Yusuf Dülger’in “Millî Eğitim Nedir” başlıklı yazısından alıntılar içeren metin, Türk dilinin ve kimliğinin tarihsel önemine odaklanmaktadır. Metin, Türklerin yazıyı icat eden ilk uluslardan olduğunu ve Orhun-Yenisey alfabesinin Arap alfabesine göre daha zengin ve kolay olduğunu ileri sürerken, Uygurların matbaa tekniğini bildiğini belirtir. Ayrıca, Türklerin milli eğitim ve kültüre sahip olduğuna vurgu yaparak, özellikle Karahanlılar döneminden itibaren Arap alfabesine geçiş ve Arap kültürünün baskısının milli kimlikte yarattığı acıları anlatır. Son olarak, metin, Atatürk’ün milli his ve dil arasındaki güçlü bağa dair sözlerine atıfta bulunarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancı kökenli yöneticiler nedeniyle milli kimliğini ve gücünü kaybettiği tezini destekler.
(MİLLÎ KİMLİĞİMİZİN ACILARI)
Yazıyı Türkler bulmuştur. Sümerler tarafından Dicle-Fırat havzasına getirilin yazı sonra dünyaya yayılmıştır. Türklerin Orhon-Yenisey yazısı 38 işaretten ibarettir. Yusuf Has Hacip Kutatgu Bilik kitabını Türk alfabesiyle yazmıştır.[1]
Eski Türkler, millî bir eğitim öğretime sahiptiler. Örneğin Gök Türklerin (552-745) bir yazı (alfabe) sistemi vardı. Uygurlar (745-970) Orhun yazıtlarında görülen bu alfabeyi geliştirdiler. Karahanlılar (932-1212) Müslüman olduktan bir süre sonra kendi yazılarını bıraktılar, daha zor olan Arap alfabesini kullanmaya başladılar.
Arap alfabesi, ünsüz bir yazı düzenidir. Arapçadaki ünlüler düzeninde yalnız a, i, u bulunur. Bu üç ünlü harfe karşı Türkçede; a, o, u, ı, e, ö, ü, i gibi sekiz ünlü harf bulunur.” Bu yüzden Türk alfabesi Arap alfabesinden daha zengin ve kolaydır. [2]
Araştırmalar, alfabe tekniğini ilk bulan ve uygulayan ulusun Türkler olduğunu gösteriyor. Uygurlar kitap basma tekniğini de biliyorlardı. Araştırmalar sert tahtadan yapılmış-Uygur dilli-çok sayıda harf sistemini ortaya çıkarmıştır. Uygur yazısı Moğollar, Timurlular ve Altınordu devletleri tarafından kullanılmıştır.
Ak Hunların, Gök Türklerin yazısı vardı. Hazar ve Avrupa Avar Hakanlığında Türk yazısı kullanılmıştır. 4. asırda Avrupa’ya gelen Hunlar yanlarında yazılarını da getirdiler. 1970’te Isık Gölü civarındaki bir mezardan, Orhun alfabesi ile yazılmış iki satırlık kitabe (M.Ö. 5-4. yüzyıllara ait) çıkarılmıştır. Tanrı Dağları’nda (Kurdav mevkiinde, MÖ 2. yüzyıla ait) Türk yazısı ile yazılmış bir kitabe bulunmuştur.” [3]
Türkler eski çağlardan beri kalabalık bir okur yazar oranına sahiptiler. Tıp, tarım ve hayvancılıkta çok ileri gitmişler, devlet işleri ve savaşlarda kadınlara da yer vermişler, dini vb. hiçbir kesime ayrıcalık tanımamışlardır.[4]
Tarihin en eski ve en uygar uluslarından birisi Türklerdir. Türkler bunu millî bilinç ve kimlikle sağladılar. Millî kimliğin zamanla kaybı Türklere büyük acılar çektirmiş, yöneticiler bu acıların tekrarlanmaması için dikili taşlara öğütler yazdırtmıştır. O öğütler bugün Orhun yahut Gök Türk Yazıtları adıyla Moğolistan’da bulunuyor.
