roza-kurban
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Doğumunun 190.Yılında Tatar Bilgini Kayyum Nasiri -3

Doğumunun 190.Yılında Tatar Bilgini Kayyum Nasiri -3

0
Paylaş

Kayyum Nasiri – halk edebiyatını derleme, yayımlamanın yanı sıra çevriler de yaparak Tatar Edebiyatına önemli katkılarda bulunmuştur. Aynı zamanda Nasiri daha önce icat eden şairlerin eserlerini inceleme-araştırma işlerini başlatan kişilerden birisidir. Nasiri’nin Tatar Edebiyatı’na adım atması “Kırk Vezir” adlı eseri Osmanlıcadan Kazan Tatarcasına çevirmesi ile başlamıştır. XIV. Yüzyılda bir Arap yazar tarafından kaleme alınan bu eser “Kırk Gün ve Kırk Gece” adı ile yayınlanmış olup, XV. Yüzyılda Türk yazar Şeyhzade Ahmet Mısri tarafından tekrar değerlendirilmiş ve “Kırk Vezir” adını almıştır. Türkçesi 121 masaldan ibaret olan kitabı Kayyum Nasiri biraz kısaltmıştır. 1868 yılında yayımlanan bu kitap halk arasında büyük yankı bulmuş ve 8 defa basılmıştır. Dürüstlük, namusluluk, kahramanlık üzerine yazılan bu masallarda yalancı, kötü ve sinsilerin her zaman mağlubiyete uğradığı vurgulanmıştır.

  1872 yılında yayımlanan “Ebu Ali Sina” adlı eserinde ise, Orta Asya’da yaşayan büyük bilgin – Türk İslam filozofu, hukukçu ve hekim İbni Sina[1] ( 980–1037) hakkındaki hikâyeler bulunmaktadır. Kayyum Nasiri’nin bu eseri Tatarcaya çevirmesi bir tesadüf değildir, İbni Sina’nın felsefi fikirleri, bilginin gelişiminde akıl, deney ve gözlemin ayrılmaz bir bütün olduğunu savunması Kayyum Nasiri’nin de ilkeleri ile örtüşmüştür. Eserin kahramanı zekâsı ve bilgisi ile padişahların önünde her zaman üstün çıktığını göstererek okurun dikkatini üzerine çekmiştir.

  Kayyum Nasiri 1879 yılında “Fevakuhel-Cölasa Fil-Edebiyat” (Edebiyat Hakkında Meclislerin Meyveleri) adlı büyük bir eser üzerinde çalışmıştır. 615 sayfadan ibaret olan bu büyük eser 40 bölüm halinde sunulmuştur. Kitapta, Batı Edebiyatından örnekler, insanın ahlaki vasıflarını yansıtan felsefi fikirler, Tatar şairleri Abdurahim Utız İmeni (1754–1834), Abdulcebbar Kandalıy (1797–1860) şiirleri yer almaktadır. Bu eserin kısaltılmış şekli 1880 yılında “Kırk Bahçe” adı altında yayınlanmıştır. Eserde öğrenilmesi ve korunması gereken geleneklerden bahsedilmiştir. “Kırk Bahçe” kitabında hikmet, vecize ve özlü sözlere geniş yer verilmiştir. Onlardan bazıları: “Eğer birisine ilim öğretmek istersen, önce kendi kendini öğret”, “Büyüklük akıl, edep ile nesil-nesep ile değildir”. “Fevakuhel-Cölasa Fil-Edebiyat” adlı eserin tamamı 1884 yılında Kazan Üniversitesi Matbaasında basılmıştır. Önsözde Kayyum Nasiri kendini çevirmen ve hazırlayan olarak tanıtmıştır. Dil bilgisi üzerinde çalıştığı kitaplarındaki gibi Kayyum Nasiri bu eserinde de skolâstik edebiyattan kurtulup halk edebiyatına dikkat çekilmesi gerektiğinin altını çizmiş, eski fikirlerden kurtulmanın zorunluluğunu belirtmiştir. Bu eserinde Kayyum Nasiri yazar kimliğini de ortaya koymuştur.

