Alaska’da gerçekleşen Trump-Putin zirvesi, basit bir el sıkışmadan çok daha fazlasını ifade ediyor. Bu buluşma, küresel güç dengelerinin yeniden şekillendiği, geleneksel savaş araçlarının yanında hibrit tehditlerin yükselişe geçtiği yeni bir dönemin başlangıcı. Peki, Türkiye bu karmaşık jeopolitik satranç oyununda piyon olmaktan kurtulup, kendi ulusal çıkarlarını nasıl koruyacak?
Bazen tarih, coğrafyanın üzerine bir mühür basar. O mühür kazındığında, artık ne o toprak parçası eski anlamını taşır ne de üzerinde yürüyenler eski aktörlerdir. Ancak, bu mührü sadece sembolik anlamlarla yorumlamak, bizi büyük resimden uzaklaştırır. Dün, Anchorage’daki Elmendorf-Richardson askeri üssünün puslu ve serin havasında Donald Trump ve Vladimir Putin el sıkışırken olan tam olarak buydu. Bu, bir semboller tiyatrosu değil, bizzat güç dengelerinin ve ulusal çıkarların yeniden tanımlandığı bir jeopolitik hamledir.
Bu köşede sizlere anlatmaya çalıştığım bir şey var: Uluslararası ilişkiler bir satranç oyunudur. Bu oyunda duygulara, sembolizme ya da metafizik analizlere yer yoktur. Her hamle, rasyonel bir temele dayanır ve devletlerin somut çıkarlarını korumayı amaçlar. Ukrayna’da akan kanın durdurulması bahanesiyle yapılan bu zirve, ne barış getirme tiyatrosudur ne de sınırların geçiciliğine dair soyut bir mesaj. Bu, Büyük Güçlerin kendi aralarındaki etki alanlarını ve kırmızı çizgileri belirleme çabasıdır.
Alaska zirvesi, bu yeni dönemin en somut ve en rasyonel örneklerinden biridir. Neden Alaska? Bu sorunun cevabı, iki başkent arasında orta nokta olması ya da güvenlik gibi basit lojistik sebeplerden ibaret değildir. Alaska, ABD ve Rusya’nın doğrudan komşu olduğu bir bölgedir. Bu zirve, iki nükleer gücün, coğrafi olarak en yakın oldukları noktada buluşarak dünyaya “Bizim aramızdaki meseleler, bölgesel aktörlerin çok ötesinde bir boyutta ele alınacaktır” mesajını verdiğini gösterir. Bu, Türkiye gibi bölgesel bir gücün, stratejik hamlelerini belirlerken çok dikkatli olması gerektiği anlamına gelir.
Daha derin bir katman, modern savaşın yeni gerçekliğidir. Rakibinizin tank sayısını veya füze menzilini bilmek hala hayati öneme sahiptir. Ancak, artık bu bilgilere ek olarak, rakibinizin sizin halkınızın ne düşüneceğini, neye inanacağını sizden daha iyi bilmesi ve bu bilgiyi siyasi istikrarınızı sarsmak için kullanması da mümkündür. Yapay zekâ, dezenformasyon ve psikolojik harekât gibi hibrit savaş unsurları, geleneksel askeri gücün tamamlayıcısı değil, yeni bir cephesidir. Savaşlar sadece cephelerde değil, zihinlerde ve algılarda da kazanılır. Ancak, bu durum somut gerçeklerden vazgeçtiğimiz anlamına gelmez. Tank ve füze sayısını bilmeyen bir devlet, algı savaşını kazansa bile ayakta kalamaz.
Peki, bu dijital ve algoritmik kuşatmanın dışında bir yer var mı? Evet, var. O da ulusal akıl ve devletin bekası için rasyonel düşüncedir. İstihbarat, ne tankları ne de halkın düşüncelerini takip etmekten ibaret olamaz; her ikisini de bütüncül bir yaklaşımla ele almak zorundadır. Komplo teorileriyle uğraşmak yerine, uluslararası ilişkilerde hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını ve her hamlenin ardında somut bir çıkarın yattığını bilmek gerekir.
Alaska’da el sıkışan o iki adam, eski dünyanın yıkılışını değil, güç dengelerinin ve ulusal çıkarların yeniden yapılandığını temsil ediyor. Bu oyunda ezberlediğimiz kurallar geçerlidir, ancak oyunun araçları değişmektedir. Türkiye olarak, bu yeni dönemin risklerini ve fırsatlarını doğru okumalı, duygusallıktan uzak, rasyonel ve ulusal çıkarlarımızı merkeze alan bir dış politika izlemeliyiz. Aksi takdirde, bu büyük güçler arasında piyon olmaktan öteye gidemeyiz.
Perde Alaska’da açıldı. Oyun şimdi başlıyor. Ve bu oyunda, sadece devlet aklıyla hareket edenler ayakta kalacaktır.