Kur Korumalı Mevduat, Türkiye ekonomisine güveni artırma iddiasıyla geldi, ancak ardında devasa bir maliyet ve adaletsiz bir servet transferi bıraktı. Zenginleri koruyan bu sistemin faturası, dar gelirli vatandaşın sırtına yüklendi. Şimdi geriye sadece bir soru kaldı: Bu enkazdan nasıl çıkacağız?
Yirmi yılı aşkın süredir Türk Milleti olarak, finansal krizlere, devrim niteliğindeki reformlara ve maalesef nice siyasi inatlaşmaların ekonomik faturasına tanıklık ediyoruz. Ancak, 2021 yılının o karanlık kış günlerinde, Türkiye ekonomi tarihine belki de en tuhaf, en maliyetli ve en derin yaralar açan “finansal inovasyon” olarak tanıtılan Kur Korumalı Mevduat (KKM) sisteminin icat edilişi, hafızamdaki tüm felaketleri gölgede bırakacak nitelikteydi. Bugün, bu akıl dışı politikanın resmen sonlandırıldığını, bir zamanlar “Türk Lirası’na güven” sloganıyla pazarlanan bu yapay balonun söndüğünü görüyoruz. Ne var ki, bu sonlanış bir zafer değil, arkasında bıraktığı enkazın resmi teslimi niteliğindedir.
KKM, bir ekonomik çözümden ziyade, rasyonel politikaları uygulamaktan kaçınan bir siyasi iradenin, bedeli geleceğe havale etme kurnazlığıydı. O dönemde, Merkez Bankası faizleri inatla düşürülüyor, enflasyon hızla tırmanırken döviz kuru kontrol edilemez bir patlama noktasına geliyordu. Her iktisat kitabının ilk sayfasında yazan kural, yani “enflasyonla mücadele için faiz artırılır” ilkesi, bir “çılgın deneme” uğruna rafa kaldırılmıştı. Dövizdeki sıçramayı durdurmak için gerçekçi bir müdahale yerine, hazine ve Merkez Bankası’nın sınırsız kaynaklarıyla döviz kuru üzerindeki zararları üstlenmeye dayalı, bir tür “Ponzi şeması” kuruldu. Vatandaşa, “dövize geçme, biz senin kur farkı zararını öderiz” deniyordu. İşte bu, ekonomi mühendisliği adı altında yapılan bir kumardı.
Ve bu kumarın faturası, kısa sürede dudak uçuklatan rakamlara ulaştı. KKM’nin devasa maliyetleri, ne bütçelerde şeffaf bir şekilde gösterilebildi ne de kamuoyuna tam olarak anlatılabildi. Milyarlarca lira, vergi mükelleflerinin cebinden, üretim ve yatırım gibi ülkenin geleceğini inşa edecek alanlar yerine, bankalardaki birkaç milyonerin döviz kuru garantisine akıtıldı. Bu sistem, bir yandan tüm toplumun omuzlarına binen görünmez bir vergi yükü yaratırken, diğer yandan kaynakların en verimsiz ve adaletsiz şekilde transferine yol açtı. Zira KKM’den en çok faydalananlar, büyük mevduat sahibi zenginler oldu. Bu, adeta bir “zenginlere servet transferi projesiydi.
Bu politikanın belki de en utanç verici yönü, uyguladığı “tersine Robin Hood” mantığıydı. Bilirsiniz, Robin Hood fakirden alıp zengine veren efsanevi bir kahramandır. KKM ise tam tersini yaptı. Devletin kasasından, yani vergilerimizden, temel gıda maddelerinden tutun da yakıta kadar her şeye ödediğimiz dolaylı vergilerimizden biriken paralarla, bu parası olmayan milyonlarca insanı enflasyonun acımasız pençesine bırakırken, büyük mevduat sahibi olan sermaye sahiplerinin dövizdeki riskini garanti altına aldı. Yüksek faiz ve enflasyonla boğuşan dar gelirliler ile sabit maaşlı çalışanlar KKM’nin maliyetini öderken, bu yükün karşılığında herhangi bir fayda elde edemedi. Bu, ekonomik bir hata olmanın ötesinde, ahlaki açıdan da tartışmalı bir servet transferi düzeniydi.
