“Devlet ve Kuzgun” başlıklı bu makale, Türk milletinin varlığı için devletin hayati, kurucu ve kutsal rolünü merkeze alarak, devlet otoritesinin yokluğunda ortaya çıkacak karmaşaya (“kuzgun leşe”) karşı uyarılarda bulunmaktadır. Yazar, milli kimliğin ve yurt güvenliğinin ancak güçlü bir devlet gücüyle korunabileceğini, adalet, bilim ve uygarlık gibi değerlerin de devletin gücüyle elde edilebileceğini öne sürerken, mevcut yönetim kadrosundaki dürüstlük ve tutarlılık eksikliğini eleştirir. Metin, Türkiye’nin bağımsızlığını Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Milli Mücadele ile kazandığını vurgulayarak, yakın tarihte öne sürülen bazı esaret iddialarını ve nankörlükleri sertçe reddetmektedir. Son olarak, Öcalan’ın ayrılıkçı tehditlerinin devam ettiğini belirterek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ülkenin birlik ve bütünlüğünü koruma görevini üstlenmesi ve tehlike karşısında sessiz kalmaması gerektiği mesajını güçlü bir şekilde ifade eder.
Küçüklüğümde büyüklerimiz kötü bir sosyal olaydan sonra: “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” derlerdi. O yıllarda köyümüzden bir kadın Bozkır Pazarı’ndan dönerken yolda tipiye tutulmuş, donup ölmüş, kuzgunlar (kargalar) kadının ayaklarını yemişti.
Devleti millet kurar, milletsiz devlet yaşamaz. Bir milletin yaşayabilmesi için millî kimliğini koruması gerekir. Millî kimlik ve yurt devletin gücüyle korunur.
Adalet ve toplum düzenini devlet sağlar. Eğitim, bilim, özgürlük, uygarlık gibi değerler devlet gücüyle elde edilir. Devletten vazgeçilmez, devlet kutsaldır. Bu yüzden Dede Korkut: “Baba malından ne fayda, başta devlet olmazsa” diyor.
Güçlü ve çağdaş bir devletin yöneticileri dürüst, özgür yapılı, tutarlı, içi dışı bir, öngörülü ve tutarlı olmalılar. Görev verdiklerimizin çoğu böyle değil. İçimizde bir de millî kimlik ve millî devlet karşıtları, kalıpsız bürokratlar, yandaş gazeteciler, slogan milliyetçileri var. Bunlara kanarsak sürüleşiriz, acılarımız artar.

Bir örnek vereyim.
“Müslüman-Türkçü” edasıyla ortaya çıkan bir şaklaban yayınladığı bir videoda: “Biz II. Mahmut’tan 16 Temmuz 2016’ya kadar Amerika, İsrail ve İngiltere’nin esiriydik. Türkiye’yi başkaları yönetiyordu. 1998’den sonra ayağa kalktık. Devlet aklı değişti. 2009’dan sonra NATO’dan çıktık. Bunları Bahçeli ve Erdoğan yaptı” diyor.
Karartma ve nankörlüğün bundan daha büyüğü olamaz. Biz II. Mahmut’la uygarlığa açıldık. Takip eden yıllarda insani haklarımızı kazandık. Yurdumuz I. Dünya Savaşı’nda işgal edilmiş, esir alınmıştık. Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülük ettiği onurlu bir Millî Mücadele ile bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk, hürriyetimizi kazandık, “Osmanlıcılık, ümmetçilik” yüzünden kaybettiğimiz kimliğimizi kazandık.
Öcalan’ın hayranları, “Öcalan devletle milleti birleştiriyor” diye propaganda yapıyor. Yalan. Öcalan daha bu yıl (2 Şubat 2025 günü): “Türkiye’ye söylüyorum, bu yıl Türkiye’nin parçalanma yılıdır. Eğer çözüm getirilmezse (dediğim yapılmazsa) Türkiye sorun yaşar” diyerek değişmediğini gösterdi. Gerçek bu iken ad ve sıfatı büyük, düşünce ve davranışları küçük olan bir azınlık, bizi PKK’ya yem etmeye kalkıyor. Katilin teyze oğulları hiddetleniyor, dününü inkâr ediyor. Etsin, olsun, keder yok. Birileri ebedileşmek için renkten renge giriyor, faşizmi davet ediyor. Korkmak yok!
Biz bu ülkenin insanları, bu devletin yurttaşlarıyız. Bizim de söz hakkımız, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünü koruma görevimiz var. Susmayacağız. Çünkü susanlar yokluğun öznesi olurlar. Susarsak kuzgunlar başımıza üşüşür, daha ölmeden el, kulak, dil ve beyinlerimizi yemeye başlarlar.
Yazımı Louis’in şu nefis sözüyle bitiriyorum: “Devlet ben’im.”