Rıza Tahir Yel
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Uyuşturucu Kıskacındaki Türkiye: Sınırda Kale mi, Ruha Şifa mı? İki Ayrı Reçete, Tek Büyük Tehdit

Uyuşturucu Kıskacındaki Türkiye: Sınırda Kale mi, Ruha Şifa mı? İki Ayrı Reçete, Tek Büyük Tehdit

0
Paylaş

Türkiye, gençleri hedef alan uyuşturucu tehdidiyle boğuşurken, siyaset ve bilim iki ayrı reçete sunuyor. Bir yanda sorunu “dış mihrak” ve “sığınmacı” problemine bağlayıp çözümü sınırlarda arayanlar, diğer yanda ise tehlikenin toplumsal çürümeden beslendiğini söyleyip acil rehabilitasyon ve topyekûn seferberlik çağrısı yapanlar… Peki, bu ölümcül savaştan hangisiyle galip çıkacağız?

Toplumun damarlarında sessiz ve ölümcül bir zehir dolaşıyor. Adına ister “beyaz kabus” deyin, ister “sentetik ölüm,” sonuç değişmiyor: Uyuşturucu, Türkiye’nin geleceğini tehdit eden en sinsi ve yıkıcı gerçeklerden biri olarak karşımızda duruyor. Rakamlar korkutucu, hikayeler trajik ve bu ulusal yara, siyasetin ve bilimin en hararetli tartışma alanlarından birine dönüşmüş durumda. Bir yanda sorunu “dışarıdan gelen bir istila” olarak kodlayıp çözümü sınırlara duvar örmekte görenler, diğer yanda ise meselenin köklerinin toplumun derinliklerinde, ailede, ekonomide ve ruhta yattığını söyleyip topyekûn bir seferberlik çağrısı yapanlar var.

Peki, bu kıskançtan nasıl kurtulacağız? Reçete, sert bir güvenlik doktrininde mi saklı, yoksa kapsamlı bir sosyal ve sağlık politikasında mı?

Teşhis 1: “Sessiz İstila” ve Narko-Terör Argümanı

Siyaset sahnesinde güvenlik ve beka temalarını merkeze alan Zafer Partisi, uyuşturucu ve organize suç sorununa net bir adres gösteriyor: Kontrolsüz göç. Parti için bu iki sorun, birbirinden ayrı düşünülemez bir neden-sonuç ilişkisi içindedir. Genel Başkan Ümit Özdağ’ın “Sığınmacılar sadece demografimizi değil, aynı zamanda sokaklarımızın güvenliğini de tehdit ediyor. Gençlerimizi zehirleyen narko-çetelerin kökünü kazımak, sığınmacıları vatanlarına yollamaktan geçiyor”  şeklindeki sözleri, bu doktrinin temelini oluşturuyor.

Bu bakış açısına göre, uyuşturucu baronları ve sokakları mesken tutan çetelerin önemli bir kısmı, yasa dışı yollarla ülkeye sızan yabancı uyruklu şahıslardır. Çözüm ise bu teze paralel olarak şekilleniyor: Partinin en bilinen projelerinden “Anadolu Kalesi”. Bu proje, sadece sınırları fiziki olarak kapatmayı değil, aynı zamanda ülkeye sızan suç ağlarının lojistik damarlarını kesmeyi hedefleyen bir ilk adım olarak sunuluyor. Hukuki cephede ise “sıfır tolerans” ilkesiyle uyuşturucu ticaretini “terör suçu” ile eşdeğer kabul edip en ağır cezaları getirmeyi ve emniyet içinde daha geniş yetkilere sahip özel birimler kurmayı vaat ediyorlar. Bu, sorunu öncelikle bir asayiş ve sınır güvenliği meselesi olarak gören, hasmı dışarıda arayan ve çözümü “kökünü kazımak” üzerine kuran keskin bir reçetedir.

Teşhis 2: Rakamların Acı Dili ve Toplumsal Çürüme

Madalyonun diğer yüzünde ise sorunun Türkiye’yi bir transit ülke olmaktan çıkarıp ana pazar haline getiren küresel dinamikler  ve bu pazarın yarattığı derin toplumsal yaralar bulunuyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın Türkiye’de “10 milyon kişinin madde ve davranış bağımlılığı taşıdığına”  dair tespiti, tehlikenin boyutlarını gözler önüne seriyor.

Resmi veriler, güvenlik güçlerinin amansız mücadelesini ortaya koyuyor. 2022’de 246 binden fazla olayda 313 binden fazla şüphelinin yakalanması ve özellikle metamfetamin yakalamalarının 2023’te 21,9 ton gibi rekor bir seviyeye ulaşması, arzla mücadelenin ne denli yoğun olduğunu gösteriyor. Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü’nün de belirttiği gibi, bu veriler kolluk kuvvetlerinin performansını gösterse de tek başına bağımlılığın yaygınlığı hakkında kesin bir hüküm vermeyebilir. Zira artan yakalamalar, aynı zamanda piyasada dolaşan zehrin de arttığının bir göstergesi olabilir.

