Yusuf Dülger’in bu araştırması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında gerçekleştirilen kapsamlı eğitim ve dil reformlarına genel bir bakış sunmaktadır. Kaynak, Cumhuriyet öncesinde okuryazarlık oranının düşük olmasının nedenlerinden biri olarak Arap alfabesinin zorluğunu belirtmekte ve bu sorunu çözme girişimlerine dikkat çekmektedir. Metin, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Yeni Türk Alfabesi’nin kabul sürecini detaylandırmakta, bu reformun dindeki muhalefetle karşılaştığını ancak asıl amacın okuryazarlığı artırmak olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca, Türk tarihinin yeniden ele alınması, yabancı etkilerden arındırılması ve Türk dilinin sadeleştirilmesi gibi millî eğitim sistemini güçlendirmeyi amaçlayan bir dizi kanun ve kurumun (Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Türk Dil Kurumu) kurulması da açıklanmaktadır. Son olarak, metin, Atatürk’ün Türkçe’nin yabancı terimlerden arındırılması çabalarına geometrideki Türkçe karşılıkları örnek göstererek değinmektedir.
Osmanlı’nın yıkılış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında okur yazar oranımız yüzde 8-10 arasındaydı. Bu kesim saray, asker ve büyük şehirlerimizde yaşayanlar için geçerliydi. Halkın okur yazarlık oranı daha düşüktü. Arap alfabesinin zorluğu bu eksikliğin nedenlerinden biriydi.
Geçmişte bu sorunu çözmek için çıkış yolu arayanlar olmuş, bu kişiler alfabe üzerinde düzenlemeler yapma, yeni alfabe bulma gibi öneriler sunulmuşlar. Antepli Münif, Azerbaycanlı Mirza Fetali, Ahmet Cevdet Paşa, Şinasi, Ebuzziya Tevfik, Suavi, Şemseddin Sami, Ziya Gökalp, Enver Paşa, Rıza Tevfik gibi aydınlar bunlardandır.
Kurtuluş Savaşı sürerken, daha Cumhuriyet ilan edilmeden, konu ile Mustafa Kemal de ilgileniyor. İzmir İktisat Kongresi’ne katılan iki kardeş Arap harflerinin zorluğundan söz ediyor, yeni ve kolay bir alfabenin bulunması için kongre başkanı Kazım Karabekir’e önerge veriyor (21 Şubat 1923). Kazım Karabekir bu önergeyi gündeme bile aldırtmıyor. Sonraki yıllarda Latin harfleri ile yeni Türk alfabesinin kabulüne şiddetle karşı çıkanlar oldu Gerekçe: “Arap alfabesi İslamidir, yenisi günah olur.” Oysa olayın dinle ilgisi yoktu, amaç okur yazar olmaktı.
Konunun üzerine gidilince din hocaları ile onların etkilediği kesimler harekete geçtiler; “din elden gidiyor” demeye başladılar. Şeyhülislamı Mustafa Sabri bugünkü alfabenin kabul edilmemesi için Yunanistan’dan Türkiye’deki Müslümanlara çağrıda yaptı. İşkeçe’de yazdığı 1927 tarihli bir şiirinde: “Tövbe yarabbi Türklüğüme, beni Türk milletinden addetme” dedi.
Mustafa Kemal yıkılan Osmanlı’nın yerine kuracağı devletin “millî” olmasını planladı. Konuyla ilgili açıklamalar yaptı, yasaları çıkarttı. 8 Ağustos 1928 günü İstanbul Sarayburnu’nda: “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için Yeni Türk Harflerini kabul ediyoruz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bunu vatanperverlik, milliyetperverlik görevi biliniz. Milletin yüzde doksanı okuma yazma bilmiyorsa hata bizde değildir. Mazinin hatalarını kökünden temizlemek zorundayız” dedi, 28 Ağustos-20 Eylül 1928 tarihleri arasında, Tekirdağ’dan Kayseri’ye kadar birçok ili gezdi, bugünkü alfabemizi öğretti. 1 Ekim 1928’de yeni harflerle ilk “Türkçe Gazete” çıkarıldı. Bu gazete sonra “Türkçe İlk Çocuk Gazetesi” adını aldı.
