Ülkücülüğün Çerçevesi Üzerine;
Tarih dünya üzerinde milletlerin mücadelesine sahne olmuştur. Bu mücadelenin esas zemini savaş alanlarından ziyade çağımızda fikri alanda olmaktadır. Bu fikri mücadelenin birçok açılımı olmasına rağmen en önemlisi kültürel hâkimiyettir. Gustave Le Bon’un Kitleler Psikolojisi adlı eserindeki şu tespiti çok manidardır; “Medeniyet unsurlarını değiştirmeye mecbur olmaksızın inançlarını değiştirmek henüz hiçbir kavme nasip olmamıştır.” Günümüzde iletişim araçlarının bize sunduğu son ürünlerin üreticisi kim olursa olsun tamamına yakını batı kültürü etrafında şekillenmektedir. Keza şehirlerimizde onlarcası inşa edilen ve büyük kitleleri ağırlayan AVM, MALL adlı ‘kapalı çarşı’lardaki yaşam tarzı da aynı şekildedir. Yüzyıllar öncesinden ‘Kapalıçarşı’ kültürü olan bir milletin evlatları olarak güncelleyemediğimiz değerimizi ihraç etmek yerine ithal etmek durumunda kaldık. Fikri mücadele, insanların beyinlerine, düşünce tarzlarına ve alışkanlıklarına hâkim olmak esasına dayanır. Fikri mücadelede mağlup olmuş bir milletin topraklarında bağımsız gözükmesinin bir aldatmaca olduğunu, gerçek bağımsızlığın milli karaktere sahip olunup olunmadığında aranması gerektiği hakikatini kendimize temel almalıyız. Fertleri, milli idrakini kaybetmiş milletler başkalaşmaya başlar. Bu başkalaşım tabii karşılandığında millet ölüm döşeğindedir. Türk Milliyetçiliği, ölüm döşeğine yatırılmak istenen Türk Milletinin bir başkaldırısıdır.
Bu başkaldırının hayat bulabilmesi için Türk Milliyetçiliği fikri bilinci ile sanat icra etmek gerekir. Sanat, sadece estetik kaygılardan ibaret değildir aynı zamanda millete hizmetinde en güzel şeklidir. Millet, devamlı bir akıştır. Onun hayatını herhangi bir yerden kesip, evvelkini milletin hayatından silip çıkarmaya imkân yoktur. Büyük hareketler, kitlelere bir hayat nizamı ve kurumlar manzumesi vaat ederler, kurulu düzende düzeltmeler ve gelişmeler yapma iddiası taşırlar. Türk milletinin haysiyetli, kuvvetli ve müreffeh bir hayat yaşamasını arzulayan Ülkücü Hareket, hayatın her noktasına Türk’ün damgasını vurma iddiası taşıyor. Bu ise ancak “9 Işıkçı (Ülkücü) Sanat Hareketi” ile mümkün olacaktır. Çünkü “9 Işıkçı Sanat Hareketi; milletin değerlerini billurlaştırmayı ve bu yol ile ebedileştirmeyi esas alır.”(1) Bu hareket, aslında Ziya Gökalp’ın ‘Sanatta Türkçülük’ adıyla yön verdiği harekettir. Bu hareket, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali dolayısıyla Kadıköy Belediye Dairesi önündeki mitingde “Oğlum bana, "Ben neyim?" diye ilk sorduğu günü, ona semalardan haykıran bir melek gibi, "Büyük tarihli bir Türk’sün." diye hitap edeceğim. Bu nida, bu hayırlı ses, onun ruhunda ne fırtınalar hazırlar. Ninnisini söylerken, bugünleri yanık sesle ruhuna serpeceğim. Ona büyük Türk ırkının şarkılarını terennüm edeceğim. Kundağına mimarların yaptığı bu abideleri isleyeceğim. Masallarda, Fatihleri, Yavuzları anlatacağım. Mendilinde, kitabında, cüzdanında, fesinde hep İzmirler görecek.” diyen Münevver Saime hanımın yüreğinde yanan bağımsızlık ateşinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Bu hareket Gökalp’ten Atatürk’e, Atsız’dan Başbuğ’a ve nihayet her birimize devredilen milli bir ödevdir.
21. yüzyılda Türk Milletinin bekasını sağlamak için hayatın her safhasına Türk’ü işleyeceğiz, Türk’ce işleyeceğiz. “Bir inanç kitlelerin ruhuna kök salınca, onların müesseselerine, sanatlarına ve hareket tarzlarına ilham kaynağı olur. O zaman bu inancın ruhlar üzerindeki hâkimiyeti mutlaktır. Fiil ve icra adamları o inancı fiil safhasına koymayı, kanun yapıcıları onu tatbik etmeyi düşünür; Filozoflar, artistler, edipler onu muhtelif şekillerde izah ile meşgul olurlar.”(2) Bu nedenle Ülkücü Hareketin ruhuna işleyen inancı ve o inancın eseri milli değerlerimizi bütün müesseselere hâkim kılmalıyız. Binaların mimarisinde sokakların görünüşüne, sinemalardan çizgi filmlere, şarkılardan danslara kadar her alanı çağdaş teknikler kullanarak milli kültürle işlemeliyiz. Milletin dimağına etki yapabilmek için sanat ve edebiyatımızda yeni ufuklar kazandırmalıyız. Sanat eserleri, milli zevk ve güzellik anlayışı ile yoğrulmuş, Türklük ülküsünün çilesi ile işlenmiş olmalıdır. Nihat Sami Banarlı’nın Türk Milletinin edebiyatı ile ilgili yaptığı tanımlamayı Türk sanatı içinde söylemek çok yerindedir; Türk milletinin sanatı, Türk kahramanlığını, Türk’ün yasacılığını, Türk yurd ve medeniyet severliğini, Türk ağırbaşlılığını ve her safhadaki Türk adet ve geleneklerini, Türk zevklerini, Türk zekâsını, Türk hassaslığını velhasıl Türk benliğini mevzu olarak kullanan sanattır.
En nihayetinde; ‘9 Işıkçı Sanat Hareketi’nde Türk Sanatçısı da Türk gibi hissetmelidir.
(1) Sadık Kemal Tural, 9 Işıkçı Sanat Hareketi, Töre Dergisi Ağustos 1973-Sayı:27
(2) Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi
NOT: Yukarıda 1, 4,5. sayılarının kapaklarını gördüğünüz, benim de Ülkü Yolu Derneği Genel Merkezi adına Sahip ve Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yürüttüğüm, Ülkücü Hareketin 12 Eylül 1980 öncesi kültür, sanat ve edebiyat degisi Yani Divan’dır. (Feridun Yıldız)