Mehmet Özkendirci

Sinek

0
Paylaş

Zaman gündüzleri akrebin peşine düşen yelkovan misali tik tak tik tak ayak sesleriyle geçerken; uykusuz yalnız gecelerde kavgaya tutuşurcasına tak taklara dönüşürdü. Bu gürültü hengamelerinde uyumak Çin işkenceleri gibiydi. Bu anlarda duvardaki sarkaçlı saati söküp başka bir odaya taşımaktan daha mantıklısı sırtında battaniye ve elinde yastığıyla salondaki kanepede uyumak, daha doğrusu çalışmaktı. Bu anlarda huzursuz bacak rahatsızlığı nedeniyle uykuları kevgire dönerdi. Yetmezmiş gibi bir de haftayı geçkin boğazını tıkayan balgamlardan nefes alamaz duruma gelince ciğerlerini patlatırcasına öksürük nöbetlerine tutulurdu Asım.

Böyle gecelerde nedeni yıllar geçse de çözemediği bir anı gözlerinin önüne gelirdi. Görev gereği bir otele ekibiyle arama yapmak için gelmişlerdi. Küçük soğuk bir odada yirmili yaşının başlarında bir kadın üzerinden çıkarmadığı pardösüyle tek kişilik karyolanın kenarına ilişivermişti başı öne eğik, sessizce. Kimdi gecenin yarısında kış günü otel odasına neden gelmişti. Bilinmez ama severek ve isteyerek gelmediği belliydi. Belki de dünyanın en masum günahı sevmek ve inanmanın bedelini ödüyordu, belki de koca şiddetinden canını kurtarmak için hiç bilmediği gurbete düşmüştü.

Bazı günler Kanada ve Hollanda da yaşayan çocuklarını ve torunları özler, cep telefonuna kaydettiği resimlerine bakıp, hüzünlenirdi. Hayat böyleydi artık çocuklar doğdukları yerde değil doydukları yerlerde yaşamayı seçiyorlardı. Aynı ülkede yaşasalar bir trene gider öpüp koklar birkaç gün dünyanın en mutlu dedesi olurdu. Hollanda’daki kızı birkaç kez, baba uçak bileti göndereyim gel dese de uçak korkusu ağır basmış gidememişti. Onca yol içinde sağlık durumu uygun değildi. . Bütün yaz yollarını gözlerdi oğlu, kızı ve torunlarını. Eşi Cahide’den sonra bir başına kalmıştı koskoca dünyada…

On beş günde bir sakal tıraşı olmasa aynalara küsmüş gibiydi. Bu suratı düşmüş, yorgun yüze bir türlü alışamamıştı. Çok değil beş yıl önce ayna karşısında yılların sadece saçlarını süpürdüğünü, kırışık yüzüne bir karizma verdiğine inanırdı. Aslında her çizgide Cahide ile geçirdiği birçok anı gizliydi. Yokluğunda dünyadan bir kişi eksilmemiş, binlerce, milyonlarca, milyarlarca kişi eksilmişti. Doktorlar el ve ayaklarının üşümelerine kansızlık deseler de onun derdi Cahide yalnızlığıydı kimselere söyleyemediği…Yaz günleri kentte gitmedik park bahçe bırakmazdı. Her gün aynı yerleri görmek zamanın durduğu duygusunu uyandırıyordu. Oysa zaman durmak bir yana akmalıydı.

İyi havalarda eksik etmediği ikindi yürüyüşlerinde arkasından gelen bir sesle durup sesin geldiği yöne baktı. Karşısında dışa doğru eğik ince bir çift bacağın taşımakta zorlandığı liseden arkadaşı Fazıl vardı.

-Biraz yavaş yürü be Asım, tabakhaneye bok mu yetiştireceksin?

-İkindi yürüyüşü yapıyordum. Hem bu ne hal…Liseli Fazıl’a bir Fazıl daha eklenmişsin.

-Valla iş güç peşinde koşturmaktan kendimizi ihmal ettik. Bütün gün Holding patronluğu yapmak kolay mı. Ömrüm koltukta geçiyor.

Fazıl Helal Holdingin tek varisiydi. Lise bitmeden iş hayatına atılmıştı. Lise yıllarında bile babasının holdinginden bahsetmediği günü olmaz, dalga geçildiğini fark etmeyecek kadar saftirik birisiydi. Asım’ın emekli memur oluşuma üzülmüşçesine nasıl bir emekli maaşıyla geçinebiliyor musun dedi. Asım beyde kelimelerin üstüne basa basa konuştu.