  Kayyum Nasiri’nin halk edebiyatı, etnografyasını toplaması, onları hazırlayıp sunması, yayınlaması Tatar Halk Edebiyatı’nın gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. O, Tatarların yanı sıra bu eserlerini Rus bilginlerine de tanıtmıştır. Konuyla ilgili Nasiri şöyle demiştir: “ Tatar hayatını aydınlatmada… uzun yıllar devamında bu hayatı araştırma ve gözlemlemeler üzerindeki çalışmalarımın sonucunu onlar (Ruslar R.K) ile de paylaşmayı kendime borç biliyorum”.[2]

  Kayyum Nasiri birçok eserinde halka tarih bilincini aşılamak amacı ile tarihe de değinmiş ve önemli bilgiler vermiştir. Mitoloji ve etnografya hakkında yazdığı kitaplarında o, tarihçilerin araştırmadığı, hiç el atmadığı belgeleri bulup bilim dünyasına kazandırmıştır. “Bizim amacımız Rus tarihinde olmayan olayları, halk edebiyatındaki rivayetleri ortaya çıkarmaktır”[3] diyen Kayyum Nasiri, Tatarların tarih sayfalarında yer almasından yana tavır koymuştur. Konuyla ilgili 1880 yılında Petersburg’da yayınlanan “Tatarların İnanç ve İtikatları” ve Nasiri’nin ölümünden sonra 1926 yılında Kazan’da yayınlanan “Tatar Etnografyası Bilgileri” adlı eserlerini buna örnek olarak göstermek mümkündür.  
 
   Kayyum Nasiri aynı zamanda bir eğitimcidir. Eğitim ve terbiye ile ilgili söyledikleri sözleri bugün de güncelliğini korumaktadır. Nasiri, 1891 yılının takvimi için yazdığı “Terbiye” adlı makalesinde terbiye kelimesinin anlamını şu sözlerle izah etmiştir: “ Terbiye ancak yedirip, içirip fiziksel olarak gelişme değildir, terbiye aklı ve zihni terbiye kılmaktır[4] Kayyum Nasiri yazısında aile ve çevre terbiyesinin de kâmil olması gerektiğini vurgulamıştır. Nasiri çevri eserlerini seçerken terbiye ile ilgili konuların bulunmasına dikkat etmiştir.

  Nasiri döneminde Tatarlarda müzik sanatına olan bakış açısı karışık olmuştur. Müzik dinlenmeli midir, dinlenmemeli midir gibi tartışmaların yaşandığı yıllarda Kayyum Nasiri müziğin faydalarından bahsetmiş ve müziğin ruhin gıdası olduğu fikrini ileri sürmüştür.

  1882 yılında yayınlanan “Kabusname” adlı eserinde şairlerden söz ederken, şair şiirini yazarken anlamadığı bilmediği kelimeleri kullanmamalıdır, şiirindeki her kelimesi açık olmalı ve belli bir fikir taşımalıdır, şiirin belli bir amacı olmalıdır demiştir.

  Kayyum Nasiri birçok alanda önemli çalışmalarda bulunan, söylediği fikirleri bugün de güncelliğini koruyan istisna insanlardan birisidir. O, tüm ömrünü ve eserlerini Tatar halkının milli aydınlanmasına adamıştır. Nasiri, Tatar milli aydınlanma yolunda bir meşale gibi yol göstericidir. Kayyum Nasiri Tatar edebi dilinin gelişmesi, sadeleşmesi için yılmadan yorulmadan çalışmıştır. Onun eserleri Tatar edebi dili tarihinde derin iz bırakmıştır. Milletine hizmet etmekten zevk alan Kayyum Nasiri’nin adı Tatar Dünyası’nın sınırlarını aşarak tüm Türk Dünyası’na da ulaşmıştır. “İkdam” gazetesi muharriri Ahmet Cevdet Bey’in Kazan’a gelerek Nasiri’yi evinde ziyaret etmesi onun dış Türkler arasında takdir edildiğinin göstergesidir. Ünlü Tatar yazarı, Stalin Devri kurbanı Mehmüt Galeü[5] (1886–1938) “Muhacirler” adlı tarihi romanında Ahmet Cevdet Bey’in Nasiri’yi ziyaretinden şöyle bahsetmiştir: “ Cevdet Bey’le Gülnar Hanım,[6]ünlü Türk yazarlardan olup, şimdi onlar Rusya gezisine çıkmışlar ve Kazan’dan geçerken, Türkiye’de “şimali Türkleri” diye adlandırılan İdil boyu Tatarlarının tanınmış şahsiyetleri ile fikir alışverişinde bulunmak istemişler… Onların Kayyum Nasiri’yi ziyarete gelmelerinin nedeni de budur.

