Rıza Tahir Yel
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Türkiye’nin Kader Kavşağı: “Atatürk Modeli” mi, “Erdoğan-Bahçeli-Öcalan Modeli” mi?

Türkiye’nin Kader Kavşağı: “Atatürk Modeli” mi, “Erdoğan-Bahçeli-Öcalan Modeli” mi?

0
Paylaş

Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinin en büyük tehdidiyle karşı karşıya olduğu iddiası gündemi sarstı. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın basın toplantısında dile getirdiği iddialar, “Erdoğan-Bahçeli-Öcalan modeli” olarak adlandırdığı yeni bir siyasi yapının üniter devleti tehdit ettiğini öne sürüyor. Yeni anayasa tartışmalarından, etnik ve mezhepsel kimliklerin siyasallaşmasına kadar pek çok konunun arka planında ne yatıyor? Türk kimliğini tasfiye etme ve Türkiye’yi etnik temelde federal bir yapıya dönüştürme planları gerçekten masada mı? Bu sorular, Türkiye’nin geleceğine dair endişeleri artırıyor.

Türkiye, son yıllarda siyasetin doğasına ve geleceğine dair derin bir tartışmanın içinde. Gündemin üst sıralarını meşgul eden bu tartışmaların merkezinde ise etnik ve mezhepsel kimliklerin siyasallaşması ve bu durumun ülkeyi nereye sürükleyebileceği endişesi yatıyor. Bu endişe artık soyut bir korku olmaktan çıkmış, Zafer Partisi gibi aktörlerin somut iddialarla siyaset sahnesine taşıdığı, adına “Erdoğan-Bahçeli-Öcalan modeli” dedikleri bir proje tartışmasına dönüşmüş durumda. Bu modelin, Türkiye’yi, istikrarsızlığı ve kaosuyla bilinen “Lübnan Modeli “ne doğru ittiği savı, her geçen gün daha yüksek sesle dile getiriliyor.

  1. Lübnanlaşma Korkusu ve Somut Teklifler

Lübnan modeli, siyasi gücün ve devlet makamlarının, ülkenin farklı dini ve mezhepsel cemaatleri arasında nüfus oranlarına göre paylaştırıldığı bir sistemdir. Cumhurbaşkanının Marunî, Başbakanın Sünni, Meclis Başkanının Şii olması gibi katı kurallar, kimlikleri siyasetin ana fay hattı haline getirmiş, ulusal birliği dinamitlemiş ve ülkeyi sürekli bir kriz sarmalına hapsetmiştir.

Düne kadar Türkiye için uzak bir “kâbus senaryosu” olarak görülen bu model, artık siyasi tekliflerin konusu haline gelmiş durumda. Zafer Partisi’nin altını çizdiği gibi, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ortaya attığı “cumhurbaşkanının iki yardımcısından birisinin Alevi diğerinin Kürt olması” teklifi, tam da bu “Lübnan ve Irak modellerinin bir yansıması olarak okunmaktadır. Bu, siyasi gücün etnisite ve mezhep temelinde resmen paylaştırılması ve anayasal vatandaşlık ilkesinden uzaklaşılması anlamına gelen son derece kritik bir öneridir. Bu durum, “Eğer Cumhurbaşkanlığı yardımcıları etnisite ve mezhep merkezi belirlenir ise, bakanlıklar, başkanlıklar, genel müdürlükler de etnisite ve mezhep merkezli atanmalar istenecek ve yaşanacaktır” eleştirisini beraberinde getirmektedir. Böyle bir yapıda, “Türk milletinin menfaatlerini kim savunacaktır?” sorusu kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır.

  1. “Erdoğan-Bahçeli-Öcalan Modeli”: Bir Proje mi, Komplo mu?

İşte bu noktada, muhalif çevrelerin “Erdoğan-Bahçeli-Öcalan modeli” olarak adlandırdığı proje iddiası devreye giriyor. Bu iddiaya göre amaç, “Atatürk modelinden Erdoğan-Bahçeli-Öcalan modeline” geçerek, “milli, üniter ve laik devlet modelinin sonunu” getirmektir. Bu projenin en önemli aracı ise yeni anayasa tartışmalarıdır. Geçmişte “TSK vesayetinden şikâyet edenlerin, bugün “kurucu önder diye niteledikleri Öcalan’ın vesayetinde bir anayasadan” rahatsızlık duymaması, bu modelin en çarpıcı çelişkisi olarak sunulmaktadır.

