Devlet, milleti “icat” etmedi; zaten var olan milletin bin yıllık bilinci üzerine inşa edildi. O “bölünmez bütünlük” ilkesi de bu inşaatın sarsılmaz temelidir.
Bu gün, son dönemdeki yeni anayasa tartışmalarının merkezinde yer alan ve aslında varlığımızın temeli olan bir kavramı masaya yatırmak istedim: Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü.
Zaman zaman siyasi tartışmaların hararetiyle, bazı temel ilkelerin sanki dün icat edilmiş, bugün ise kolayca değiştirilebilecek teknik metinler olduğu yanılgısına düşülebiliyor. Anayasa’nın 3. maddesinde yer alan “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” ifadesi de bu tür bir sığ yaklaşıma maruz kalabiliyor. Bu ifadeyi sadece bir hukuk metni, bir “tabir” olarak görmek, arkasındaki bin yıllık tarihi, kültürel birikimi ve sosyolojik gerçekliği göz ardı etmektir. Bu ilke, modern ulus-devletin bir icadı değil, zaten var olan bir realitenin hukuki düzleme taşınması, tescil edilmesidir.
Siyaset bilimi literatüründe ulusların kökenine dair iki temel yaklaşım bulunur. Birincisi “modernist” yaklaşımdır. Bu teoriye göre uluslar, sanayi devrimi, matbaanın yaygınlaşması ve merkezi bürokrasinin ortaya çıkışıyla birlikte 18. ve 19. yüzyıllarda devletler tarafından “icat edilmiş” modern kurgulardır. Bu bakış açısına göre, ulusu var eden şey, modern devletin ta kendisidir.
Ancak bu teori, resmin sadece bir parçasını açıklar ve oldukça eksiktir. İkinci ve daha kapsayıcı yaklaşım olan “etno-sembolizm” ise ulusların modern kurgular olmadığını, kökleri çok daha derinlerde olan, ortak mitlere, anılara, sembollere ve kültürel değerlere sahip tarihi topluluklara (etnie) dayandığını savunur. Modern ulus-devletler, bu önceden var olan etnik ve kültürel hamuru alıp onu modern bir siyasi yapıya dönüştürmüştür. Yani devlet, ulusu sıfırdan yaratmamış; var olan ulusal bilincin üzerine inşa edilmiştir.
İşte Türkiye Cumhuriyeti ve onun “bölünmez bütünlüğü” tam olarak bu ikinci yaklaşımın yaşayan bir kanıtıdır. Türk milleti, 1923’te bir anayasa maddesiyle icat edilmedi. Bu milletin harcı, Malazgirt Ovası’nda atların terkisine atılan ilk tohumla karıldı. Dede Korkut hikayeleriyle ortak bir dile ve hayal dünyasına, Ahlat’taki mezar taşlarıyla ortak bir hafızaya, Haçlı Seferleri ve Moğol istilası gibi ortak travmalara, İstanbul’un fethi gibi ortak zaferlere sahip oldu. Selçukludan Osmanlı’ya geçen idari ve kültürel miras, bu bütünlüğün iskeletini oluşturdu. Balkanlar’dan Yemen’e uzanan coğrafyada yüzyıllarca aynı idari çatı altında yaşamanın getirdiği kader birliği, bu bilinci perçinledi.
Milli Mücadele, bu bin yıllık sürecin ateşle imtihanıydı. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde “manda ve himaye” kabul olunamazken ve “milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz” kararı alınırken, ortada henüz modern bir anayasa yoktu. Ama ortak bir vatan bilinci, bölünmez bir bütün olma iradesi vardı. O irade, binlerce yıllık tarih süzgecinden damıtılarak geliyordu. Kurtuluş Savaşı, farklı coğrafyalardan, farklı meşreplerden insanların “vatan” adını verdikleri bu ortak payda için canlarını feda ettiği, millet olma şuurunun zirveye ulaştığı andır.
Dolayısıyla, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarına giren o “bölünmez bütünlük” ilkesi, bir temenni veya siyasi bir tercih değil, bu tarihi ve sosyolojik realitenin hukuki bir ifadesidir. O madde, sadece devletin sınırlarını değil, aynı dili konuşan, aynı acılarla üzülüp aynı zaferlerle sevinen, Çanakkale’de yan yana yatan, İstiklal Marşı’nda aynı heyecanı duyan bir milletin ruhunu ve varoluş nedenini tanımlar.
Bu ilkenin değiştirilmesini tartışmaya açmak, sadece bir anayasa maddesini değil, o maddenin arkasındaki Malazgirt’i, Söğüt’ü, Bursa’yı, Edirne’yi, İstanbul’u ve en nihayetinde Ankara’yı var eden kolektif ruhu tartışmaya açmaktır. Ulusu var eden o kadim özellikler her zaman mevcuttu ve modern ulus-devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti, tam da bu sarsılmaz temeller üzerine kuruldu. Anayasa, bu temelin tapu senedidir. Tapuyu yırtmak, arsanın altındaki zemini yok etmez ama evin kendisini sahipsiz ve savunmasız bırakır. Bu mirasa sahip çıkmak, her birimizin tarihi sorumluluğudur.