Karikatürist yazarımız Mehmet Özkendirci’den nostaljik bir hikâye…
Geçmişin somut kanıtları sadece ören yerleri ve müzeler değil. Son yıllarda çoğu ihtiyaçtan olmak üzere ara sıra koleksiyoncu ve antika alıcılarının da uğrak yerleri bit pazarları ve ikinci el dükkanları da yer alır. Öykümüz de ağzına kadar dolu ikinci el deposunda geçer…
İkindi sonu dükkân sahibinin oflaya puflaya ama özenle taşıdığı koyu kahverengi deri kaplı koltuğun bırakıp gittikten sonra onun bu tozlu yerde ne işi var diye konuşuyorlardı deponun müdavimleri. Öyle ya koltukta bir çizik bile yoktu, ayakları sapasağlam yere basıyordu. Kim bilir hangi popolar üzerinde oturmuştu. Görünüşe bakılırsa en azından bir müdür koltuğu olmalıydı. Belki de Genel Müdür, Vali hatta Vekil koltuğuydu bir zamanlar. Ülkede âdettendir makama yeni gelen kişi önce daha önce kimlerin poposu değdi diye ilk iş koltuğu değiştirirdi, odasını baştan aşağı yenilerken. Şaşılacak şey ki koltuk buraya düşmekten pek de şikayetçi değildi. Yorgun ayakları az mı şişko göbekli geniş popolu zatlar taşımıştı. Emekli olmak onun da hakkıydı sonuçta. Tahta bir sandalye olsaydı çoktan bir fakirin sobasında yanmış olacaktı.
Koltuk kendisinden önce geldiği için bir köşede sessizce duran merdaneli çamaşır makinasını fark etmedi. Etseydi yeni komşusuna neler neler söyleyecekti içini dökerek. İlk kez geldiği Adliye kâtibi Hamdi Beyin evinde ne kadar da sevinçle karşılanmıştı oysa. Ev sahibi Hacer Hanım daha önce gaz tüplerine taktığı artık iplerle ördüğü rengarenk tığ işi örtüsünü kullanmadığı anlarda üzerine sererdi bir anne şefkatiyle. Kendinden önce iki büklüm yere çömelerek naylon leğenlerde evin kirlilerini oflaya puflaya az mı yıkamıştı. Bu nedenle merdaneli dostuna en çok sevinen oydu. Sonrası her güzel günler gibi onunda sonu geldi. Yeni çıkan elektrikli otomatik çamaşır makinaları bir tuşla sekiz on kilo çamaşırı yıkayıp suyunu bile sıkıyordu merdaneye gerek duymadan. Merdane başında yıkadıklarını tek tek sıkmak için bir beklemediği anlar ya kadın programları seyrediyor ya da komşusu Fitnat Hanımla kahve içerken apartman dedikoduları yapıyordu. Üzerine kuma gelen otomatik çamaşır makinasından sonra on günde bir temizliğe gelen Saadet hanıma verildi. O’da iki yıl kullandıktan sonra bir eskiciye sattı buraya düşmeden önce.
Vefa diye bir şey kalmadı dedi merdaneliye sapını yaslanan gırgır süpürgesi. Ot süpürgeler toz çıkartarak evleri süpürürken kendisi gır gır diye şarkılar söyleyerek ortalığı bir güzel temizlerdi elektrikli süpürgeler hanelere girene kadar. Şimdiler de akıllı süpürgeler çıktı bir düğmeye basınca şarj olduğu yuvasından çıkıyor fırıl fırıl dönerek köşe bucak kıl tüy ne varsa tekrar temizlik bitti deyip çıktığı yere geri geliyordu.
Sırada neler olacak kim bilir diye konuşurlarken siyah beyaz tüplü televizyon üzerindeki tahta kaplamalı büyükçe bir radyo derin bir ah çekerek sohbete dahil oldu. Meğer onun da ne çok derdi varmış. Yıllarca ülkeden ve dünyadan haberler veren, yarışmalar ve skeçler sunan radyo altında sessizce duran tozlu siyah beyaz tüplü televizyona öfke ve sitemle konuştu.
