Yusuf Dülger
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Diyanet ve İlahiyatlarda Mikrop Var

Diyanet ve İlahiyatlarda Mikrop Var

0
Paylaş

Bu makale, Diyanet ve İlahiyat fakülteleri gibi kurumların, toplumu geri bırakan zararlı düşünceleri (“mikrop/zehir”) yaydığını iddia eden eleştirel bir değerlendirmedir. Yazar, bu kurumların bilimsellikten ve Cumhuriyet’in kurucu değerlerinden uzaklaşarak, israfa yöneldiğini ve tarikat/cemaat liderlerinin sapkın söylemlerine karşı sessiz kaldığını öne sürmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’nin bu “düşünsel zehirlenmeden” kurtulmak için aklı kullanan, milli değerlere bağlı ve sağlıklı düşünen din adamlarına ve hocalara ihtiyacı olduğu belirtilmektedir.

 

Bedenimize girip hastalık yapan küçük canlılara mikrop, acı veren kimyasal maddelere zehir denir. Birçok bedende mikrop bulunur. Beden güçlü, mikrop azsa sıkıntı olmaz, beden zayıf, mikrop çoksa hastalanır, hatta ölürüz.

Toplum, kurum ve devletlerde de mikrop ve zehir olur. Bundan kasıt, kişi, toplum, kurum ve devlete zarar veren düşünce ve kültürlerdir. Yani bir düşünce, bulunduğu toplum ve devleti geri bırakıyorsa mikropludur, zehirdir. Diyanet İşleri Başkanlığını, lâhiyat fakültelerini, bazı dini oluşumları bu açıdan değerlendirirsek, inanış, düşünüş ve yaşayışları yönüyle, bayağı mikroplu, zehirli olduklarını görürüz.

***

Egedeki Yunan işgaline karşı ilk direnişe geçen kişi Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi idi. Cumhuriyet’imizin ilk Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi kefen parasını Millî Mücadelemizin öncülerine veren kişiydi. O yılların Diyanet İşleri Başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki hutbelerinde İslam’ın sağlık, tarım, orman, ziraat, çalışma gibi konulara verdiği önemi anlatarak hayatımıza katkı sağlıyordu. Sivaslı Ali Kemali Hoca Konya’da Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına destek verirken şehit olmuştu. Bu insanlar biliyorlardı ki bağımsızlık, millî egemenlik, millî birlik ve bütünlük olmadan millet olunmaz, devlet yaşamaz! Biz böylesi kişilerin mikropsuz/sağlıklı düşünce ve katkılarıyla T.C. Devleti’ni kurduk, bugünlere geldik.

Peki, günümüzdekiler nasıl? Örneğin Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “1920’lerde Kuran çakıllara gömüldü” diyerek koltuğuna oturdu, “Türk-Yunan Savaşı’nı keşke Yunanlılar kazansaydı” diyen, Atatürk ve ailesine iftiralar atan bir meczubun cenazesine katıldı, Ayasofya Camii’nde, -imalı olarak-Atatürk’e lanet okudu. Bu Diyanet bugüne kadar hep; Diyanet, cami, Kuran kursları için para toplattı ama bir bilim ve üretim merkezinin kurulması için hiç uğraşmadı, halkı buna özendirmedi. Bu Diyanet görkemli başkanlık ve müftülük binaları yaptırdı, konforlu makam odaları döşetti ama kamuyu hiç hatırlamadı, T.C. ile kucaklaşmadı.  

Diyanet’in başkan ve hocaları deprem, yangın, sel, kuraklık, gibi doğal afetlere karşı halkı bilgilendireceği, felâketlerin sebep-sonuç ilişkisini anlatacağı, bizi bilimin verilerine göre hareket etmeye çağıracağı yerde; “yağmur yağsın, yangın sönsünduaları yaptırdı. O dualar kabul oldu mu? Olmadı çünkü, eşyanın tabiatına aykırıydılar. Hz. Muhammed boşuna mı: “Önce işini sağlam yap, sonra tevekkül et” dedi?

Diyanet kul hakkı yemenin, israf etmenin haram olduğunu söylüyor ama bunları kendisi yapıyor. Ali Erbaş’ın berber, ütücü ve yemekçilerini Arabistan’a götürüp giderlerini sırtımıza yüklemesi kul hakkıdır (haram), israftır. Allah “Yapmadığınız şeyi niye söylüyorsunuz, bunun Allah katında vebali büyütür” (Saff Suresi: 2) der. Yani bugünkü Diyanet’te mikrop ve zehir var.

***

İmam-Hatip Lisesi mezunu AKP’li bir Milletvekili Recep Erdoğan için: “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde topluyor” dedi. Birisi Erdoğan’ın yüzüne bakarak: “Hoş geldiniz ey Allah’ın elçisi” diye haykırdı. Erdoğan, kendini Allah ile eş tutan o milletvekiline hiç ses çıkarmadı, kendini Peygamber yapan kişiye tebessüm etti, elini göğsüne koyarak adamı onayladı. Bu vahim sözler karşısında Diyanet ve hocaların hepsi sustu; hiç birisi: “Erdoğan’da Allah’ın özellikleri yok. Erdoğan ölücü, Erdoğan elçi değil, elçilik (peygamberlik) Hz. Muhammed ile son buldu, sapıtmayın” demedi.

***

3-4 yıl önce Konya Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi’nden emekli bir hoca, “Yeni doğan oğlan çocukları için 2, kız çocukları için 1 kurban kesmek sünnettir. Peygamber böyle diyor” demiş, tartışmıştık. Bu cahiliye kafasını hiç unutmam.