Orhun yazıtlarında Çinlilerin Türkleri yurtsuz ve devletsiz bıraktığı, erkekleri esir kadınları cariye yaptıkları anlatılır. Bu acılara iç çekişmeler, disiplinsizlik, töreden uzaklaşma gibi huyların sebep olduğu belirtilir.[5]
Eski Türkler hareketli yapıları, millî kültür ve dilleriyle ilerlerken, Hint’ten gelen “uysal ve uslu” Buda dini Türk kültürü ve Türk dili için bir sakınca, korku doğurmaya başlayınca Türk büyükleri, “bu din bize uymaz, bizi uyuşturur” diyerek Buda dinine karşı sert tepkiler gösterdiler. Bu yüzden Budizm Türklüğe zarar veremedi. Ancak “Batı’dan gelen Arap saldırıları ezici ve öldürücü oldu”, Türklerin tapınakları yıkıldı, bilginleri öldürüldü, kitapları yakıldı. İslam’a büyük hizmetler yapan Ofşin, Türkçe bir kitap okuduğu için ölüm cezasına çarptırıldı. “Herkes Arap gibi konuşmaya, Arap gibi düşünmeye zorlandı, Türk dili karışmaya, bozulmaya başladı.” Birçok Türk hükümetlerinde bilgi dili Arapça, hükümet dili Farsça idi. Bu talihsiz gidiş millî dil ve kültürü bozulmamış Türk yöneticilerini isyan ettirdi. Karamanoğlu Mehmet Bey Farsçayı yasakladı, Türkçeye dönüşü başlattı. Ali Şir Nevai Türkçenin Farsçadan yüksek ve geniş olduğunu göstermek için Muhâkemetü’l-Lügateyn kitabını yazdı. Türkçe uzun zaman unutuldu. Osmanoğulları da Türkçeye değer vermedi. [6]
Mustafa Kemal Atatürk, “millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî olması, millî hissin inkişafında (gelişmesinde) başlıca müessirdir” diyor. Türkler başkalarının diline yöneldikçe millî duygu ve güçlerini kaybettiler. Yavuz Sultan Selim’e kadar dil, kültür ve yöneticileriyle millîliğini korumuş olan Osmanlı Devleti, Yavuz’dan itibaren çökmeye başladı. O dönemlerde bizim çöküşümüzü, büyük acılar çekişimizi tetikleyen etkenlerden birisi de devşirme, köle, cariye, göçmen vs. olarak içimize giren gayri millî kişi ve yöneticilerin, “milliyet içgüdüsü” ile attığı adımlardır.
Babası Türk anası yabancı olan veziriazam, vezir, beylerbeyi, kaptan gibi yabancılar dil ve kültürümüzü yozlaştırdılar, millî kahramanlarımızı idam ettirdiler. Millî his ve terbiyeden yoksun padişahlar oyuna geldiler. Anaları yabancı olan padişah çocuklarına padişahlık yolu açılırken, anaları Türk padişah olan masum çocukları “devlet-i ebet müddet” gerekçesiyle boğularak öldürüldüler.
Fatih’ten I. Ahmet’e kadarki 150 yıllık dönemde 37 Sadrazam (Başbakan) görev yapmıştır. Bunların sadece 4’ü Türk, 133’ü devşirmedir. [7]
Ulusları biz yaratmadık. Irkçılık yapma, başka ulusları küçümseme, yok etme gibi bir düşüncemiz yok ve olmaz. Ancak yaratılışımıza saygısızlık ederek kendi kimliğimizi eritmek, başkalarının hayranı, kulu, kölesi, ırgatı olmak da olmaz, olamaz!
Devamı var
[1] Tarih, Komisyon C. 1, s. 41. Kaynak Yayınevi İstanbul, 2016
[2] M. Şakir Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi s. 15-16
[3] İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü s. 303, 315. Boğaziçi Yayını, İstanbul 1984
[4] İbrahim Kafesoğlu, a.g.e. s, 229, 257-58, 325
[5] Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, s. 21, 24-25. Boğaziçi Yayını, İstanbul 1978
[6] Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügat-it Türk Ter. Besim Atalay, C. 1, s. XXXIV-XXXV. Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara 1992
[7] Ali Kemal Meram, Türkçülük ve Türkçülük Mücadeleleri Tarihi, s. 53-54. Kültür Kitabevi Yayını, İstanbul 1969