17 Ekim’de Meclis’e gelecek 2026 yılı bütçesi, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir dönüm noktası. Bu bütçe, bir “talan bütçesi” mi olacak, yoksa “Milli Beka Bütçesi” mi? Faiz ödemeleri, sığınmacılara ayrılan milyarlar, halkın sırtındaki vergi yükü…
Gerçekleri rakamların ötesinde. Bu yazıda Türkiye’nin ekonomik ve demografik kaderini şekillendirecek kararlara birlikte bakıyoruz.
Önümüzdeki Cuma günü, 17 Ekim’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sıralarına yüzlerce sayfadan oluşan, rakamlarla dolu bir kanun teklifi gelecek. Adı: 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi. Birçokları için bu, sadece ekonomistlerin ve bürokratların anlayacağı, sıkıcı ve teknik bir metindir. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Bütçe, bir devletin röntgen filmidir; milletin DNA’sıdır. Hükümetlerin süslü nutuklarının, pembe vaatlerinin değil, gerçek niyetlerinin, önceliklerinin ve sadakatinin en somut, en çıplak belgesidir.
Bütçe, basitçe “para” demek değildir. Bütçe, “tercih” demektir. Bir milletin, kıt kaynaklarını nereye harcayacağına karar verdiği en stratejik metindir. Bu Cuma önümüze konulacak olan belgeye bakarken sormamız gereken temel sorular şunlardır: Bu bütçe, Türk Milleti’nin bekasını ve refahını mı öncelemektedir, yoksa küresel finans odaklarının ve onların yerli işbirlikçilerinin menfaatlerini mi? Bu bütçe, kimden alıp kime vermektedir? Ve en önemlisi, bu bütçe, Türkiye’yi geleceğe taşıyacak bir vizyon mu sunmaktadır, yoksa günü kurtarmaya çalışan bir teslimiyet belgesi midir?
Bütçenin Vicdanı: Kimden Alıyor, Kime Veriyor?
Bir bütçenin ahlakını ve vicdanını anlamak için önce vergi kalemlerine, yani devletin parayı kimden topladığına bakmak gerekir. Yıllardır gördüğümüz tablo acı bir şekilde tekerrür etmektedir. Vergi yükünün ezici bir çoğunluğu, milletin omurgasını oluşturanların sırtındadır: alın teriyle çalışan işçinin, maaşı enflasyon karşısında eriyen memurun, siftah yapamayan esnafın, tarlasını süremeyen çiftçinin.
Dolaylı vergiler, yani KDV ve ÖTV, modern bir haraç sistemi gibi çalışmaktadır. Bir işçi, çocuğuna süt alırken de, bir holding patronu lüks aracına benzin alırken de aynı oranda vergi ödemektedir. Bu, adalet midir? Hayır. Bu, serveti yukarıya, zengine doğru transfer eden, fakiri daha da fakirleştiren adaletsiz bir sömürü mekanizmasıdır. Milyarlarca liralık vergi borçları tek kalemde silinen yandaş holdingler varken, emeklinin üç kuruşluk maaşına daha eline geçmeden vergi konulması, bu düzenin kimin için çalıştığını gözler önüne sermektedir.
Madalyonun diğer yüzüne, yani harcamalara baktığımızda ise tablo daha da vahimleşmektedir. Bütçeden aslan payını alan kalemler, Türk Milleti’nin öncelikleriyle ne kadar örtüşmektedir?
- Faiz Ödemeleri: Bütçenin en büyük kara deliklerinden biri, iç ve dış borçlar için ödenen faizlerdir. Bu, milletin emeğiyle toplanan vergilerin, tek bir çivi çakmadan, tek bir üretim yapmadan doğrudan Londra’daki, New York’taki küresel tefecilerin ve onların yerli ortaklarının kasasına aktarılması demektir. Bu bir harcama değil, bir kapitülasyondur. Milli bir bütçe, faize değil, üretime ve yatırıma odaklanmalıdır.