  Kapıdan ilk Gülnar Hanım girdi. Uzun boylu, pembe dudaklarının arasından inci gibi beyaz dişleri olan, parlayan güzel yüzlü bir bayandı. Arkasından Cevdet Bey göründü. O sakalını tıraş etmiş, uzun siyah bıyıklı, bakışlarından zeki birisi olduğu belliydi.
  Odayı parfüm kokusu sardı.
  Onlar Avrupa eğitimi almış, zarif kıyafetli, hareketleri kibar olan hakikaten “zıyalı insanlar” olup, onların kılık-kıyafeti odanın dağınıklılığı ile uyumsuzdu.
  Kayyum amca toprak odasının misafirler üzerinde kötü etki bıraktığını anlasa da, renk vermedi, misafirlerle selamlaştı ve onlara oturacak yer gösterdi.
  Misafirler, güzel kıyafetlerinin kirlenmesinden veya bir şeye takılıp yırtılmasından korkarcasına, tereddüt içinde sandalyelere oturdular. Önde gelen Tatar bilginin kıyafeti İstanbul’dan gelen misafirleri hayrete düşürmüştü. Onların bakışlarında buraya geldikleri için bir pişmanlık vardı.
  Uzun sessizliği Cevdet Bey bozdu.
– Siz cenabı âlilere saygımızı gösterebildiğimiz için mutluyuz. Zamansız geldiysek, özür dileriz efendim!- dedi.
  Kayyum amca onlara teşekkür ettikten sonra, kılık kıyafeti için özür diledi.
  Yavaş yavaş sohbet başladı. Misafirler Kayyum amcanın ilmi çalışmaları, yazılan ve yazılacak olan eserlerini sordular; Kayyum amca bu sorulara kısa kısa yanıtlar verdi. Sonunda misafirler, bu ziyaretin anısı olarak ondan bir resim rica ettiler.
– Resme çekilmediğim için sizin bu ricanızı yerine getiremiyorum… Genel olarak resme çekilmeyi boş ve gereksiz bir iş olarak görüyorum, – dedi Kayyum amca.  
  Biraz daha konuştuktan sonra, konuşulacak bir şey kalmayınca, onlar büyük bir memnuniyetle “yeni Tatar medeniyetinin ocağı” olan bu evden gitmeye acele ediyorlardı.
  Kayyum amca misafirlerini güler yüzle uğurladı, ancak misafirler gözden kaybolduktan sonra:
 – Onlar Kazan’ı Paris sanmışlar galiba!… Kendileri burada yaşayıp çalışsalardı, bilirlerdi Tatar halkına hizmet etmenin ne olduğunu!- diyerek içende biriken kızgınlığını dile getirdi.”[7] (Çev. R.K.) Metinden de göründüğü üzere Kayyum Nasiri çok zor şartlar altında çalışmalarını sürdürmüştür. Bu parçayı Türk ve Tatar aydınları arasındaki farkın ne kadar büyük olduğunu göstermek için sundum. Rus esareti altında yaşayan Tatarlar şartlar ne kadar zor olursa olsun yazmaktan, üretmekten vazgeçmemiş ve Kayyum Nasiri gibi yüzlerce bilim adamı, aydın yetiştirmiştir.

   Kayyum Nasiri’nin zamanında değeri bilinmemiştir. Ölümünden sonra takdir görmeye başladığı hakkında Prof.Dr. Saadet Çağatay şunları yazmıştır: “Nasiri ölümünden sonra hakkiyle takdir edilmeye başlamıştır. Genç nesil münevverleri tarafından “Kayyum Babay” (Kayyum Dede R.K.) diye adlandırılmaktadır. Yaşadığı devirde, saçtığı ilim ve irfan ışığı ile gereken vazifesini yapmış olduğu gibi, onun fikir ve sözlerinin yalnız o devre ait olmayıp, her devir için değerli olduğu artık anlaşılmıştır.”[8]

KAYYUM NASİRİ’NİN İZİNDEN GİDENLER.

