ABD’nin Orta Doğu’daki vekilleri yalnızlaşıyor. Ve bir noktadan sonra, artık ne ekonomik yaptırımlar ne de iç karışıklık yaratma çabaları işe yarayacak. Geriye sadece doğrudan askeri müdahale kalıyor. Ve o da ancak İran “başlamış gibi” gösterilirse mümkün olabilir. İsrail’in elinde nükleer silahlar olduğu gerçeğini de hesaba katarsak, Washington’un bu umutsuz stratejisi Orta Doğu’yu nükleer eşikte bir geleceğe sürüklüyor olabilir. Bugünlerde Batı’nın tek umudu İran’ın kontrolünü kaybetmesi. Ama en büyük tehlike de bu: Ya İran, yine sabırlı olursa.
Dışarıdan bakıldığında her şey kaotik görünüyor. 7 Ekim 2023’ten bu yana Orta Doğu bir yangın yerine dönmüş durumda: Gazze, Güney Lübnan, Suriye, Kızıldeniz… Her yerde çatışmalar, her yerde kriz. Batılı medya olayları genellikle “ani tırmanışlar” olarak sunuyor. Ama geçmişe dikkatle bakan biri için bu krizler ne sürpriz ne de rastlantı. Hepsi, yıllar önce yazılmış bir senaryonun sahneye konmuş hâli.
2009 yılında ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü’nün yayımladığı “Which Path to Persia?” (Fars Yolu Nereye Çıkar?) adlı strateji belgesi, bugün yaşananların bir ön izlemesi gibi. Belge, İran hükümetini nasıl zayıflatacaklarını, ekonomik ve siyasi olarak nasıl kuşatacaklarını ve en sonunda bir savaşı nasıl meşrulaştıracaklarını adım adım anlatıyor.
En çarpıcı bölümlerden biri, İsrail’in İran’a saldırarak bir savaş başlatabileceği ve ABD’nin “isteksizce” bu savaşa dahil olacağı ihtimali. Yani, savaş ABD’nin istemediği ama “kaçınılmaz olarak” girdiği bir sonuç gibi gösterilecekti. Size de tanıdık geldi mi?
2024 Nisan’ında İsrail’in Şam’daki İran büyükelçiliğine saldırısı, bu planın sahaya indiğini açıkça gösteriyor. Bu saldırı uluslararası hukuka göre savaş sebebidir. Ama Brookings belgesine göre asıl amaç, İran’ı bir şekilde tahrik ederek savaşa sürüklemek. Böylece ABD ve İsrail “savunma” pozisyonunda görünürken, İran saldırgan olarak lanse edilebilecek.
Daha da kötüsü: Bu bir ilk değil. Bu yöntemler yıllardır deneniyor. ABD, İran’a “çok iyi bir anlaşma” sunduğunu, ama İran’ın bunu reddettiğini iddia ederse, dünya kamuoyunu savaşa ikna etmek daha kolay olur. Diplomasi, aslında bir savaş ön hazırlığı olarak kullanılıyor.
Ancak burada bir sorun var: İran bu oyunu görüyor. Geçmişte defalarca tahrik edilmesine rağmen büyük ölçüde soğukkanlı kaldı. 2020’de General Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesine verilen tepkide olduğu gibi. ABD’nin en büyük korkusu da bu: İran’ın tahriklere yanıt vermemesi.
Washington, her ne kadar “gerilimi tırmandırmak istemiyoruz” dese de fiilen yaptığı her şey tam tersini gösteriyor. İsrail’in Gazze’deki yıkımı, Suriye’ye yönelik hava saldırıları, Yemen’deki müdahaleler — tümü, İran’ın sabrını zorlamak için tasarlanmış bir dizi hamle. Brookings belgesi de açıkça şunu söylüyor: Eğer İran doğrudan karşılık vermezse, ABD bu karşılığı kendisi üretmeli ya da öyleymiş gibi göstermeli.
Peki neden şimdi? Çünkü zaman daralıyor. ABD’nin bölgedeki etkisi azalıyor. Suudi Arabistan-İran yakınlaşması, Suriye ile Körfez arasındaki ilişkilerin normalleşmesi gibi gelişmeler, ABD’nin böl-yönet stratejisini sarsıyor. Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı yaşanan çıkmaz, Washington’u daha da hırçınlaştırıyor.
ABD’nin Orta Doğu’daki vekilleri yalnızlaşıyor. Ve bir noktadan sonra, artık ne ekonomik yaptırımlar ne de iç karışıklık yaratma çabaları işe yarayacak. Geriye sadece doğrudan askeri müdahale kalıyor. Ve o da ancak İran “başlamış gibi” gösterilirse mümkün olabilir.
İsrail’in elinde nükleer silahlar olduğu gerçeğini de hesaba katarsak, Washington’un bu umutsuz stratejisi Orta Doğu’yu nükleer eşikte bir geleceğe sürüklüyor olabilir.
Bugünlerde Batı’nın tek umudu İran’ın kontrolünü kaybetmesi. Ama en büyük tehlike de bu: Ya İran, yine sabırlı olursa?