3 Mart 1924’te Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarıldı. 1 Kasım 1928’de yeni Türk harfleri kabul edildi. 1 Ocak 1929’da Millet Mektepleri açıldı, okullardaki Arapça Farsça dersleri kaldırıldı, yerlerine Türkçe dersleri kondu. 15 Nisan 1931’de Türk Tarih Kurumu, 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Türk Dil Kurumu Türkçe’nin eski ve zengin bir dil oluşu ile ilgili çalışmalar yaptırdı. Türkçe sözcükleri derletti. Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Ali Şir Nevai’nin kitaplarını yayınladı. Tarih Encümeni Lise I, II, III Tarih kitaplarını hazırladı.
Kitabın önsözündeki şu tespitler çok önemli:
“Bin yıldan fazla süren İslamlık-Hıristiyanlık davalarının doğurduğu düşmanlık duygusuyla tutucu tarihçiler bu davalarda asırlarca İslamlığın öncülüğünü yapan Türklerin tarihini kan ve ateş maceralarından ibaret göstermeye çalıştılar. Türk ve İslam tarihçiler de Türklüğü ve Türk medeniyetini İslamlık ve İslam medeniyeti ile kaynaştırdılar; İslamlıktan önceki binlerce yıla ait devreleri unutturmayı Ümmetçilik siyasetinin icabı ve din gayreti vecibesi bildiler. Daha yakın zamanlarda, Osmanlı İmparatorluğu’na dahil bütün unsurlardan tek bir milliyet yaratmak hayalini güden Osmanlıcılık cereyanı da Türk adının anılmaması, Millî Tarihin yalnız ihmal değil, hatta yazılmış olduğu sayfalardan kazılıp silinmesi yolunda üçüncü bir etken halinde diğerlerine eklendi. Bütün bu olumsuz cereyanlar, tabiî olarak, mektep programları ve mektep kitapları üzerinde bile etkisini gösterdi ve Türklüğün, çadır, aşiret, at, silah ve savaş kavramlarıyla eşanlamlı tutulması geleneği mektep kitaplarımıza kadar girdi.”[1]
Mustafa Kemal 20 Mart 1923 günü Konya Türk Ocağı’nda toplanan gençlere uzun bir konuşma yapar. Millî eğitimin önemini anlattığı konuşmasında dedi ki: “Bahusus bizim milletimiz, milliyetinden tegafül edişinin (uzak duruş) çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dâhilindeki akvam-ı muhtelife hep millî akidelere sarılarak, milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir, tezlil (aşağılama) ettiler. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmamızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün efal (fiillerimiz) ve harekâtımızla gösterebilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır (avıdır).”[2] “Ülkenin yüksek geleceğini korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancıların boyunduruğundan kurtarmalıdır” dedi. Bu tespitler üzerinde uzun uzun düşünmek gerekiyor.
1926’da iktisadi kuruluşların Türkçe sözler kullanmalarını öngören yasa çıkarıldı, yabancı sokak adları değiştirildi. Askerlikte kullanılan mülazıma teğmen, miralaya albay, zabite subay, mebusa milletvekili dendi. Mustafa Kemal önceleri TBMM’ni açarken: “Büyük Millet Meclisi’nin muhterem azası” derdi. Dilde Türkçeleşme başladıktan sonra: “Büyük Millet Meclisi’nin Sayın Üyeleri” dedi.
Mustafa Kemal, ders kitaplarındaki yabancı terimler yerine Türkçelerinin kullanılmasını istedi. 1936-1937 yıllarında hazırladığı “Geometri Kılavuzu” çalışmasında, zâviyetanân-ı mütekabiletân-ı dâhiletân’a iç ters açı, müselles-i mütesaviyül adlâ’ya eşkenar üçgen dedi, Türkçe teorisini pratiğe döktü.
Eğitim, inanış ve yaşayışları bozuk olanlar çıkıp: “Milliyetçilik ırkçılıktır. Cumhuriyet bizi mazimizden kopardı. Türkçe ile ilim yapılmaz” diyorlar. Yalan söylüyorlar, gerçekçi değiller. Böyleleri kendilerini ağıra satmak, bizi milliyet fukarası yapmak için uğraşıyorlar. Dillerindeki: “İstikşâfi görüşme, muhterem hâzirûn, deruni, tecelligâh, kemal-i hürmet, mihmandar” gibi sözler, bunların Türk kadar Türkçeye de düşman olduklarını gösteriyor.
[1] Tarih, Komisyon I, C. I, s. XI. (Tarih I in 1932 tarihli ilk basımının önsözünden
[2] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri C. II, s. 146-147. Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1989