   Tatar Edebi Dilinin gelişiminde başlangıçların başlangıcı olan Kayyum Nasiri’nin işlerini devam ettirenler arasında ünlü eleştirmen, edebiyat bilgini, dilci, siyaset yazarı ve gazeteci, tarihçi, eğitimci, devlet adamı ve Tatar edebiyatının gelmiş geçmiş en ünlü roman yazarı, Stalin Devri kurbanı Alimcan İbrahimov (1887–1938) bulunmaktadır. O, Kayyum Nasiri’nin Tatar tarihindeki yerinden bahsederken Tatar halkının “büyük reformcusu, sade Tatar dilinin savunarak doğru yönü gösteren bilgindir” demiştir.[9]

  Kayyum Nasiri’nin kardeşi Abdülkavi’nin kızı Hebire Nasiriye (1882–1912) de amcasının yolunu seçmiştir.  Kayyum Nasiri yeğeninin gelecek vaat ettiğini daha küçük yaşlarında fark etmiştir. Hebire’nin bilimsel çalışmalarına amcasının etkisinden dolayı başladığı aşikârdır. Hebire Nasiriye’nin “Fars, Arap ve Türkî Lügati” 1902 yılında yayınlanmıştır. Bu kitap o günlerin en önemli problemlerinden birisi olan dil problemine atfedilmiştir. Nasiriye, o zamanlar Tatar dilinde halkın anlamadığı kelimeleri Türk lehçesinde vermiştir. Hebire Nasiriye bu kitabı hazırlarken Kayyum Nasiri’nin çalışma yöntemini kullanmış, amcasının fikirlerine de başvurmuştur. Hebire Nasiriye’nin diğer “Mözehike” adlı kitabı 1904 yılında Kazan’da yayınlanmıştır. Bu kitapta 80 civarında hikâye hem fıkra bulunmaktadır. Eser “Kızarsan okuma, sevmesen dinleme” cümlesi ile başlamıştır. Kitaptaki hikâyeleri birkaç konu başlığı altında toplamak mümkündür. Kitapta, toplumdaki adaletsizlik, zenginlerle fakirler arasındaki çatışmalar gibi konular ön plana çıkmaktadır. Tatar edebi dilinde XIX. yüzyılda meydana gelen çığırın gelişmesinde Hebire Nasiriye dilci ve folklorcu olarak büyük katkıda bulunmuştur. 

  Yeşil Üzen bölgesinin yetiştirdiği değerler XX. yüzyılın ikinci yarısında da kendinden söz ettirmiştir. Bu değerli insanlar bugün de Kazan Devlet Üniversitesi’nde[10] görevlerini sürdürmekte ve Türk-Tatar Dünyası için yeni bilinçli nesiller yetiştirmeye devam etmektedir. Bahsedeceğim bu hocalardan Kazan Devlet Üniversitesi öğrencisiyken ben de ders almıştım. Onların ilki, Rezeda Kadir kızı Ganiyeva’dır. Rezeda Ganiyeva (1932), Kayyum Nasiri ile aynı köydendir. Yukarı Şırdan köyünün adı şimdi Keçe (Küçük) Şırdan