-Valla benim Helal Holdingim yok ama helal bir kazancım oldu. Kimselere muhtaç olmadan iki evlat büyüttüm mühendis ve doktor yaptım. Bundan büyük holding mi olur derken karşısındakinin ablak suratı düşmüştü. Yine de yıllar sonra gördüğü arkadaşı kendisini kolay kolay bırakacak gibi değildi.

-Şu çay bahçesinde biraz mola verelim, neler yapıyorsun, sağlıklı gözüküyorsun maşallah.

Asım’ın mengene gibi tutan elden kurtulma şansı yoktu, çaresiz davete icabet etti. Tek derdinin yalnızlık olduğundan söz edince, Fazıl göbeğini titreten bir kahkaha attı.

-Yahu madem yenge vefat etti, evlatlarda yurt dışında neden bir kurs veya derneğe yazılmıyorsun. Benim kulaklarımda hala sınıfta bize verdiğin konserler duruyor. Neden bir musiki derneğine gitmiyorsun, orada aynı zevki paylaşan kişiler dolu. Çoğu senin yaşında millet gerçek bir solist görsün.

Akşam Fazıl’ın sözleri hiç aklından çıkmadı, gece yarısı uykusunun kaçtığı anlarda neden olmasın diye düşündü. Kahvaltı sonrası uzayan sakallarını tıraş etti, yanlarda kalan birkaç teli eliyle düzeltti, ayakkabısını boyadı, lacivert takımını giyip evden çıktı. Sınava girecek genç gibi heyecanlıydı, içinden yıllardır söylemediği birkaç şarkı sözünü tekrar etti. Derneğin kapısını çalmadan önce birkaç kez boğazını temizlemek için öksürdü. İçerde çoğu yaşıtı insanlar vardı, sessizce bir köşede koronun şarkısının bitmesini bekledi. İçlerinden biri kendisini tanımıştı.

-Ooo kimleri görüyorum, sayın şefim size Asım beyi tanıtayım, müthiş ses…

Çalışmalar sona erince koro şefi elli yaşının başlarında zevkli giyimli güzel kadın odasına davet etti. Birtakım sorular sordu, her sesi güzeli korolarına alamazlardı. Olumsuz bir yanıt alamayınca Çarşamba on beşte gelmesini söyledi. Asım Bey ilk sınavı kazanmanın sevinciyle akşama kadar evde şarkılar söyledi. Her randevuya on beş, yirmi dakika önceden gelen Asım yine derneğe erkenden gelmişti. Şefin isteği üzerine eşinin çok sevdiği ‘Gamzedeyim deva bulmam’ şarkısını söyleyince tam not almakla kalmayıp iki solo şarkı da söylemişti. Avuçlarımda Hala Sıcaklığın var ve Veda Busesi…

Sonraki günlerde Asım Bey ve Şef Nesrin Hanım arasında bir yakınlaşma olmaya başladı. Cahide’sine ihanet ediyor gibi bir suçluluk duymaya başlamaya başlamışken evlatları, baba evlen yalnızlık sana göre değil sözleriyle biraz teselli buluyordu. Nesrin emekli müzik öğretmeniydi ve bekardı. Yıllarca üzümün çöpü armudun sapı var diye diye bu yaşlara gelmişti. Asım’ın ince ruhlu oluşu onu etkilemişti. Hafta sonları gözden uzak kır bahçelerinde buluşmaları sonunda evlenmeye karar verdiler. Son buluşmalarında küçük bir sinek tüm hayallerini allak bullak etmeye yetti. Nesrin portakal suyunu içerken bardağının kenarına konan sineği fark etmemişti. Asım sineği son anda gördü. Nesrin tam portakal suyunu dudağına götürürken ani bir refleksle sineği kovmaya çalışırken olanlar oldu. Dolu bardağın yarısını üzerine döktü. Ve o an o melek yüzlü kadından bir şeytan çıkmış ağzından köpükler saçarak otuz yedi yılda Cavide’sinden işitmediği sözleri duydu.

-İpek gömleğimi mahvettin Salak ,embesil ,sakar ,şapşal ,hödük, gerzek, ayı…

Kadın daha önce hiç duymadığı sözlerine masadan kalkıp giderken de devam ediyordu, oradakilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan. O anlarda Asım küçüldükçe küçüldüğünü hissetmeye başladı. Keşke bir sinek olup uçup gitseydi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!