Bu çerçevede, Zafer Partisi ve Genel Başkanı Ümit Özdağ açısından da kritik bir eşikteyiz. Özellikle sığınmacı karşıtı ve milliyetçi bir çizgide konumlanan Zafer Partisi, iktidarın “normalleşme” adı altında yürüttüğü süreci, yeni bir siyasal mühendislik girişimi olarak kamuoyuna açık şekilde teşhir etmelidir. Erdoğan’ın diyalog hamlelerinin arka planında otoriter yapıyı tahkim edecek anayasal değişiklikler olduğu gerçeğini yüksek sesle dile getirmek, Zafer Parti’sinin muhalefet iddiasının inandırıcılığı açısından kritik önemdedir.
Türkiye siyasetinde son haftaların en çok konuşulan gelişmesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Bu görüşmede, dün gece evinde elektrik akımına kapılan ve Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi‘nde yoğun bakıma alınan Ferdi Zeyrek için geçmiş olsun dilekleri iletildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel arasında gerçekleşen görüşme oldu. AKP ve CHP liderlerinin yıllar sonra ilk kez doğrudan temas kurması, medyada “normalleşme süreci” olarak sunuldu. İktidar yanlısı çevreler bu tabloyu Türkiye demokrasisinin olgunlaştığının göstergesi olarak pazarlarken, muhalefetin geniş kesimlerinde ise bu gelişme büyük bir ihtiyat ve sorgulamayla karşılandı. Zira Türkiye’de “normalleşme” gibi pozitif kavramların, çoğunlukla iktidarın siyasi manevralarına meşruiyet kazandırmak için kullanıldığına dair güçlü bir hafıza mevcut.
Görüşme Gerçekten Bir “Diyalog” Süreci mi Başlattı?
Erdoğan-Özel görüşmesinin ardından verilen fotoğraflar, iktidarın 22 yıllık otoriterleşme süreci boyunca adım adım yok ettiği siyasal nezaketin geri döndüğü izlenimini yaratmayı amaçlıyordu. Oysa Erdoğan’ın siyasi tarzı ve geçmişi dikkate alındığında bu değişimin yüzeysel olduğu ve iktidarın temel hedeflerinin değişmediği ortadadır. Nitekim Erdoğan, bu görüşmeden birkaç gün sonra yaptığı açıklamada “yumuşama değil, nezaket” vurgusu yaparak, sürecin içeriğini boşaltmış oldu.
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Erdoğan neden şimdi, neden Özgür Özel’le diyalog arayışına girdi?
Anayasa Tartışmaları ve Meclis Aritmetiği
Bu sorunun yanıtı, büyük ölçüde anayasa değişikliği hedefiyle ilgilidir. Erdoğan iktidarı, 2028 seçimlerine giderken mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni “reforme” ederek meşruiyetini tazelemeye çalışıyor. Ancak yeni bir anayasa ya da anayasa değişikliği için Meclis’te nitelikli çoğunluk (401 milletvekili) gerekiyor. AKP-MHP ittifakı bu sayıya ulaşamıyor. Dolayısıyla CHP’nin desteği ya da en azından köstek olmaması kritik bir hal alıyor. Bu açıdan bakıldığında, Erdoğan’ın Özgür Özel’le görüşmesi, bir “demokrasi sevdasından çok, anayasal çıkar hesaplarının bir ürünü olarak okunmalıdır.
Ayrıca, anayasa değişikliği dışında AYM kararlarının uygulanmaması, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü ve hukuk devleti ilkeleri gibi temel demokratik sorunlara dair iktidarın herhangi bir geri adım sinyali vermemesi, sürecin samimiyetsizliğini daha da belirginleştiriyor. Hükümet, diyalog pozlarıyla hem yurt içinde yumuşama havası yaratmak hem de uluslararası kamuoyuna “Türkiye’de demokrasi işliyor” mesajı vermek istiyor.
Muhalefet Ne Kazandı, Ne Kaybediyor?
CHP lideri Özgür Özel, görüşmeyi parti tabanına ve kamuoyuna “CHP’nin devletle yeniden temas kurması” olarak sundu. Görüşmenin ardından bazı taleplerinin karşılık bulduğu, özellikle emekliler ve öğretmenler gibi toplum kesimlerinin sorunlarının Erdoğan’a iletildiği söylendi. Ancak bugüne kadar somut bir kazanımdan söz etmek mümkün değil. Üstelik iktidarın bu süreci kendi gündemini meşrulaştırmak için kullandığı açıkça görülüyor.
Dahası, görüşme sonrası ortaya çıkan görüntüler, Erdoğan’a adeta bir “normalleşme makyajı” sunarken, muhalefeti de “müzakere eden, uzlaşan” bir pozisyona itti. Oysa Erdoğan iktidarı, demokratik siyaseti yok sayarak, yıllarca CHP’yi “teröristlerin destekçisi” olarak yaftalamış, liderlerini cezaevlerine göndermiş, belediye başkanlarını görevden almış ve Anayasa Mahkemesi kararlarını dahi uygulamamıştı. Şimdi ise, aynı iktidarla eşit şartlarda müzakere yürütülebileceği varsayımı, son derece naif bir beklentiye dayanıyor.
Gerçek Bir Normalleşme Nasıl Olur?