Bu eleştiriler, Zafer Partisi tarafından da yüksek sesle dile getirildi. Yazılı, görsel ve sosyal medyada Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın ve partinin ekonomi kurmaylarının KKM’ye yönelik analizleri, bu “tersine Robin Hood” tablosunu net bir şekilde ortaya koydu. Onlar, bu politikayı “Türk milletinin cebinden bir avuç zengine kaynak aktarma” projesi olarak tanımlayarak, kamuya ait paraların rasyonel olmayan, popülist bir vaat uğruna heba edildiğini savundular. Bu eleştiriler, KKM’nin sadece bir ekonomi politikası hatası değil, aynı zamanda toplumun geniş kesimlerine yük olan bir sosyal adalet sorunu olduğu görüşünü güçlendirdi.
Daha da vahimi, KKM, Türkiye’nin finansal sistemini bir ucube haline getirdi. Bankalar, üretimi, istihdamı destekleyecek krediler vermek yerine, devlet garantili, risksiz KKM fonlarına yöneldi. Gerçek ekonominin can damarı olan KOBİ’ler ve ihracatçılar, yüksek faizli kredi bulmakta zorlanırken, sermaye sahipleri devletin kasasıyla ödüllendirildi. Bu çarpıklık, üretken olmayan, rant odaklı bir ekonomik modelin yerleşmesine zemin hazırladı. Para, toprağa, fabrikaya, teknolojiye değil, kâğıt üzerindeki bir finansal enstrümana akıtıldı.
Bu sürecin belki de en büyük zararı, ekonomi yönetiminin itibarında yarattığı onarılmaz tahribat oldu. Bir devletin para politikası, ancak güven üzerine inşa edilebilir. O dönemde, faiz kararları, kur korumalı mevduat gibi uydurma çözümler, ekonomi biliminin temel kurallarıyla alay edercesine uygulanırken, hem uluslararası yatırımcıların hem de yerel halkın devlete ve para birimine olan güveni derinden sarsıldı. Türkiye, ekonomi alanında ne yazık ki bir “bilinmeyenler diyarı”na dönüştü. Bugün, yeniden Ortodoks politikalara dönüşün sancılarını yaşarken, faizlerin çift haneli rakamlara fırlaması, enflasyonun dizginlenemez bir canavara dönüşmesi, o günkü hataların kaçınılmaz bedelidir.
Bugün KKM defteri kapanıyor. Ancak, bu kapanış bir ferahlık değil, bir hesaplaşma anı olmalıdır. Sadece KKM değil, ona zemin hazırlayan tüm hatalı politikaların da hesabının sorulması gerekir. Milyarlarca liralık vergi gelirinin çarçur edilmesi, finansal sistemdeki bozulma, ekonomik dengelerin altüst edilmesi, sadece rakamlardan ibaret değildir. Bunlar, milyonlarca vatandaşın geleceğinden, alım gücünden çalınan yıllardır.
Sonuç olarak, Kur Korumalı Mevduat, bir yanıyla bir “Türk işi finansal çözüm” masalıydı, diğer yanıyla ise derin bir ekonomik ve sosyal yara. Bu politikanın sona ermesi, hatalardan ders çıkarılması için bir fırsat sunuyor. Ancak bu dersi almak için, öncelikle yapılanın bir başarı değil, büyük bir fiyasko olduğunu kabul etmek gerekir. Türkiye ekonomisi, KKM’nin enkazından çıkmak için şimdi daha fazla faiz, daha fazla sıkılaştırma ve daha uzun bir süreye ihtiyaç duyacak. Umarım, bu pahalı deneyim, ekonomiyi sadece akıl ve bilimle yönetmenin yegâne yol olduğunu hatırlatır ve bir daha benzer yanılgılara düşülmez. Yoksa bu enkazın altından kalkmak çok daha zor olacaktır.