- Döviz Garantili Talan Projeleri: Geçilmeyen köprülere, inilmeyen havalimanlarına dövizle ödeme garantileri verilerek, sadece bugünün değil, çocuklarımızın ve torunlarımızın da geleceği ipotek altına alınmıştır. Bütçeden bu projelere ayrılan her kuruş, bir avuç müteahhit zengin olsun diye 85 milyonun hakkından çalınmaktadır.
- Stratejik Sessizlik: Sığınmacı ve Kaçaklara Harcanan Milyarlar: İşte en hayati konu budur. Bütçe rakamları içinde ustalıkla gizlenen, ancak milletin vicdanını kanatan devasa bir harcama kalemi var: Türkiye’deki 13 milyon sığınmacı ve kaçağa harcanan paralar. Türk genci işsiz gezerken, Türk emeklisi pazar artığı toplarken, Türk anası çocuğuna okul forması alamazken; milletin vergileriyle bu insanların barınma, sağlık, eğitim ve sosyal yardım masraflarının karşılanması, bir beka sorunudur. 2026 bütçesi, bu demografik istilayı durdurmak için mi kaynak ayıracak, yoksa bu istilayı beslemeye devam mı edecek? Sınır güvenliğimize, hudutlarımızı koruyacak teknolojilere ayrılan pay, bu istilayı fonlayan payın yanında devede kulak kalıyorsa, o bütçe milli bir bütçe değildir.
Vizyonsuz Bir Çerçeve: Geleceği İnşa Etmek mi, Çöküşü İzlemek mi?
Bir bütçe sadece bugünün ihtiyaçlarını karşılamaz, aynı zamanda geleceğin temellerini atar. Peki, 2026 bütçesi, Türkiye’nin en temel uzun vadeli sorunlarına ne gibi çözümler sunuyor?
- Demografik Kriz: Türkiye’nin en büyük beka sorunu, Türk nüfusunun yaşlanması ve doğum oranlarının çöküşüdür. Bütçe, Türk ailelerini destekleyecek, gençleri evliliğe ve çocuk sahibi olmaya teşvik edecek somut, devrimci adımlar içeriyor mu? Yoksa kaynaklarımızı, demografik yapımızı dinamitleyen yabancı nüfusu beslemek için mi kullanacak?
- Dijital ve Teknolojik Egemenlik: Dijital dönüşüm, artık bir tercih değil, milli güvenlik meselesidir. Kendi yazılımını, kendi çipini, kendi yapay zekâsını üretmeyen bir Türkiye, geleceğin sömürgesi olmaya mahkûmdur. Bütçede Ar-Ge’ye, teknoloji start-up’larına, beyin göçünü tersine çevirecek projelere ayrılan kaynaklar, göstermelik rakamların ötesine geçiyor mu?
- Yeşil Ekonomi mi, Milli Ekonomi mi? “Yeşil Ekonomi” adı altında, küresel merkezlerin dayattığı, sanayisizleşmeyi ve üretimden kopmayı hedefleyen projelere mi para aktarılacak? Yoksa kendi enerji kaynaklarımızı bulup çıkaracağımız, tarımda kendi kendimize yeterliliği sağlayacağımız, suyu ve toprağı bir vatan toprağı gibi koruyacağımız milli bir kalkınma modeline mi yatırım yapılacak?
Sonuç olarak, 17 Ekim’de Meclis’e gelecek olan bütçe, bir siyasi tercihin ilanı olacaktır. Ya borçlanmaya, faize, ranta ve en önemlisi Türkiye’yi bir sığınmacı deposuna çeviren politikalara kaynak aktaran bir “talan bütçesi” olacak; ya da Türk Milleti’nin sırtındaki vergi yükünü hafifleten, faiz ve yandaş yerine üretime ve çiftçiye kaynak ayıran, sınır güvenliğini ve demografik yapımızı her şeyin önüne koyan bir “Milli Beka Bütçesi” olacaktır.
TBMM’deki her bir vekilin ve Yüce Türk Milleti’nin bu tercihi çok dikkatli izlemesi, tarihi bir görevdir.