Eğer Türkiye’de gerçekten bir “normalleşme” olacaksa, bu sadece liderlerin görüşmesiyle değil; yargının bağımsızlaşması, basına yönelik baskıların sona ermesi, tutuklu Ümit Özdağ’ın, gazeteci ve diğer siyasetçilerin serbest bırakılmasıyla mümkün olabilir. Bu adımlar atılmadan yapılan “diyalog” çağrıları, sadece otoriterleşmiş iktidarın ömrünü uzatma çabasıdır.
Muhalefetin bu süreçte dikkatli olması, iktidarın zaman kazanma ve güç konsolidasyonu oyununa alet olmaması gerekir. Erdoğan, geçmişte benzer şekilde “çözüm süreci” gibi süreçleri kendi lehine manipüle ederek siyasal kazanç elde etmiş bir liderdir. Şimdi de benzer bir stratejiyi, “normalleşme” ambalajı altında pazarlamak istemektedir.
Sonuç: Gerçek Bir Muhalefet İçin Sorgulama Şart
Muhalefetin görevi, sadece müzakere etmek değil; bu müzakerelerin zeminini, samimiyetini ve sonuçlarını sorgulamaktır. Gerçek muhalefet, yalnızca nezaket diliyle değil, aynı zamanda iktidarın gerçek niyetini deşifre eden eleştirel akılla yapılır. Türkiye’nin gerçek bir demokratik normale dönmesi için yalnızca sarayla randevu alınması değil, halkla daha güçlü bağlar kurulması gerekir.
Bu çerçevede, Zafer Partisi ve Genel Başkanı Ümit Özdağ açısından da kritik bir eşikteyiz. Özellikle sığınmacı karşıtı ve milliyetçi bir çizgide konumlanan Zafer Partisi, iktidarın “normalleşme” adı altında yürüttüğü süreci, yeni bir siyasal mühendislik girişimi olarak kamuoyuna açık şekilde teşhir etmelidir. Erdoğan’ın diyalog hamlelerinin arka planında otoriter yapıyı tahkim edecek anayasal değişiklikler olduğu gerçeğini yüksek sesle dile getirmek, bu partinin muhalefet iddiasının inandırıcılığı açısından kritik önemdedir.
Zafer Partisi’nin önünde bu süreçte atabileceği birkaç somut adım bulunmaktadır:
- Anayasa Gündeminde Net Tutum: AKP’nin yeni anayasa girişimleri karşısında “her türlü destek, ancak parlamenter sistemin ve yargı bağımsızlığının inşasını garanti edecek bir çerçeve içinde mümkündür” diyerek net ve koşullu bir tutum almalıdır. Mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni meşrulaştıracak ya da onu makyajlayacak herhangi bir değişikliğe karşı açık muhalefet geliştirilmelidir.
- Meclis Aritmetiği Üzerinden Siyasi Baskı Kurma: Özdağ, iktidarın Meclis aritmetiği nedeniyle aradığı “kilit partilerden biri” olduğunu kullanarak, kamuoyuna iktidarın gerçek gündemini ifşa eden söylemlerle çıkmalı, iktidarın anayasal hesaplarını bozacak bir tutum geliştirmelidir. Gerekirse Meclis oturumlarında bu gündemleri sabote edecek stratejik pozisyonlar alınmalıdır.
- Normalleşme Retoriğinin Çökertilmesi: Erdoğan’ın oluşturmak istediği “ılımlı ve demokratik lider” imajını sistematik biçimde eleştiren açıklamalarla, bu normalleşmenin sadece bir algı yönetimi olduğunu kamuoyuna anlatacak iletişim kampanyaları yürütülmelidir. Özellikle sosyal medya üzerinden bu argümanlar milliyetçi seçmene güçlü mesajlarla ulaştırılabilir.
- Demokratik Bir Milliyetçilik Çizgisi İnşası: Zafer Partisi’nin yalnızca göçmen karşıtlığıyla değil, anayasal düzene saygı, laiklik, güçler ayrılığı gibi temel ilkelere de sahip çıkan bir “demokratik milliyetçilik” çizgisi kurması, hem merkez sağ ve kararsız seçmende hem de genç milliyetçi tabanda karşılık bulabilir. Bu çizgi, Erdoğan’ın otoriter milliyetçiliğiyle arasına net bir mesafe koymasını sağlar.
- Sivil Toplum ve Akademiyle Temas: Parti, yalnızca siyasi aktörlerle değil, anayasa, hukuk, kamu yönetimi gibi alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşları ve akademik çevrelerle işbirliği geliştirerek, iktidarın “anayasal reform” iddialarını teknik ve etik açıdan çürüten raporlar ve forumlar düzenleyebilir. Bu adım, partiye entelektüel bir derinlik kazandırır.
Zafer Partisi, yalnızca yüksek sesle konuşan değil, aynı zamanda tutarlı, hesap verebilir ve ilkeli bir muhalefet profili çizerse, bu süreçte kazananlardan biri olabilir. Aksi takdirde, “normalleşme” adındaki bu yeni siyasal tiyatronun pasif figüranlarından biri olarak konumlanma riski taşır.
Gerçek muhalefet, yalnızca karşı çıkmakla değil; neye, neden ve hangi ilkesel temelde karşı çıkıldığını açıkça ortaya koymakla mümkündür. Bugünün Türkiye’sinde her muhalefet aktörü için bu, yalnızca bir tercih değil; tarihi bir sorumluluktur.