olarak değiştirilmiştir. Rezeda Ganiyeva, Kazan Devlet Üniversitesi’nin Tatar Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitimine başlamış ve başarıyla bitirmiştir. Daha sonra yüksek lisans yapmak için Moskova Üniversitesi’ne başvuran Ganiyeva, üniversiteye kabul edilmiş ve 1964 yılında “Abdullah Tukay Yergisi” başlıklı tezini savunarak filoloji dalında doktor adayı olmuştur. Rezeda Ganiyeva 1963 yılından itibaren Kazan Devlet Üniversitesi’nin Tatar Edebiyatı kürsüsünde çalışmaya başlamıştır. Üniversitede Tatar ve Şark Edebiyatı Tarihi üzerine dersler vermektedir.  Çalışmanın yanı sıra araştırmalarına da devam eden Ganiyeva doktora dersleri de almıştır. 1992 yılında “ Doğu Rönesans’ı ve Türkî Edebiyatlarda Onun Gelenekleri” başlıklı doktora tezini sunduktan sonra 1993 yılında profesör olmuştur. Ganiyeva, “Ayaz İshaki İcadı”, “Tukay İcadında Gerçekçilik Meselesi”, “Doğu Edebiyatında Edebi Yöntem Meselesi”, “Güldürü Teorisi” konulu bilim dalları üzerinde başarılı çalışmalar yürütmüştür. Aynı zamanda Ganiyeva, Tatar Edebiyatının Tarihi ve Teorisi, Tatar Edebiyatının Avrupa, Rus, Ukrayna, Arap, İran, Tacik ve Türk Edebiyatı ile olan bağları hakkında derin araştırmalar yapmıştır. Tatar Edebiyatı sahasına kendi öğrencilerini de çekmeyi başaran Rezeda Ganiyeva 7 kitap, 5’ten fazla ders kitabı ve 300’den fazla bilimsel makale yazarak bilim dünyasına katkıda bulunmuştur. Yukarıda da bahsettiğim gibi Rezeda Ganiyeva’dan ben de “Doğu Halkları Edebiyatı” dersini almıştım. Çağatay şairi ve devlet adamı Ali Şir Nevaî (1441–1501), şair ve düşünür Mevlâna Celâleddin Rumî (1207–1273) vs. hakkında ilk kez hocamızdan dinlemiştim. Daha sonra 1995 yılında evlenip Türkiye’nin Konya şehrine geldiğimde Mevlana Müzesini gezerken kulağımda hocamın anlattıklarını duyuyor gibiydim. Müzenin hediyelik eşyalar sattığı yerden Mevlana ile ilgili kartpostal, kitaplar alarak hocama götürüp hediye etmiştim. Çok sevinmişti… Şimdi aradan 15 yıl kadar zaman geçtiğinde, tekrar not aldığım defterlere şöyle bir göz gezdirdim, öğrencilik günlerim deldi aklıma. “Ne kadar çok şey öğretmişsiniz hocam, teşekkür ederim” demek geldi içimden, fakat ondan çok uzaklarda olduğum için bu sözlerimi söyleyemiyorum…