Bu yıl İstanbul İlahiyat Fakültesi hazırlık sınıfında okuyan bir gençle sohbet ettim. Sorularıma aldığım cevapların bazısı şöyle: “Hocaların çoğu Mısırlı, Suriyeli, Dr. yahut Okutman. Bazısı Türkçeyi tam bilmediği için sorularımızı Google’a yaptırdığı çeviri ile yanıtlıyor. Mısırlıyı gördükçe selam veriyor, maşallah kardeşiz diyorum, çok seviniyor. Osmanlı medreselerinin sarf, nahiv kitaplarını okuruz. Suriyeli hoca, sizin ilahiyatlarda mantık, felsefe dersleri var. Bu dersler yararsız. Bu derslerin ilahiyatlarda ne işi var…”

Şu duruma bakın, ilahiyatlarımızdaki dersleri okutacak hocalarımız yok mu ki Mısır ve Suriye’den okutman getiriyoruz? Onlar da ilahiyat fakültelerini medreseye dönüştürüyorlar, gençlerimize mantık, felsefe (akıl, düşünce) karşıtlığını aşılıyorlar. Demek ilahiyat fakültelerinde de düşünsel ve kültürel mikroplar, zehirler var.

***

Diyanet ve ilahiyatlarda zehirlenmeler olur da diğer yerlerde olmaz mı? Olur. Örneğin tarikat ve cemaatlerin şeyhleri kendilerini Allah ile müritleri arasına koyuyor, tevhit inancını bozuyor, cahillerin emeğini sömürüyor, devleti yönetmeye kalkıyorlar. Halil Kundakçı denen bir görevli: “Allah cennette Meryem’i Efendimize (Peygamber’e) nikâhlayacak…” diyor. Cübbeli Ahmet: “Peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılıyorlar, her sene hacca gidiyorlar, eşleriyle cima ediyorlar” gibi iddialarla zırvalıyor.

Kutsal kitaplara göre Meryem hiçbir erkekle birleşmeden İsa Peygamber’i doğurmuş. Konakçı: “Meryem bu dünyada eş sefası yaşamadığı için Allah onu öbür dünyada peygamber ile onurlandıracak” mı demek istiyor? Biz de kendisine soralım: Muhammed-Meryem çiftinin nikâhını Allah mı kıyacak, sen nikâh şahidi olur musun?

Allah Peygamber’in de bir insan olduğunu, herkes gibi O’nun da öleceğini belirtir. Ölenler mezara konur. Ölülerin bedensel ve duygusal özellikleri biter. Mezardakilere ibadet yoktur. Durum bu iken Cübbeli niçin bunları söylüyor? Kuran’ı esas almadığı, akıl ve kültürüne mikrop karıştığı için. Cübbeli’ye soralım: Peygamberler eşlerine doymadan mı öldüler ki mezarda bile cinsel hayat yaşıyorlar? Kundakçı ve Cübbeli gibilerinin cinsel hayatı mezar ve cennete kadar taşımaları insanlık ve İslam adına utanç vericidir. Burada aklıma yine mikroplu Diyanet geldi. Diyanet görevini yapsa, Kundakçı ve Cübbelilere gün doğmaz.

***

Öğrendiğime göre: Konya’nın merkezindeki bazı İmam Hatip Okullarının yöneticileri, “Hatip-Hoca” kılıklı formasyonsuzları okullarımıza getirtip ideolojik konuşmalar yaptırıyorlar. Konya’nın bazı ev ve mahallelerinde Suriye uyruklu bayanlar çocuklarımızaArapça öğretiyor”, dilimiz ve kültürümüzü mikrop ve zehirler sarıyor.

Sonuç olarak:

Bize Ahmet Hulusi, Rifat Börekçi, Ahmet Hamdi Akseki gibi sağlıklı düşünen, Cumhuriyet’imize destek veren müftü ve Diyanet İşleri Başkanları lazım; bize, düşünce ve midesi kirli müftü ve Diyanet İşleri Başkanları lazım değil.

Bize aklını kullanan, felsefe yapan, Türkçemizi konuşan, Cumhuriyet’imizin tüm kazanımlarını savunan üniversite hocaları lazım; bize, Selefi-Arapçı hocalar lazım değil.

Bize çalışmayı ve zenginliği özendiren, ayağı yere basan hocalar lazım; bize, kız ve kadınları aşağılayan, kabirleri ve cenneti yatak odası yapan, tüketen, devlet ve milletimizin temellerini söken mollalar lazım değil. 

Biz Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi bilgelerin irşat ve örnekliğiyle güçleniriz, mutlu oluruz. Milletimizin alın teriyle yaşayanlar, kendini ilahlaştıranlar, melek yüzlü şeytanlar bizi mutsuz ederler. Bu yüzden biz kendimiz olacağız. Bugün bu çizgide değiliz.  Bu yüzden kuşatmadayız. Kuşatmayı yarmak, ölmemek, ayakta kalmak için söyleyecek sözlerimiz, atacak adımlarımız olacak. Uyku, ilgisizlik ve duyarsızlığımız böyle sürerse; zalimlerin sürüsü, meczupların müridi, yaşayan ölüler oluruz.

Yaşamanın da ölmenin de onurlusu olur. Onursuz yaşayacak kadar bunak değiliz. Kalbimiz durmadı, çarpıyor. Bizi bunaklaştıran, bize mikrop aşılayan, bizi zehirleyen kim/kimler varsa, bunlar hangi makamda otururlarsa otursunlar, hangi kisveye bürünürlerse bürünsünler, hiç birisini dinlemeyeceğiz, doğru olanları yapacağız.

Herhangi bir kişi yahut kurumu hedef almıyorum. Herkesi suçlamıyorum, sözünü ettiğim yerlerde kuşkusuz iyi insanlar da var. Kaos yaratacak değiliz. Üzerimizdeki ölü toprağını atalım yeter.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!