Hukukun Siyasi Kutup Işıkları: Siyasi Kast Sistemi, İktidar ve Muhalefete Farklı Uygulamanın Yıkıcı Sonuçları
Bir ülkede hukuk sisteminin, siyasi aidiyetlere göre farklılaşması, yani iktidar yanlılarına bir hukuk, muhalefet yanlılarına başka bir hukuk uygulanması, modern bir devlette yaşanabilecek en tehlikeli kırılmalardan biridir. Bu durum, toplumda derin yaralar açar, adalete olan inancı yok eder ve uzun vadede devletin temelini sarsar. Tarihte çoklu hukuk sistemleri, dini veya etnik farklılıklara göre oluşsa da, siyasi kutuplaşmanın hukuka yansıması çok daha yıkıcı sonuçlar doğurur.
Adaletin Kalbine İhanet: Güvenin Çöküşü
Hukukun siyasi saiklerle eğilip bükülmesi, en başta adalet sistemine olan kamu güvenini temelden sarsar. Vatandaşlar, mahkemelerin kararlarının hukuka değil, siyasi güç ilişkilerine göre şekillendiğini düşündüğünde, ne yasal süreçlere ne de yargıçlara inançları kalır. Bu durum, hukuk devleti ilkesinin özüne aykırıdır. Bir toplumda adalete güven kalmadığında, insanlar haklarını yasal yollarla aramak yerine, kendi yöntemleriyle çözmeye yönelebilirler. Bu da sosyal kaosa, şiddet sarmalına ve toplumsal çözülmeye zemin hazırlar. İktidarın lehine verilen “hızlı” kararlar veya muhalefet aleyhine işleyen “geciken” süreçler, bu güvensizliği daha da pekiştirir. Adalet terazisinin şaşması, sadece yargılanan kişileri değil, tüm toplumu hasta eder.
Ayrımcılık ve Eşitliğin Yok Oluşu: Siyasi Kast Sistemi
Hukukun siyasi tercihlere göre şekillenmesi, kaçınılmaz olarak ayrımcılığa ve eşitlik ilkesinin çiğnenmesine yol açar. Anayasalarda güvence altına alınan “kanun önünde eşitlik” prensibi, iktidar yandaşlarına ayrıcalık, muhaliflere ise dezavantaj sağlamakla ihlal edilmiş olur. Bu durum, toplumda siyasi bir kast sistemi oluşturur. İktidara yakın olanlar dokunulmazlık zırhına bürünürken, muhalifler en küçük bir hatada dahi ağır sonuçlarla karşılaşabilirler.
Bu siyasi ayrımcılık, sadece yargı süreçlerinde değil, aynı zamanda kamu kaynaklarının dağıtımında, ihalelerde, bürokratik atamalarda ve hatta günlük hayattaki etkileşimlerde de kendini gösterir. Muhalif iş insanları ekonomik baskılara maruz kalabilir, muhalif görüşteki gazeteciler veya akademisyenler işlerinden olabilir, sivil toplum kuruluşları üzerindeki denetimler sıklaşabilir. Bu tür uygulamalar, adil rekabet ortamını yok eder, yetenek ve liyakat yerine siyasi sadakati ön plana çıkarır ve toplumsal ilerlemenin önünde büyük bir engel teşkil eder.
Demokrasinin Çöküşü ve Otoriterleşme Tehlikesi
Hukukun siyasi bir araç haline getirilmesi, demokrasinin temelini dinamitler. Demokratik sistemlerde iktidarların değişimi, serbest ve adil seçimlerle sağlanır. Ancak hukuk, siyasi rakipleri susturmak, itibarsızlaştırmak veya elimine etmek için kullanıldığında, seçimlerin anlamı kalmaz. Yargı, siyasi muhalefeti terörize etmek veya sindirmek için bir silah olarak kullanıldığında, parlamenter denetim zayıflar ve otoriterleşme eğilimleri güçlenir.
Muhalif partilerin liderlerine açılan davalar, siyaset yapma haklarının kısıtlanması veya haksız yere hapis cezaları, siyasi alanın daralmasına neden olur. Bu durum, siyasi katılımı azaltır, vatandaşların siyasi süreçlere olan inancını zayıflatır ve toplumsal muhalefetin sesini kısar. Demokrasi, özünde hukukun üstünlüğüne dayanır; bu ilke ortadan kalktığında, geriye sadece kağıt üzerinde bir demokrasi kalır.
Ekonomik İstikrarsızlık ve Uluslararası İtibar Kaybı
Hukuki güvensizlik, sadece iç siyaseti değil, ekonomiyi ve uluslararası ilişkileri de olumsuz etkiler. Yatırımcılar, hukukun siyasi rüzgârlara göre değiştiği bir ülkede sermayelerini riske atmaktan çekinirler. Yabancı yatırımlar azalır, yerli sermaye kaçmaya başlar. Mülkiyet haklarının ve sözleşme özgürlüğünün güvence altında olmadığı bir ortamda, ekonomik büyüme sürdürülemez hale gelir. Bu da işsizlik, yoksulluk ve toplumsal huzursuzluk döngüsünü tetikler.
Uluslararası alanda ise, hukuk sistemindeki bu çifte standartlar, ülkenin itibarını zedeler. İnsan hakları ihlalleri, adil yargılanma hakkının çiğnenmesi gibi konular, uluslararası raporlarda yer alır ve ülkenin uluslararası arenadaki konumunu zayıflatır. Diplomatik ilişkiler gerilebilir, ekonomik yaptırımlar gündeme gelebilir. Bir ülke, siyasi gücün hukukun üzerinde görüldüğü bir yer olarak algılandığında, uluslararası ortaklıklar kurması ve küresel platformlarda saygı görmesi zorlaşır.
Toplumsal Barışın Sonu
Son olarak, hukukun siyasi ayrıştırma aracı olarak kullanılması, toplumsal barışı tehdit eder. Adaletsizliğe uğradığını düşünen kesimler arasında kin ve nefret duyguları birikir. Farklı siyasi görüşlere sahip insanlar arasındaki köprüler yıkılır, hoşgörü azalır ve kutuplaşma derinleşir. Bu durum, zamanla geri dönülmez toplumsal çatlaklara, hatta şiddet olaylarına yol açabilir. Bir toplumun birlik ve beraberliği, vatandaşlarının kanun önünde eşit olduğuna ve adaletin herkes için erişilebilir olduğuna inanmasıyla mümkündür.
Özetle, iktidar ve muhalefet yanlılarına farklı hukuk uygulamaları, sadece bireysel hak ihlallerine değil, aynı zamanda devletin kurumsal yapısının çöküşüne, demokrasinin erozyonuna, ekonomik istikrarsızlığa ve toplumsal barışın bozulmasına yol açan zincirleme reaksiyonları tetikler. Hukukun evrensel ve herkes için eşit bir şekilde uygulanması, sağlıklı bir toplum ve güçlü bir devletin olmazsa olmazıdır. Aksi takdirde, kaybeden sadece muhalefet değil, tüm bir millettir.