Bu tablonun en karanlık yanı ise gençlerin bu savaşın ana kurbanları olmasıdır. Prof. Dr. Arif Verimli’nin araştırmalarına göre maddeye başlama yaş ortalaması 16’ya kadar düşmüş durumda. Bağımlıların dörtte üçünün 18 yaşından önce maddeyle tanıştığı ve ilk kullanımdan tedaviye ilk başvuruya kadar geçen sürenin ortalama 8 yıl olduğu  gerçeği, bu “sessiz çığlığın” aileler tarafından bile ne kadar geç fark edildiğini acı bir şekilde ortaya koyuyor. Aileler, çocuklarının durumunu ortalama 5 yıl sonra fark edebiliyor ve bu, erken müdahale için hayati bir fırsatın kaçırılması anlamına geliyor.

Çözüm Arayışı: Duvarlar mı, Rehabilitasyon Merkezleri mi?

İki farklı teşhis, doğal olarak iki farklı tedavi yöntemi öneriyor. Zafer Partisi’nin “Anadolu Kalesi” projesiyle arz kanallarını kesme ve adli cezaları ağırlaştırma stratejisine karşılık, uzmanlar sorunun kök nedenlerine inen çok daha kapsamlı bir yaklaşımın altını çiziyor.

Prof. Dr. Arif Verimli’nin “acilen en az 20 yeni ruh ve sinir hastalıkları hastanesi, bunların 10’unun da AMATEM olması gerektiği” yönündeki çağrısı, mevcut tedavi altyapısının artan talebi karşılamaktaki yetersizliğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise mücadelenin sivil toplum kuruluşlarıyla sınırlı kalamayacağını, “ciddi bir devlet iradesi” ile koordine edilecek bir “Devlet Bağımlılık Enstitüsü” kurulması gerektiğini savunuyor.

Uzmanlara göre meselenin temelinde sadece uyuşturucuya erişim değil, aynı zamanda bireyleri bu batağa iten nedenler de var. “Merak ve arkadaş etkisi” gibi kişisel sebeplerin yanı sıra işsizlik, yoksulluk, gelecek kaygısı ve aile içi sorunlar gibi sosyo-ekonomik faktörler de önemli bir rol oynuyor. Nitekim uyuşturucu suçlarından işlem gören veya tedavi gören kişilerin önemli bir bölümünün düzenli bir işinin olmaması bu bağlantıyı güçlendiriyor. Bu da bize gösteriyor ki, uyuşturucuyla mücadele, sadece bir adli mesele değil, öncelikle sosyal bir meseledir.

Türkiye’nin 2024-2028 Uyuşturucu ile Mücadele Ulusal Strateji Belgesi gibi kapsamlı yol haritaları bulunsa da , uzmanlar özellikle tıbbi tedavi sonrası sosyal rehabilitasyon yapısının yetersizliğine dikkat çekiyor. Yani, bedeni zehirden arındırılan genci, kendisini yeniden o batağa iten sosyal koşulların içine geri göndermek, tedavinin başarısını düşüren en kritik etkenlerden biri olarak duruyor.

Nihai Reçete: Topyekûn Seferberlik

Geldiğimiz noktada, Türkiye’nin uyuşturucuyla mücadelesi bir yol ayrımında duruyor. Sorunu sadece sınırların ardına itilecek bir “yabancı tehdit” olarak görmek, içeride büyüyen ve gençlerimizi esir alan sosyolojik, psikolojik ve ekonomik dinamikleri göz ardı etmek anlamına gelebilir. Elbette sınır güvenliği ve uyuşturucu trafiğiyle mücadele hayati önemdedir ve bu alandaki her çaba paha biçilmezdir. Ancak sadece duvarlar inşa ederek, içerideki ruhları tedavi edemeyiz.

Çözüm, bu iki yaklaşımı birleştiren bütüncül bir iradede yatıyor. Bir yandan sınırlarımızda “Anadolu Kalesi” gibi projelerle uyuşturucu arzının kökünü kurutmaya çalışırken, diğer yandan şehirlerimizde, mahallelerimizde Prof. Verimli’nin işaret ettiği yeni AMATEM’leri ve rehabilitasyon merkezlerini inşa etmek zorundayız. Gençlerimizi merak ve arkadaş kurbanı olmaktan koruyacak eğitim programlarını , onları yoksulluk ve umutsuzluktan uzak tutacak sosyal ve ekonomik politikaları hayata geçirmeliyiz.

Devletin kararlı iradesi, sivil toplumun desteği, medyanın farkındalığı ve en önemlisi ailelerin dikkatiyle bu topyekûn seferberliği başlatmak zorundayız. Çünkü bu sessiz çığlığı dindiremezsek, kaybedeceğimiz sadece bireysel hayatlar değil, ülkenin geleceği olacaktır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!