-Sen geldin bizlerin pabucu dama atıldı. Yılbaşları ekranlarına çıkan Nesrin Topkapı’nın kıvrak dansı birçok erkeğin başını döndürürken Aşk ı Memnu dizisinde Müjde Ar ve meşhur Behlül Salih Güney’i ilk kez senin ekranlarında görüyordu. Şeytanın yeryüzündeki temsilcisi Ceyar, Ayyaş Sue Ellen’in maceralarını tüm hafta sabırsızlıkla beklerdi seyircilerin. Sonra senin de sefan pek fazla sürmedi renkli televizyonlar gelince. İncecik geniş ekranlı televizyonlar hayatlara renk kattı. Yakında onun da havası söner. Bu çekik gözlüler var ya yakında onun da ekransız olanını yaparlar.
Konuşanları duyan çocuk karyolasının hüznü bir başkaydı. İçi eski ev aletleriyle doluyken biraz kıpırdamak istese de başaramadı, ama konuşmaya katılmaktan da geri kalmadı. Ben eve geldiğimde üzerim gelin gibi süslendi, belli ki aylardır belki de yıllardır beklenen bir misafire hizmet edecektim. Nihayet o gün geldi. Üzerime şipşirin bir bebek kondu, annesinden sonra ikinci bir kucağı ben olmuştum. Üzerime sığmayacağı günler olunca yerini yeni kardeşine bıraktı. O‘da büyüyünce yolum buraya düştü…
Duvarda asılı guguklu saatin kuşu saat başları çıkıp guguk guguk diye ötmüyordu. Sarkaçlı duvar saatleri gece gündüz salınmaktan yorgun düşmüş olacaklar ki gözden düşüp buralara gelmişlerdi. Raf üzerine dizi dizi dizilen kurmalı kol ve masa saatleri de durmuş yeni sahiplerini sessizce bekliyordu. Bir zamanların fiyakalı modası köstekli saatlerden bir tanesi daha fazla suskun kalmayıp kapağını açarak konuştu.
-Artık saatlerin devride bitti, gösterişli kol saatleri bakılmak için değil hava atılmak için takılıyor. Önceleri antenli telsizi andıran cep telefonları bir avuç kadar küçülünce konuşmanın ötesinde saatleri gösterdiği gibi, resim çekiyor, dünyayı tanıtabiliyor, hatta adımlarını bile sayıyor.
Telefondan söz etmişken ahizeli telefonlar antikacılarda yerlerini alırken çevirmeli ve tuşlu modelleri nostalji tutkunu yeni sahiplerini bekliyorlardı.
Zenginlik alameti gramofon ve taş plakların da sonunda bu tozlu sessiz yerlere düşmekte varmış. O taş plaklardaki Hafız Burhan’ları, Saadettin Kaynak’ları, Hamiyet Yüceses’leri, Münir Nurettin Selçuk’ları, Şark bülbülü Celal Güzelses’lerin muhteşem seslerini evlerine taşımıştı. Şimdi ne arayan ne dinleyen vardı meraklısı birkaç kişiden başka. Binler hatta milyonlar satan plak ve kasetlerin kaderleri aynıydı.
Mendiller de ikinci el depolarına düşmeseler de kaderleri pek farklı değildi. Artık sevgiliye yapılan kenarları oyalı mendiller yoktu. Feraceli şemsiyeli Osmanlı güzellerin sevgililerine yere bıraktığı mendiller de yoktu. Çok az da olsa erkeklerin ceketlerinin sol üst ceplerine aksesuar niyetine taktıkları ipekli mendiller var. Mendillerde zamanın vefasızlığına uğramış kâğıt olunca kullan at halini almıştı…
Akşama doğru depoya gelen yaşlı kadın hepsinin derdini unutturdu. Artık yıllarca çocuklarına torunlarına bakan bu kadın bükülmüş beliyle aralarına mı katılacaktı. Biraz sonra yanına gelen satıcı aylardır yeni sahibini bekleyen televizyon koltuğuna övgü dolu sözler söyleyince derin bir oh çektiler.