Makale, Türkiye’nin en büyük sorununun sadece ekonomik değil, aynı zamanda derinleşen bir sosyolojik ve psikolojik kriz olduğu tezini ortaya koymaktadır. Yazar, ahlaki çürüme, çıkarcılık ve duyarsızlığın toplumsal yaşamın temelini tehdit ettiğini ve bunun en somut örneğinin Kanal İstanbul Projesi’ne gösterilen tepkisizlik olduğunu savunur. Metin, Kanal İstanbul’un yaratacağı üç ana tehlikeyi detaylandırır: Küçükçekmece ve Terkos Gölü gibi kritik su havzalarının ekolojik yıkımı, projenin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açarak Türkiye’nin jeopolitik dengesini zayıflatma riski ve tüm bu durumların bilimden uzaklaşan bir toplumun sonucu olduğu görüşünü vurgular. Sonuç olarak metin, bu meselenin bir “altyapı” sorunu değil, bir varlık ve medeniyet meselesi olduğunu belirterek, su kaynaklarının korunmasının medeniyetin teminatı olduğunu hatırlatır.
BİR ÜLKENİN DERİN KRİZİ: SOSYOLOJİK SAPMA
Türkiye’nin yaşadığı kriz sadece ekonomik değil.
Toplumsal çürüme, çıkarcılık, duyarsızlık ve ahlaki yozlaşma, ülkenin su havzalarından kültürel mirasına kadar her şeyi tehdit ediyor.
Bilimden uzaklaşan bir toplumun ne doğası kalır, ne de ahlakı.
Bugün Türkiye’nin yaşadığı kriz artık sadece bir ekonomi meselesi değil;
Bir sosyoloji ve psikoloji meselesidir.
Toplumda ahlaki çürüme, çıkarcılık, duyarsızlık artıyor.
Siyaset bu sorunları çözemiyor çünkü sorun politik değil; insani ve kültürel.
Halk tabanında da ahlaki sapma derinleşiyor.
Yazılı olmayan, sosyal yaşamın getirdiği ahlaki kuralların ihlal edilmesi giderek yaygınlaşıyor.
SOMUT GÖRÜNÜMLER
Bu sapma yalnız soyut bir kavram değil, gündelik hayatın içine işlemiş bir kültürel dönüşümdür.
Eğitim sisteminde bilgi değil, ezber ve çıkar odaklılık öne çıkıyor.
Medya, hakikati değil; reytingi kutsuyor.
Gençler arasında “emek vermeden kazanma” arzusu bir başarı modeli gibi sunuluyor.
Toplumda “ortak iyilik” yerine “kişisel kurtuluş” kültürü egemen hale geliyor.
Böyle bir ortamda doğaya, suya, emeğe, tarihe duyarsızlık da kaçınılmaz oluyor.
Bu yozlaşma olmasaydı, Kanal İstanbul Projesi ile ekolojik ve kültürel bir yıkımın eşiğinde duran Yedi Tepeli İstanbul için toplum, bugün bu kadar sessiz, duyarsız, tepkisiz kalmazdı.
Sonuçta, Türk toplumunun ruhundaki değerler yozlaşmıştır.
Ve bu, siyasetin ya da siyasetçilerin çözebileceği bir konu değildir.
Bu durum tamamen sosyolojik ve psikolojik bir meseledir.
Yalnızca bu bilimlerin rehberliğiyle çözülebilir.
Bilimden uzaklaşıldıkça, doğa da toplum da çözülür.
Ülkenin en derin çukuru artık su havzası değil, ahlak havzasıdır.

KANAL İSTANBUL: SU HAVZALARININ VE MEDENİYETİN SONU MU?
“Kanal İstanbul su havzaları üzerine değil mi!?”
Kesinlikle doğru.
Kanal İstanbul, İstanbul’un kritik su rezervlerini ve ekosistemini doğrudan tehdit eden en tehlikeli projelerden biridir.
Bilimsel veriler ve uzman raporları, bu projenin sadece çevreyi değil, yaşamı da tehdit ettiğini yıllardır söylüyor.
1️⃣ Hangi Su Havzaları Tehdit Altında?
Küçükçekmece Gölü Havzası: Denizle birleşince tamamen tuzlu suyla dolacak; içme suyu potansiyeli yok olacak.
Terkos (Durusu) Gölü Havzası: İstanbul’un %20’sine su sağlayan bu kaynak, tuzlu su sızıntısı ve kirlenme riskiyle karşı karşıya.
2️⃣ Somut Tehlikeler:
Yeraltı sularının tuzlanması
Su kalitesinin ağır metallerle bozulması
Tatlı su canlılarının, kuş göç yollarının ve biyolojik çeşitliliğin yok olması
3️⃣ Ekonomik ve Sosyolojik Boyut:
Bu sadece ekolojik değil; ekonomik ve sosyolojik bir yıkımdır.
Melen’den getirilen suyun depolandığı Terkos kirlenirse, milyarlarca dolarlık iki yatırım birbirini iptal eder.
İstanbul’un su güvenliği kalıcı biçimde tehlikeye girer.