Bu iddiaları güçlendiren bir diğer unsur ise uluslararası bağlantılar. ABD Büyükelçisi’nin İsrail’de yaptığı “İsrail’in çevresinde güçlü milli devletler istemediği” açıklaması ve Türkiye’ye “Osmanlı millet sistemini önermesi, bu tartışmaların merkezine oturmuş durumda. Zafer Partisi’nin sorduğu şu soru, komplo teorilerinin ötesinde bir siyasi analizi zorunlu kılmaktadır: “ABD büyükelçisinin etnisite ve din eksenli Osmanlı modelini önermesinden hemen sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu teklifi yapması sadece zamansal bir tesadüf müdür?”

III. Hedef: Anayasa’nın 66. Maddesi ve Yeni Milli Kimlik

Bu modelin nihai hedefi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet kimliğinin temelini oluşturan Anayasa’nın 66. maddesini değiştirmektir: “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Zafer Partisi, AK Parti’nin geçmişteki “terörle müzakere” süreçlerinde bu maddenin değiştirilmesini zaten planladığını, hatta eski Grup Başkan Vekili Ayşenur Bahçekapılı’nın “66. madde kalkmazsa demokratikleşmenin gerçekleşmeyeceğini” söylediğini hatırlatmaktadır.

Bu anayasal tasfiye çabası, “yeni bir milli kimlik” söylemiyle desteklenmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, DEM Parti ile ittifakını anlatırken tam 17 kez “Türk, Kürt, Arap” vurgusu yapması, Zafer Partisi tarafından “yeni milli kimliğin paydaşlarının ilanı” ve “iç cepheyi güçlendirelim derken iç cepheyi üçe bölme” çabası olarak okunmaktadır. Bu durum, “Türk yargısı yerine Türkiye yargısı mı gelecek?”, “Yargı Türk milleti adına değil de Türkiye milleti adına mı karar verecek?” gibi ülkenin kurucu felsefesini sarsan soruları gündeme getirmektedir.

  1. Emperyalist Projeler ve Müzakere Çıkmazı

Zafer Partisi’nin analizine göre, tüm bu sürecin arkasındaki asıl amaç emperyalist bir projedir: “Bizim kanımız ve gözyaşlarımız üzerinden Ortadoğu’da su kaynaklarını elinde tutan zayıf bir Kürdistan oluşturup bu Kürdistan’ı İsrail’in müttefiki yapmak.” Hatta bu durum, “Müslüman bir İsrail’i su kaynaklarımızı bizden alacak şekilde kurmak” olarak daha da net bir şekilde ifade edilmektedir. DEM Partili Sezai Tekelli’nin “Bu topraklar vadedilmiş topraklar” sözleri ise bu tezin kanıtı olarak sunulmaktadır.

Bu noktada, “terör sona ersin, kan akmasın” argümanıyla meşrulaştırılmaya çalışılan müzakere süreci de sert bir şekilde eleştirilmektedir. Getirilen karşı argüman son derece nettir: Terör örgütünün isteklerini kabul ederek teröre son vermek bir çözüm değil, teslimiyettir. Bu mantık, Ümit Özdağ’ın şu sarsıcı analojisiyle özetlenmektedir: “Trafik kazaları oluyor diye karayolu trafiğine son vermeyi düşünmediğimiz gibi, PKK teröründe şehit veriyoruz diye PKK’yla mücadeleyi sona erdirip PKK’nın isteklerini nasıl kabul edebilirsiniz?”

Sonuç: Bir Kader Anı ve Meşruiyet Krizi

Türkiye, şüphesiz ki kritik bir yol ayrımındadır. “Erdoğan-Bahçeli-Öcalan modeli,” gerçek bir siyasi proje olsun ya da olmasın, artık somut teklifler ve anayasal hedeflerle tartışılan bir gerçekliktir. Bu model, ülkeyi üniter yapıdan “etnik federal bir devlete” taşımayı, anayasal vatandaşlık kimliğini etnik ve mezhepsel kimliklerle ikame etmeyi hedeflemektedir.

Bu tartışma, aynı zamanda siyasi partiler için de bir turnusol kâğıdı işlevi görmektedir. Zafer Partisi’nin CHP’ye yönelik “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki komisyona katılmayın, DEM ‘in ahlaksız şantajına boyun eğmeyin, Öcalan’a istediği siyasi meşruluğu sağlamanın aracı olmayın” çağrısı, bu sürecin sadece bir iktidar-muhalefet meselesi değil, bir rejim ve meşruiyet krizi olduğunu gözler önüne sermektedir.

Türkiye’nin bu kavşaktan hangi yöne döneceği, “açlıkla boğuşurken buzdolabında anayasa değil, peynir görmek isteyen” halkın sessizliğine değil, Atatürk’ün kurucu felsefesine sahip çıkan siyasi ve toplumsal iradenin gücüne bağlı olacaktır.

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!