  Yeşil Üzen bölgesinin bilim dünyasına kazandırdığı ikinci değerli şahıs Gomer Feyez oğlu Sattarov. Hocaların hocası olan Gomer Sattarov (1932), benim hemşehrimdir. Yeşil Üzen bölgesinin Molla İli köyünde dünyaya gelen Sattarov ilk-ortaokul ve liseyi bitirdikten sonra Kazan Devlet Üniversitesi Tarih-Filoloji kürsüsünün Tatar Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanış ve 1955 yılında üniversiteyi başarıyla bitirdiği için aynı üniversitede göreve başlamıştır. Sattarov, “Yerli Lehçe Şartlarında V-VIII. Sınıflarda Tatarca Konuşma Kültürünü Geliştirme” konulu yüksek lisans tezini 1963 yılında savunmuştur. Tataristan’ı karış karış gezip araştırmalarda bulunan bu millet sevdalısı hocamız “Tataristan’ın Antroponimimi (kişi adlarını inceleyen bilim dalı)” başlıklı doktora tezini hazırlayıp sunmuştur. Tezi kabul gören Sattarov 1975 yılında filoloji doktoru olmuştur. Kazan Devlet Üniversitesinin Tatar Dili Bölümünde görev yapan Prof. Dr. Gomer Sattarov, Çağdaş Tatar Dilinin Leksikolojisi (sözlük bilimi), Türk-Tatar Onomastiğinin (özel adlar ve özellikle kişi adları bilimi) Temelleri, Tatar Diyalektolojisi (lehçe bilimi), Lisede Tatar Dilini Okutma Yöntemleri derslerine girmektedir. Sattarov’un uzmanlık alanları “Tatar Antroponimimi”, “Tatar Toponimimi”, “Okullarda Tatar Onomastiği”, “Okullarda Konuşma Kültürü”dür. Antroponimi, toponimi ve onomastik alanlarında kapsamlı çalışmalar yaptığından dolayı Gomer Sattarova “Tatar Onomastiğinin Babası” denir. Sattarov, “Türk-Tatar Onomastiği Tarihi”, “Tatar Milletinin Dil ve Budun Bilimi”, “Tatar Şiir Sanatı ve Şiir Onomastiği”, “Tatar Diyalektolojisi”, “Lisede Tatar Dilini Okutma Yöntemleri” ve “Tatar Dilinin Çağdaş ve Tarihi Leksikolojisi” konularında Tatar Dili sahasındaki büyük çığırın güçlü öncüsüdür. Gomer Sattarov’un 500 civarında bilimsel makalesi, 26 kitabı ve 60 ders kitabı bulunmaktadır. Kabına sığmayan bir yapıya sahip olan Gomer Sattarov, ders verme, kitap ve makale yazmasının yanı sıra birçok yüksek lisans ve doktora öğrencisine tez danışmanlığı yapmaktadır. Bugüne kadar mezun ettiği 53 yüksek lisans ve 10 doktora öğrencisi hocalarının yolundan ilerlemektedir. Hocaların hocası Gomer Sattarov 1994–1999 yılları arasında Tatar Dili kürsüsü başkanlığını yapmış olup, bugün başkanlık görevini onun öğrencisi Gölşat Reis kızı Galiullina yürütmektedir. Sattarov – Oleg Reşit oğlu Hisamov, Mönire Helilrahman kızı Enverova vs. öğrencileri ile beraber çalışmaktadır. Diğer öğrencileri ise Tataristan, Rusya ve Türk Cumhuriyetleri’nin çeşitli üniversitelerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Bilim yoluna baş koyan Gomer Sattarov, aynı zamanda benim de hocamdı. Üniversitedeki bazı hocalar aradan uzun yıllar geçse de unutulmazlar, bazılarının ise simaları bile gelmez gözümüzün önüne. Gommer Sattarov unutulmayan, belleklerimizde derin iz bırakan bir hocaydı. Derse girer girmez önce yoklama yapar – adımızı, soyadımızı, nerden olduğumuzu sorardı. Bölge ve köy adlarımızı söyledikten sonra, “Orada böyle bir tepe var” veya “Orada böyle bir nehir var” diyerek tepe, nehir, dere vs. adlarını söylerdi. Şaşkınlıktan dilimizi yutardık. Her yeri nereden biliyor, en önemlisi tüm bunları nasıl aklında tutuyor diye şaşırırdık. Hocamız derin bilgi birikimi ve zihin kuvveti ile bizi hayrete düşürürdü. Sonra derse geçer anlatmaya başlardı. Yunan filozof Aristoteles’in (M.Ö. 384–322): “Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söylediği her şeyi düşünerek söyler” sözleri hocamız Sattarov için de geçerlidir. Ders anlatırken dersin nasıl geçtiğini anlamıyorduk, hocamız hararetli konuşmaları ile tüm dikkatleri üzerine topluyordu. Konuşmalarından Tatar milletini candan sevdiğini hissediyorduk. Dil Bilgisi dersinde alıntı kelimelerden bahsederken, Rusların birçok kelimeyi Tatarlardan aldığının altını çizerek örneklerle anlatırdı. Örneğin, Rusların Kremlin kelimesi Tatarların Kirmen (Türkçe kermen veya kale), Tamojnya (gümrük) – Tamga (Türkçe damga), Dengi (para) – Teñke  (Türkçe tenge veya madeni para) kelimesinden olduğunu söylerdi. Hocamız, Türk-Tatarların şanlı tarihinden bahseder, Tatar olduğu için gururlanırdı. Tatarlar için Vatan simgesi olan İdel-İtil nehrinin “büyük nehir”, büyük Hun hükümdarı Attila (400–453) adının “İdelle-İdilli İdil boyunda doğan”[11] anlamına geldiğinin altını çizerdi.

