
Türkiye işgal edildiğinde çok sayıda medrese ve hoca, on binlerce medrese öğrencisi vardı. Bu gençler askerlikten kaçmak, işgalcilerle savaşmamak için “sahte öğrenci” olarak medreselere sığınmışlardı. Hocaları da zaten çoktandır: “Alimler savaşa, askere gitmez” diyerek halkın sırtından geçiniyorlardı. Hz. Muhammed’in, kendi zamanında yapılan tüm savaşlara katıldığını düşünürsek bunların cahil ve çıkarcı oldukları anlaşılır.
İngiliz ve İtalyan askerleri Konya’da devlet dairelerini tuttular, evlere girdiler, kadın ve çocuklarımıza hakaret ettiler, gazeteleri kapattılar. İşgaller yaşanırken silah, cephane, teknisyen, şimendiferimiz yoktu, yetersizdi.
Medreselerin egemen olduğu yıllarda kızlarımız hiç okutulmuyordu. Erkek çocuklarımıza, “günah olur” diye resim, müzik, tiyatro eğitim ve öğretimi verilmiyordu. Aynı kafa bugün tekrar imal edildi, millî eğitimimiz baltalanıyor, hileli medrese eğitimi yapılıyor. Gittiğim bir düğünde Arap harfleriyle yazılmış Osmanlıca, Latin harfleriyle yazılmış İngilizce çelenkler gördüm, fotoğraflarını çektim. Oradaki insanlara: Şunlarda ne yazıyor diye sordum, bilen çıkmadı. İnsan Arapça, İngilizce veya bir başka yabancı dili dünyayı tanımak için öğrenir, öğrenmelidir. Ama insan yabancı dilleri düğünlerimize kadar taşıyarak, kimlik ve bilinç kaybına uğramamalıdır. Yazımın sonuna İngiliz ve Yunan askerlerinin Konya’da çekilmiş iki fotoğrafı ile Arapçı ve Osmanlıcıların iki çelengini (bir karede) ekliyorum. Değerlendirmesini siz yapın.

[1] Caner Arabacı, Osmanlı Dönemi Konya Medreseleri s. 619. Konya Ticaret Odası Yayını, Konya 1998
[2] Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları-1, S. İ. Aralov, (Çeviren Hasan Ali Ediz) s. 128. Cumhuriyet Gazetesi Yayını, Ankara 1997