MONTRÖ VE JEOPOLİTİK DENGE: “GÜÇ GÖSTERİSİ Mİ, EGEMENLİK KAYBI MI?”
1936’da Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile boğazlardaki egemenliğini yeniden kazandı.
Kanal İstanbul’un, bu sözleşmeyi “etkileyeceği” hatta “geçersiz kılacağı” iddia ediliyor.
Peki, gerçekten Montrö’yü tehlikeye sokar mı?
Belki doğrudan geçersiz kılmaz, ama tartışmaya açar.
Ve bazen bir sözleşmenin zayıflaması, onun iptal edilmesinden bile daha tehlikelidir.
GÜNCEL GERÇEKLİK
Son yıllarda Karadeniz çevresinde artan Rusya–NATO gerilimi, Montrö’nün ne kadar kırılgan bir denge yarattığını gösterdi.
Ukrayna savaşı sonrasında Karadeniz’e geçmek isteyen NATO gemilerine getirilen sınırlamalar, Türkiye’nin tarafsızlık dengesinin ne kadar hassas olduğunu ortaya koydu.
Böyle bir ortamda Kanal İstanbul’un açılması, bu aktörlere “yeni bir tartışma kapısı” aralayabilir.
Yani mesele yalnız mühendislik değil; doğrudan jeopolitik bir fay hattıdır.
Napolyon’un şu sözü hâlâ geçerlidir:
“O dar boğazları Rusya’ya bırakmaktansa, dünyanın yarısını bırakmayı yeğlerim.”
Asya ile Avrupa’yı, Karadeniz ile Akdeniz’i birbirine bağlayan Boğazlar, 570 yıldır Türk egemenliğindedir.
Montrö, Karadeniz’de kıyıdaş olan ve olmayan devletler arasında askerî bakımdan hassas ve adil bir denge kurarak
Bölge barışını ve Türkiye’nin tarafsızlığını korumuştur.
Ama bugün Rusya, NATO, ABD gibi aktörler bu gri alanı kendi çıkarları için zorlayabilir.
Bu durumda Montrö’nün sağladığı denge zayıflarsa, Türkiye dış politika krizlerinin ortasında kalabilir.
O zaman soralım:
“Eğer bu kadar riskliyse, neden bu ısrar?”
Cevap basit ama acı:
Çünkü bu proje artık bilimsel değil, psikolojik bir güç gösterisine dönüştü.
Bazıları için kanal, su yolu değil; sermaye akış yolu.
Ve “egemenlik artıyor” sanrısı, aslında egemenliği tartışmaya açıyor.
Montrö, Türkiye’nin yalnız Boğazlardaki değil, barıştaki egemenliğinin de teminatıdır.
Ve bu dengeyi zayıflatmak, sadece haritayı değil, geleceği de riske atmaktır.

TARİHİ VE AHLAKİ SORUMLULUK
“İstanbul (Kostantiniyye) elbette fetholunacaktır.
O’nu fetheden komutan ne güzel komutan,
Ve onun askeri ne güzel askerdir.”
Cennetmekân Fatih Sultan Mehmed Han, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hicretinden 857 yıl sonra
Bu şehri fethederek bir çağ kapattı, bir çağ açtı.
Ve şimdi…
O dünya harikası şehir, gözlerimizin önünde yok oluşun eşiğine getiriliyor.
Buna sessiz kalanlar tarih önünde sorumludur.
Bugün mesele kanal değil, bir varlık meselesidir.
Kanal; ekolojik, ekonomik, kültürel ve sosyolojik bir yıkımdır.
SON SÖZ
Atatürk’ün sözüyle bitirelim:
“Su, medeniyettir.”
Su kaynaklarını yok eden bir ülke,
Kendi medeniyetini de kurutur.
Bugün mesele “altyapı”, “rant” ya da “imar” değil;
Bu, bir medeniyet ve varlık meselesidir.
Bir çağ, İstanbul’un fethiyle açıldı;
Şimdi bu proje ile İstanbul’un yok oluşu konuşuluyor.
Ve unutmayalım:
Su yoksa, yaşam da yoktur.
✍️ Hüseyin ALİ
Vicdanın Kalemi
“Öngörü, yalnız geleceği bilmek değil; bugünü kaybetmemektir. Öngörülü olmak demek, yalnızca geleceği tahmin etmek değil;
Olası sonuçları, zincirleme etkileri ve riskleri önceden görüp akıllıca aksiyon almak demektir“