  Kazan Devlet Üniversitesi öğrencisiyken, hocam Gomer Sattarov danışmanlığında 2 yıl “Nekıy İsenbet Dramaturjisinin Şiirsel Onomastiği” başlıklı dönem tezi hazırlayıp başarılı bir şekilde sunmuştum. “Tatar Ana Okulunda Konuşma Geliştirme” konulu yüksek lisans tezimi Prof. Dr. Fehime Hisamova başkanlığında hazırladım, hocam Gomer Sattarov ise tez savunana itiraz eden (opponent) sıfatıyla katıldı. Tezimi kusursuz hazırladığımı söyleyen Sattarov övgü dolu sözleri ile beni gururlandırmıştı.

  Bir bilginin “Planınız bir yıl içinse pirinç ekin, on yıl içinse ağaç dikin, yüz yıl içinse insanları eğitin” sözlerinden yola çıkarak hareket eden saygıdeğer hocalarımıza şükranlarımı sunuyorum. Onlar Türk-Tatar bilim dünyası için çalışan fedakâr insanlardır.  

  Doğumunun 190.yılında büyük Tatar bilgini Kayyum Nasiri halen Tatar halkı tarafından saygı ile anılıyorsa, bu onun seçtiği yolun doğru olduğunu göstermektedir. Millet kendine hizmet eden ve candan bağlı olan şahsiyetlerini unutmaz.

  İngiliz filozof John Stuart Mill (1806–1873): “Bir ulusun değerleri, o ulusu meydana getiren bireylerinin değerleriyle ölçülür.”demiştir. Tatar ulusunun meydana getirdiği değerler, yalnız Kazan Tatarları için değil tüm Türk Dünyası için önemli katkılarda bulunmuştur. Kayyum Nasiri, Gomer Sattarov, Rezeda Ganiyeva ve daha nicelerini bağrında barındıran Tatar ulusu hiç kuşkusuz büyük bir ulustur ki, tarihte de adını altın harflerle yazdırmıştır.  

KAYNAKÇA

  1. Çağatay, Saadet, Prof. Dr. Saadet Çağatay’ın Yayınlanmış Tüm Makaleleri, C.2, Yayına Hazırlayan Prof. Dr. Aysu Ata, İstanbul 2008.
  2. Galeü, Mehmüt, Möhecirler (Muhacirler), Kazan 2000.
  3. Gaynullin, M., Tatar Edebiyatı Tarixı- Kayum Nasiri (Tatar Edebiyatı Tarihi-Kayyum Nasiri), C.2, Kazan 1985.
  4. Gıylacev, T.Ş., Tatar Filologiyese hem Tarixı Fakultetı ( Tatar Filolojisi ve Tarihi Kürsüsü), Kazan 2004.
  5. Hakov, Vahit, Tatar Edebi Tele Tarihı (Tatar Edebi Dilinin Tarihi), Kazan 1993.
  6. İshaki, Muhammet Ayaz, Hayatı ve Faaliyetleri, Ankara 1979.
  7. Safiullina, F.S., Zekiyev, M.Z., Hezerge Tatar Edebi Tele (Çağdaş Tatar Edebi Dili), Kazan 1994.
  8. Sattarov, Gomer, Atamalar Dönyasına Seyehet ( Terimler Dünyasına Seyahat), Kazan 1992.  
  9. Tatar Ediplere, Megrifetçelre ( Tatar Yazarları, Maarifçileri, XX. Yüzyıl başları), Kazan 2005.
  10. Temir, Ahmet, Abdülkayyum Nasiri’nin Hayatından Yapraklar, Kazan IX., İstanbul 1972.
  11. Togan, Zeki Velidi, Hâtıralar, Ankara 1999.



[1] Ebul Ali Sina veya Hüseyin de denir. Batıda Avicenna diye anılır.

[2] Gaynullin M., a.g.e., Kazan 1985, s. 270.

[3] Gaynullin M., a.g.e., Kazan 1985, s. 271.
19Gaynullin M., a.g.e., Kazan 1985, s. 272.

[5] Mehmüt Galeü, Tatar medeniyeti ve fikir dünyasında derin iz bırakmış tarihçi, bilgin ve filozof Şihabetdin Mercani’nin (1818–1889) baba tarafından yakın akrabasıdır.

[6] Gülnar Hanım – Türk-Tatar dil bilgini, siyasetçi, yazar Olga Semenova Lebedeva’nın (1854-?) edebi lakabıdır. Rusçadan Türkçeye yaptığı cevriler ve Tatarlarla ilgili yazdığı olumlu yazıları bulunmaktadır. K.Nasiri’nin Fars dilinden çevirdiği “Kabusname” eserini Tatarcadan Rusçaya çevirmiştir. 

[7] Galeü M., Möhecirler,Kazan 2000, s. 48-50.

[8] Çağatay S., Prof.Dr.Saadet Çağatay’ın Yayınlanmış Tüm Makaleleri, C. 2, İstanbul 2008, s. 238.

[9] Hakov V., Tatar Edebi Tele Tarihi, Kazan 1993, s. 215.

[10] Mart 2010 tarihinden itibaren Kazan Devlet Üniversitesinin adı Kazan Federal (İdil Boyu) Üniversitesi olarak değiştirilmiştir.

[11] Sattarov G., Atamalar Dönyasına Seyehet, Kazan 1992, s. 9-11.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.